Başyazı

Hakka Davet Vazifesi -2

Paylaş:

Hamd, kurtuluşun ancak kurtarmakla mümkün olduğunu bizlere bildiren Allah Azze ve Celle’ye; Salat-u Selam, insanların kurtuluşu için gece gündüz durmadan tebliğ ve irşat faaliyetleri yapan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e; Selam ise insanların kurtuluşu için Allah ve Rasulü’nün gösterdiği yolda gitmeye çalışan İslam davetçilerinin üzerine olsun.

Bir önceki sayıda Hakka Davet Vazifesi başlığı altında Kur’an-ı Kerim’de bulunan davet kavramını ele almış, davetin hükmü, davetin terk edilmesi ve davetin aleni oluşuyla ilgili konulara değinmiştik. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.

İslam’a davet yolunun öncüleri şüphesiz peygamberlerdir. Bu sebeple İslam davetçileri davet görevini yerine getirirken peygamberleri örnek almalı ve onların topluma yerleştirdiklerini kendi toplumlarına öğretmelidirler. Bu görevi yerine getirirken de Allah Azze ve Celle’nin peygamberlerine gösterdiği yola ve onları takip ettirdiği sıraya göre yapmalıdırlar. Kur'an tüm peygamberlerin evvela Tevhid inancı üzerinde durduklarından daha sonra bu inancı kabul edenlere ibadeti, ahlakı ve muamelata dair hükümleri öğrettiklerinden bahseder.

İnsanlara Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığını, tek otoritenin, tek kanun koyucunun Allah olduğunu, sadece O’na itaat edileceğini, ibadet maksatlı birtakım hareketlerin ve sözlerin sadece O’na yapılabileceğini, insanların koyduğu kanunların, meydana getirdikleri ideolojilerin öneminin olmadığını, yalnızca Allah’ın hükümlerinin önemli olduğunu öğretmeden başka meseleleri öğretmek, temeli olmayan bir davettir. Temeli olmayan bir davet ise asla başarılı olamaz. Dolayısıyla İslam davetçileri de peygamberler gibi evvela Tevhidi anlatmalıdırlar. Çünkü dinin temeli Tevhiddir ve Tevhidi kabul etmeyen bir insanın yaptığı ibadetler kabul olmaz.

DAVETE NEREDEN BAŞLANILMALI?

Bugün bazı kimseler camilerde, evlerde ve okullarda din eğitimi verirken, insanlara Allah’ın varlığını ve birliğini anlatarak onları İslam'a davet ettiğini zannetmektedirler. Halbuki bu toplumda Allah'ın varlığını ve birliğini bilmeyen yoktur. Toplumun bilmediği ve unuttuğu nokta, Allah'ın kanun koyucu olması, Allah’ın insanları başıboş bırakmadığı, koymuş olduğu kanunların kıyamete kadar geçerli olduğu noktasıdır. Camiye gelen bir Müslümana sadece Allah’ın varlığını, birliğini ve rızık verici olduğunu anlatmanın bir gereği yoktur. Bu insanlara anlatılması gereken en temel mesele, Tevhidin “hükmetme” boyutudur. Dinin temeli Tevhid olduğu halde bunun üzerinde durmayanlara: “Neden Tevhidi anlatmıyorsunuz?” diye sorulduğu zaman: “O sonraki bir meseledir” diyerek dinin başka birtakım meselelerine öncelik vermektedirler. Bu kişiler peygamberlerin davet metoduna göre davet görevini yapmamaktadırlar. Esasında Tevhidi anlatmamalarının veya öncelik vermemelerinin nedeni insanları düşündüklerinden dolayı değil kendilerini düşündüklerinden dolayıdır. Eğer “Allah'tan başka ilah yok, o halde O’nun dediği olmalı” diyecek olurlarsa başları belaya girebilir diye korkuyorlar. Oysaki karşılarındaki insanların ihtiyacı evvela iman yani Tevhiddir. Bir insan Tevhidi kabul ettikten sonra “madem ki Allah tek otoritedir ve O’ndan başka otorite yoktur o halde O hükmetmelidir” diye düşünecektir. Ardından bu insana ibadete dair meseleler anlatıldığında kolaylıkla yapacak haramlara dair meseleler söylendiğinde ise yine kolaylıkla onları terk edecektir. Çünkü o kimse artık La İlahe İllallah’ı tam manasıyla anlamış ve Allah’ı sadece yaratıcı olarak değil, otorite olarak da kabul etmiştir. İslam davetçilerinin Tevhidi anlattıktan sonra davet etmesi gereken başka birtakım önemli hususlar vardır ki onlar da şu şekildedir:

  1. Ahirete İmana Davet

İslam davetçileri Tevhidi anlattıktan sonra ahirete iman, cennet ve cehennem hayatı gibi konular üzerinde durmalıdırlar. Eğer bu konular üzerinde durmayacak ve bunları delilleriyle ispat etmeyecek olurlarsa bu durumda insanların İslam'a temayülü tam olarak gerçekleşmeyecektir. Allah'ı yaratıcı ve kanun koyucu olarak kabul etseler bile eğer ahirete imanları zayıf ise hayatlarını değiştirmeyeceklerdir. O yüzden peygamberler Tevhidden sonra cennete ve cehennemden kaçmaya davet etmişler, ahiretin delilleri üzerinde durmuşlardır. Aynı şekilde İslam davetçileri de bu konu üzerinde durmalıdırlar.

Bu konu önemle üzerinde durulması gereken bir meseledir. Çünkü dünyada gerçek manada bir adaletin olmadığı görülmektedir. Nice iyiler iyiliklerinin karşılığını göremeden ve nice kötüler de bu dünyada yaptıklarının cezasını çekmeden göçüp gitmektedirler. Eğer başka bir alem olmayacak olursa, orada haksızlığa uğrayanlara hakları verilmezse, mazlumun hakkı zalimden alınmazsa, hayırlı işler yapmış olanlara mükafatları verilmezse, kötü işler yapmış olanlara cezaları verilmezse adalet nasıl gerçekleşebilir? Halbuki adaletin gerçekleşmesi şarttır. Demek ki adaletin tam anlamıyla gerçekleşeceği başka bir alem vardır ve bu ahirete bırakılmaktadır.

Aynı zamanda Allah Azze ve Celle, ‘Kerim’ sıfatıyla sürekli olarak kullarına ikram etmek istemektedir. Kıyamet koptuktan sonra yeniden insanları yaratmazsa o zaman ‘Kerim’ sıfatıyla nasıl muamele edecek ve kime ikram edecektir? Allah Azze ve Celle ‘Kerim’ sıfatının bir gereği olarak imtihanı kazanmış olanları, kendisi için ömrünü verenleri, canını veren şehitleri, kendisinden korkan muttakileri; Hz. Muhammed’i, Hz. İbrahim’i, Hz. Musa'yı, Hz. İsa’yı, dokuz yüz eli sene anlatan Hz. Nuh’u -Salavatullahu Aleyhim Ecmain- yeniden yaratması ve onlara in’am etmesi gerekmektedir. Bunlar ahiretin delillerindendir. İslam davetçileri muhataplarını ahirete imana davet ederken, ahiretin delillerinden birkaçını bu şekilde anlatabilirler.

  1. Batı’yı ve Batılı Taklit Etmekten Vazgeçmeye Davet

Allah Azze ve Celle: “Ey iman edenler, eğer inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin geri çevirirler, böylece büyük hüsrana uğrayanlara dönersiniz”1 buyurmuştur. Rasulallah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz/onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir kertenkele deliğine girecek olsalar, siz de onları takip edeceksiniz” buyurunca sahabe: “Ya Rasulallah! (İzlerini takip edeceğimiz bu topluluk) Yahudiler ve Hristiyanlar mı olacak?” diye sordu. Bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu: “Ya başka kimler olacaktı?”2 Onlar Allah’ın hükmüne aykırı modalar ortaya koydular, cinsiyet değiştirdiler, toplumu bozdular. Müslümanlar da onların arkalarından gitti. İslam davetçileri bugün de bunun önüne geçmeli ve batılı taklit edenlere yaptıklarının batıl olduğunu anlatmalıdırlar. Ebu Cehiller Peygamberimizi amcasına şikâyet ettikleri zaman: “Senin yeğenin bizim dinimize yanlış diyor. Bizim dinimizi ayıplıyor” dediler. Demek ki Peygamberimiz onların dinine yanlış diyordu. Dolayısıyla bugün İslam davetçileri hakka davet ederken bir taraftan da batılın reddedilmesi gerektiğini unutmamalıdırlar. Çünkü hiçbir zaman batıla batıl demeden batıl yıkılmaz.

  1. Irkçılığı Reddetmeye Davet

 İslam davetçileri ırkçılığın İslam’da olmadığını ve İslam’ın birlik ve bütünlük dini olduğunu anlatmalıdırlar. Bütün peygamberler ırkçılığı reddetmişlerdir. Peygamber Efendimiz de: “Irkçılık ayaklarımın altındadır” buyurmuştur. İnsan olarak hepimiz Âdem ile Havva’dan yaratıldık. Dolayısıyla hiç kimse kendi ırkını başka ırklardan üstün göremez. Bugün memleketin başındaki belalardan birisi de ırkçılık sorunudur. Bir kısım insanlar Türk ırkçılığı yapıyor bir kısmı Kürt ırkçılığı yapıyor yarınlarda bazıları da Arap ırkçılığı yapmaya başlayacaklardır. İşte bu ayrım, milleti birbirine düşürmektedir. İslam davetçileri bütün çeşitleriyle ırkçılığı bugün de reddetmeli ve insanları da reddetmeye davet etmelidirler.

  1. Allah Sevgisine ve Allah Korkusuna Davet

İslam davetçilerinin diğer bir vazifesi, Allah’ın üzerimizdeki haklarını öğreterek insanları marifetullaha ulaştırmak, Allah’ın sonsuz sıfatlarını öğreterek muhabbetullaha ulaştırmaktır. Çünkü Allah’ı sevmeyenler kendisini, karısını, çocuklarını, şehvetlerini, makamlarını ve arzularını severler. Allah’ı onlardan daha fazla sevmeleri gerektiği halde onları Allah’tan daha çok severler. Allah’tan daha çok korkmaları gerektiği halde insanlardan daha çok korkarlar. Bütün insanlar “Allah’tan başka kimseden korkmam” derler ama aslında gerçekleri söylemezler. Madem Allah’tan başkasından korkmuyorlar o halde neden insanları dikkate alıyorlar? İnsanlar, devletlerden korktukları kadar Allah’tan korkmuyorlar. Cinlerden, hayvanlardan bile Allah’tan daha fazla korkuyorlar. İslam davetçileri insanlara hem Allah korkusu hem de Allah sevgisi kazandırmalıdırlar ki insanlar harekete geçebilsin. Çünkü korku ve muhabbet insanı harekete geçiren en güçlü muharriklerdendir.

  1. Allah’ın Düşmanlarına Karşı Nefrete Davet

İslam davetçileri kafirin küfründen, ideolojilerinden, zulümlerinden, kanunlarından, nizamlarından, medeniyetlerinden nefret etmeli ve bunlara karşı nefreti doğurmalıdırlar. Bu nefret onları öldürmek demek değildir. İnsanları harekete geçiren etkenlerden biri muhabbetullah olduğu gibi bir başka etken de kafirlere ve zalimlere olan nefret duygusudur. Bugünkü maneviyatı boşaltılmış dünyayı kafirin ve zalimin medeniyeti bu hale getirdi. Ortadoğu’yu kan gölüne çevirerek Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da birçok zulüm yaptılar. İslam alemi son yüz sene içerisinde onlarca milyon şehit verdi. İnsanlığa en büyük zararı verdiler; gençliği uyuşturdular, namus kavramını bitirdiler, aile mefhumunu ayaklar altına aldılar.  Allah erkek ve kadın olarak iki cins insan yarattı ama onlar insanı birçok cins türüne çıkarmak istediler. Erkekleşmiş kadınları da kadınlaşmış erkekleri de onlar ürettiler. Bu medeniyetten nefret etmek Müslümanların hakkıdır. İslam davetçileri batıl ideolojileri bilmek, onların üzerinde durmak ve onların insanlığa verdiği zararları muhataplarına anlatmak zorundadırlar.

  1. İmana ve Amele Davet

Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’i yirmi üç yılda kısım kısım indirmiştir. Bu şekilde hem sağlam nesiller yetişmiş hem de Müslümanlara bir metod öğretilmiştir. Tüm ayetler bir anda gelseydi insanlar bilgiyi alabilirlerdi ama hayatlarını değiştirememiş olurlardı. Bu konuda Kur’an-ı Kerim: “Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır”3 buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim imani meseleleri değil, ameli meseleleri kademe kademe göndermiştir. Kur’an-ı Kerim, Allah’a imanı anlatıp meleklere imanı veya ahirete imanı anlatmasa iman meselesi tamamlanmamış olur ve kişi bu şekilde Müslüman sayılmaz. Bu sebeple Allah Azze ve Celle imani konuların hepsini göndermiştir. Çünkü iman ya vardır ya da yoktur, bunun bir merhalesi yoktur. Örneğin yaklaşık 11 buçuk sene sonra namazın emredilip, namazdan iki üç sene sonra zekâtın emredilmesi daha sonra orucun daha sonra haccın emredilmesi kademe kademe olmuştur. Yine içkinin üç merhalede haram kılınması, faizin birkaç merhalede haram kılınması gibi birtakım haramlar da haram kılınırken kademe kademe haram kılınmıştır. Çünkü ameli meselelerde merhale vardır. Ama iman işin başı olduğu için ilk başta hepsi anlatılmıştır.

Efendimiz Muaz bin Cebel’i Yemen’e vali tayin ettiği zaman ona: “Sana herhangi bir dava getirildiği zaman nasıl ve neye göre hüküm verirsin?” diye sorduğunda Hz. Muaz: “Allah'ın kitabındaki hükümlerle hüküm veririm” dedi. Peygamber Efendimiz: “Eğer Allah’ın kitabında onunla ilgili bir hüküm bulamazsan neye göre hüküm verirsin?” diye sorduğunda Hz. Muaz: “Rasulullah’ın sünnetine göre hüküm veririm” dedi. Peygamber Efendimiz bu sefer: “Rasulullah’ın sünnetinde de onunla ilgili bir hüküm bulamazsan, ne yaparsın?” diye sordu. Hz. Muaz: “O zaman, kendi görüşüme göre içtihat eder, hüküm veririm” dedi. Peygamber Efendimiz bundan son derece memnun oldu. Bu memnuniyetini şöyle ifade etti: “Allah'a hamdolsun ki, Rasulullah’ın elçisini, Rasulullah’ın razı olduğu şeye muvaffak kıldı.”4 Demek ki İslam davetçileri bu şekilde öncelikle Allah’ın kitabına göre sonra Rasulü’nün sünnetine göre hükmetmeyi öğretmelidirler. Allah’ın kitabında ve Rasulü’nün sünnetinde bir hüküm bulamazlarsa ancak o zaman görüş beyan edebilirler. Hadisin devamında Rasulallah: “Ya Muaz! Yemen’e vardığın zaman onları La İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah demeye davet et. Onu söylerlerse o zaman namaza davet et. Onu da yaparlarsa ondan sonra zekâta davet et” buyurdu. Burada açıkça görüyoruz ki Efendimiz Muaz’a evvela Tevhidi sonra ameli meseleleri merhale merhale öğretmesini söylüyor. Bugün böyle yapmadıkları halde kendilerine ehli sünnet diyenler Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetine uymamaktadırlar. O’nun sünnetini yerine getirmek sadece sakal bırakmakla, sünnet namaz kılmakla, tırnak kesmekle, misvak kullanmakla olmaz. En mühim meselelerde O’nun sünnetine uymayanlar, davet metodunda O’nun sünnetini yerine getirmeyenler bu halleriyle ne kadar ehli sünnet olabilirler?

KUR’AN İLE DAVET

Kur’an-ı Kerim: “Ey Rasulüm onlarla Kur’an ile büyük cihad yap”5 buyurmaktadır. Demek ki Kur’an ile cihad büyük cihad kapsamında sayılmaktadır. İslam’ı anlatmayı, eğitim çalışmaları yapmayı küçük görenler, Allah’ın büyük gördüğünü küçük görmüş olmaktadırlar. Allah’ın cihad-ı kebir dediğine insanlar küçük diyemezler! Hz. Peygamber de insanları Kur’an ile davet ediyordu. Utbe bin Rebia bir gün teklifte bulunmak üzere Peygamberimizin yanına gittiğinde “Ya Muhammed seninle anlaşalım. Eğer senin istediğin reis olmaksa seni reisimiz yapalım, eğer senin istediğin güzel kızlarımızsa en güzellerini sana verelim, istediğin zengin olmaksa seni en zenginimiz yapalım, yeter ki aramızdaki bu dava bitsin” dedi. Efendimiz onu sonuna kadar dinledi ve: “Bitti mi Ey Utbe?” dedi. Utbe: “Evet bitti” dedi. Efendimiz: “Şimdi de sen beni dinle” dedi ve Fussilet Suresi’ni okumaya başladı.  O bir peygamberdi ve buna rağmen kendi cümlelerinden daha çok Allah’ın kelamı ile konuşuyordu.

DAVETTE ISRAR VE İSTİKRAR

Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ömrü davet ile geçmiştir. Amcası Hz. Hamza’yı Uhud Savaşı’nda şehit eden Vahşi’nin iman etmesi için bile çok uğraşmıştır. Mekke’nin fethi sırasında Efendimiz: “Falanca kişiler Kâbe’nin örtüsüne bile sarılmış olsalar bulduğunuz zaman öldürün” buyurmuştu. Ama sonra yine bazılarına merhamet etmiş ve onları bağışlamıştı. İman ederse bağışlanacağına dair Vahşi’ye de haber göndermişti. Vahşi ise: “Ben zina ettim, şirk içindeydim, adam öldürdüm ve sana verilen kitapta böyle yapanların bağışlanmayacağı bildiriliyor” dedi. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle ayet gönderdi ve: “Kim tevbe eder ve salih ameller işlerlerse Allah onları bağışlar”6 buyurdu. Allah Azze ve Celle bir insanın iman etmesi için ayet gönderiyor ve böylece ümitsizleşmiş olan insanlara ümit veriyordu. Buna rağmen Vahşi: “İman ve salih amel kolay şeyler değil! Ya bunların hepsini yapamazsam?” dedi Allah Azze ve Celle yine ayet gönderdi: “Gerçekten Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar”7 buyurdu. Vahşi’ye bu da yetmedi: “Eğer bağışlamayı isterse diyor, ya Allah istemezse” dedi. Allah Azze ve Celle bir kez daha ayet gönderdi: “De ki: Ey kendi kendine zulmetmiş olan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar”8 buyurdu. Vahşi de bu ayetin üzerine iman etti.

Allah Azze ve Celle ve Peygamberimiz dahi bir insanın iman etmesi için bu kadar uğraşırken bugün Müslümanlar nasıl olur da uğraşmazlar? İslam davetçileri insanların hidayeti için Allah’ın kıymet verdiği, meleklerini secde ettirdiği insana kıymet vermeli, ilgilenmeli ve evlerine gitmelidirler. Efendimiz: “Bir insanın sizin vesilenizle hidayet bulması üzerine güneş doğan her şeyden daha hayırlıdır”9 buyurmuştur. İnsanlara: “Şu insanla ilgilenirseniz ve onu kazanırsanız size bir taksi veya bir apartman vereceğiz” denilseydi ve hatta bırakın böyle büyük hediyeleri ayda beş bin lira vereceğiz deseler bile herkes o insanı kazanmak için sıraya girerdi. Halbuki kâinatın sahibi Allah, bir insanı kazanma karşılığında dünyanın içindeki her şeyden daha kıymetli olan ebedi cenneti vaat ediyor. İşte bunun için değer…

DAVETÇİNİN EN ÖNEMLİ VASFI: SABIR

İslam davetçisinin görevini yerine getirirken başarılı olabilmesi için birtakım özellikler taşıması gerekmektedir. Bir kıssa anlatılır: “Bir gün adamın biri denizin kenarında gezerken rüzgârın denizde dalga meydana getirdiğini ve deniz yıldızlarının karaya vurduğunu görmüş. Adam deniz yıldızları ölmesi diye yerden alıp tekrar denize atmış. Oradan geçen birisi adama: ‘Ne yapıyorsun, görmüyor musun on binlerce deniz yıldızı var. Hangi birini kurtaracaksın? Bir tane kurtarsan ne fark edecek ki?’ der. Bunun üzerine adam eline bir tane daha deniz yıldızı alıp denize atar ve: ‘Şu anda onun için çok şey değişti’ der. İslam davetçileri daveti vazife olarak görmekle beraber bir insanın kurtuluşunun bu kadar önemli olduğunu anlamalıdırlar. Anlattıkları halde insanlar anlamıyorsa da sabretmelidirler. Bilmelidirler ki civciv yumurtadan 21 günde çıkar, 10 günde çıkması istenirse ölür. Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e öğüdünde dediği gibi: “Oğul sabretmesini bil çünkü çiçek vaktinden evvel açmaz.” Yine Kur’an Peygamberimize hitaben: “Ulu’l azm olan peygamberler gibi sen de sabret! Onlara azabın gelmesi için ya da onlara birtakım musibetlerin gelmesi için acele etme”10 ve “Yunus Peygamber gibi olma”11 buyurmuştur. Hz. Yunus Aleyhisselam sabredemedi: “Buradakiler beni anlamıyorlar, başka yere gideyim orda anlatayım” diye düşündü ve izin almadan görevli olduğu şehri bırakıp biraz uzaktaki şehre gitmek istedi. Allah Azze ve Celle de bu yüzden ona ceza verdi. Bindiği gemide bulunanlar onu denize attılar. Bir balina onu yuttu ve tekrar eski yerine getirdi. Allah’tan izin almadan görev yeri terk edilemez. Kur’an-ı Kerim: “Yunus'u, yüz bin veya daha çok kişiye Peygamber olarak gönderdik. Sonunda ona iman ettiler”12 buyurarak bir tek Hz. Yunus’un kavminden iman edenlerin sayısı bildirilmiştir. Çünkü “biraz daha sabretseydi herkes iman edecekti” demek istemektedir.

İslam davetçileri sabırlı olmalıdırlar. Kur’an: “Eğer onlar yüz çevirirlerse sana düşen ancak apaçık bir tebliğdir”13 buyurmaktadır. Herkesin hemen anlayacağı düşünülmemelidir. Bazı insanlar çabuk anlarken bazıları geç anlayabilir. Hz. Ömer Radıyallahu Anh iman ettiği zaman bunu bir kadın duymuş ve kocasına: “Duydun mu, Ömer iman etti diyorlar” demişti. Kocası: “Böyle bir şey mümkün değil. Ömer’in eşeği iman eder ama Ömer’in kendisi iman etmez” dedi. Peki sonuç ne oldu, Hz. Ömer iman saflarına katıldı. Hz. Ömer kaliteli bir insandı ve yalnızca meseleyi anlayamadığı için reddediyordu. Allah bir gün anlamayı nasip ettiği zaman tarihe geçecek bir imanla iman etti. Efendimiz sabırlı olmasaydı Ömerleri kazanabilir miydi? O halde İslam davetçileri İslam ahlakı ile ahlaklanır, davetin metoduna göre davranır, sabreder ve azimli olurlarsa Allah Azze ve Celle onlara mutlaka başarı nasip edecektir.

Allah Azze ve Celle görevini sabırla yerine getirenlerden, yeni bir medeniyet kurabilmek için mücadele edenlerden, hakka davet edenlerden ve davetçiler ordusu yetiştirenlerden olmayı cümlemize nasip eylesin. Allah’a emanet olun. *

 

  1. Al-i İmran, 149
  2. Buhari, Enbiya 50; Müslim, İlm 6
  3. Maide,67
  4. Tabakât, 3:584; Müsned, 5:230; İbn-i Kesir, Sîre, 4:199.
  5. Furkan, 52
  6. Furkan, 71
  7. Nisa, 116
  8. Zümer, 53
  9. Buhari, Müslim
  10. Ahkâf, 35
  11. Kalem, 48
  12. Saffât, 147-148
  13. Nahl, 82

* Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin 2016 Urfa konferansından düzenlenerek alınmıştır.