Hamd; kullarına vahiy ve peygamber göndererek yol gösteren Allah Azze ve Celle’ye, Salât ve selam; insanlığın hayrı için gece gündüz çalışan ve Allah’ın itaat ve ittiba etmemizi emrettiği Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam ise Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şâri’ olarak gören, O’na itaat ve ittiba eden tüm kardeşlerimin üzerine olsun.
Peygamberler Hidayet Alanında Seçilmiş Kimselerdir
Allah Azze ve Celle tüm alanlarda insanlara örnek olacak ve öncülük yapacak insanlar yaratmaktadır. Bunlar seçilmiş kimselerdir. Kimi pozitif bilimlerde kimi farklı mühendislik dallarında kimi sporda kimi sanat ve edebiyatta kimi maneviyat ve hidayet alanında seçilmiş ve başkalarında olmayan özelliklerle donatılmışlardır. Seçilmiş ve özel yaratılmış kimseler olmasaydı hiçbir alanda şimdiki kadar gelişme olmazdı. Bu alanların içerisinde elbette ki en önemlisi hidayet alanı ve seçilmişlerin içerisinde en önemlileri ise hidayet alanındaki seçilmişler yani peygamberler, müceddidler, salihler ve hidayete davet eden alimlerdir. Allah Azze ve Celle Kasas Suresinde: “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer”1 buyurduğu gibi Al-i İmran Suresinde de: “Gerçek şu ki, Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti”2 buyurmuştur. Demek ki seçilenler Âdem ve Nuh gibi peygamberlerden olabildiği gibi İbrahim ailesi ve İmran ailesi gibi peygamber olmayanlardan da olabilmektedir. Ancak seçilmişlerin en önemlileri elbette ki peygamberlerdir. Onlar sadece seçilmiş, hidayet ve maneviyat alanında özel kabiliyetlerle donatılmış kimseler değil aynı zamanda tüm insanların itaat etmesi, uyması (ittiba) ve rol model olarak kabul etmesi gereken kimseler olarak gönderilmişlerdir. İnsanların tüm ihtiyacını gözeten Allah Azze ve Celle’nin insanın hidayete erişme, istikamet üzere bir hayat sürme ve bu yolda örnek alabileceği rehber şahsiyetlere duyduğu ihtiyacı dikkate almamış olması mümkün değildir.
İnsanın doğru yolu bulabilmesi için akıl yeterli olsaydı, insanın vahye ve vahyi açıklayıcı peygamberlere ihtiyacı olmasaydı ilk insan peygamber olarak gönderilmez ve insanlar başıboş bırakılırdı. Ancak Allah Azze ve Celle Kıyamet Suresinde: “İnsan başıboş bırakıldığını mı zanneder?”3 buyurarak insanın başıboş bırakılmayacağını, kitap ve peygamber göndermek suretiyle hayatına yön verileceğini ifade etmektedir. Çünkü insan en güzel surette yaratılmış olan varlıktır ve aynı zamanda Allah’ın halifesi ve yeryüzündeki temsilcisidir. Dolayısıyla ona yol gösterilmemesi ve başıboş bırakılması mümkün değildir.
Kur’an-ı Kerim, insanın vahye ve peygambere ihtiyacı olduğu hakikatini anlatırken İsra Suresinde: “Biz, bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluluğa) azap edecek değiliz”4 buyurmaktadır. Ayet-i kerime insanın vahye ve peygambere ihtiyacı olduğunu ve aklın yetmeyeceğini ifade etmektedir. Vahiysiz ve peygambersiz sadece akılla her konuda doğruyu bulmak mümkün olsaydı peygamber gönderilmeden de helak edilmeleri caiz olurdu.
Doğru Yolu Bulmaları İçin İnsanlara 4 Nur Verilmiştir
Hidayeti bulmaları ve istikamet üzere yaşayabilmeleri için insanlara 4 nur verilmiştir: Fıtrat, Akıl, Vahiy ve Peygamber. Allah Azze ve Celle, yarattığı her insanı İslam fıtratı üzere yani İslam’a uygun ve İslam’a temayüllü olarak yaratmak suretiyle ona hidayet yolunu göstermiş ve ona 1. nuru vermiştir. Yalnız fıtrat, her zaman doğruyla yanlışı ayırt edememekte, yanlışlara ve haramlara karşı da arzu duyabilmekte olduğu için Allah Azze ve Celle, fren olsun diye 2. bir nur olarak insana aklı vermiştir. Ancak akıl da fıtrat gibi insana yetmemekte, akılla her meselede doğruya isabet edememekte ve her şeyi anlayamamaktadır. O yüzden dün yanlış dediğine bugün doğru demekte, bugün doğru dediğine de yarın yanlış diyebilmektedir. Doğruyu anladığında da her zaman ona uyamamaktadır çünkü akıl, nefsin baskısı altındadır. O yüzden insan çoğu zaman akla değil nefsine uymaktadır. Bu yüzden fıtratın ve aklın yetmeyeceğini bilen Allah Azze ve Celle, insana yol göstermek, nefis ve şeytanla mücadele edebilmesini sağlamak için 3. nur olan vahyi göndermiştir. Ancak vahiy, özellikle iman ile ilgili konuları daha açık ve tafsilatlı anlatıyor olsa da ibadet, ahlak, ahkâm ve muamelata dair meseleleri detaylı bir şekilde ele almamaktadır. Kıyamete kadar gelecek olan bütün meseleleri detaylı bir şekilde ele almış olsaydı 600 sayfalık bir kitap değil 600.000 sayfalık bir kitap bile yetmezdi. Bu durumda kitabın okunamayacağı ve mesajının kaybolacağı ortadadır. Bu sebeple Allah Azze ve Celle kitabını açıklaması ve insanlara hayatıyla örnek olması ve yol göstermesi için 4. nur olan Peygamberleri gönderdi.
İnsanın Örnek ve Model Bir İnsana Olan İhtiyacı
İnsanın sadece vahye değil vahyi uygulayarak gösterecek bir model insana da ihtiyacı vardır. Aksi halde herkes en temel meselelerde bile ayetleri farklı anlar ve Müslümanlar arasında büyük tartışmalar çıkardı. Mesela Kur’an-ı Kerim Bakara Suresinde: “Namazı kılın ve zekâtı verin”5 buyurmakta ancak bu ibadetlerin nasıl yapılacağını tafsilatıyla anlatmamaktadır. Bu ve benzeri ibadetlerin ve emirlerin nasıl yerine getirileceğini Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in uygulamasına ve açıklamasına bırakmaktadır. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in uygulaması ve açıklamaları olmasaydı Müslümanlar arasında dinin temellerinden olan namaz ve zekât konusunda bile büyük tartışmalar hatta savaşlar olabilirdi. İnsanların kendileri gibi insan olan ancak Allah Azze ve Celle tarafından hata yapmaktan korunan ve Allah’ın “en güzel örnek” dediği bir model insana sahip olmaları onlar için büyük bir nimettir. Dolayısıyla insanlar, peygamberleri bir baş belası olarak değil en büyük nimet olarak görmelidirler. Kur’an-ı Kerim Ahzab Suresinde: “Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Rasul’ünde güzel bir örnek vardır”6 buyurarak Hz. Peygamber’in tüm insanlık âlemi için en güzel örnek olduğunu, dolayısıyla O’na uyulması gerektiğini haber vermektedir.
Hz. Peygamber’e İtaat ve İttiba Edilmesi
İslam, sadece peygamberlerin peygamberliğini tasdik etmeyi değil aynı zamanda onlara itaati ve ittibayı (uymayı) emreder. Peygamberlere iman, aslında onları hem Allah’ın peygamberleri olarak hem de itaat ve ittiba edilmesi gereken kimseler olarak kabul etmektir. İman, tasdik etmektir ancak tasdik edilmesi gereken şekilde tasdik etmektir. Yani Allah’a iman ama nasıl? Kitaba iman ama nasıl? Peygambere iman ama nasıl? Tasdik önemli olduğu gibi tasdikin keyfiyeti yani nasıl ve ne şekilde olduğu da önemlidir. Allah’a, Kitaba, Peygambere ve diğer iman esaslarına iman, yanlış bir tasdik şeklinde gerçekleştiğinde değil ancak bu tasdik doğru şekilde gerçekleştiğinde makbuldür. Yani bir kimse, bir peygamberin peygamber olduğunu tasdik etse ancak ben ona itaat etmek ve uymak zorunda değilim dese peygambere iman etmiş sayılamaz.
Kur’an-ı Kerim Nur Suresinde: “Peygamberin emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya onlara acı bir azabın çarpmasından sakınsınlar”7 buyurarak peygambere itaat etmeyenleri Allah’ın azabı ile tehdit etmektedir. O halde peygambere itaat kişinin keyfine bırakılmamış demektir.
Allah Sevgisi Peygambere İtaat Etmeyi ve Uymayı Gerektirir
Kur’an-ı Kerim, Al-i İmran Suresinde “De ki: ‘Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir”8 buyurmaktadır. Ayet-i kerime, Allah sevgisinin Hz. Peygamber’e uymayı ve O’na itaat etmeyi gerektirdiğini açıkça ifade etmektedir. O halde Allah’ı sevdiğini söyleyip O’nun Peygamberine uymayanlar, Allah’ı sevdikleri iddiasında dürüst değillerdir. Yine ayet-i kerime Allah’ın bizi sevmesinin ve günahlarımızı bağışlamasının Peygamber’ine uymamıza bağlı olduğunu bildirmektedir. O halde Peygamber’ine uymadığımız ve itaat etmediğimiz müddetçe Allah bizi sevmeyecek ve günahlarımızı da bağışlamayacaktır. Ayet, Hz. Peygamber’e kupkuru bir imanın yetmeyeceğini, O’na uymamız gerektiğini kabul etmemizi ve O’na uymamızı emretmektedir. Çünkü Allah Azze ve Celle kitabında birçok şeyi tafsilatlı bir şekilde anlatmayacak ve açıklamasını Peygamberine bırakacaktır. Bu sebeple Kur’an’ı anlamak ve yaşamak isteyenler, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in açıklamalarına muhtaçtırlar ve Allah’ın Peygamber’ine uymayı ve itaat etmeyi farz olarak görmek zorundadırlar.
Kur’an-ı Kerim Nisa Suresinde: “Biz elçilerden hiç kimseyi, Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir gaye ile göndermedik”9 buyurarak tüm peygamberlerin itaat edilmek üzere gönderildiklerini dolayısıyla onlara itaatsizliğin caiz olamayacağını ifade eder.
Kur’an-ı Kerim’in Sünnetin Açıklamasına Olan İhtiyacı
Hz. Peygamber’in hadisleri ve sünneti hakkında şüpheler uyandırmak isteyen ya da “Kur’an bize yeter” diyerek sünneti inkâr eden ya da önemsiz hale getirmeye çalışan İslam düşmanları, gerçekte Kur’an’ın anlaşılmasını istemediklerinden ve Müslümanlar arasında tartışmalar çıkmasını istediklerinden bu fitne görüşü ortaya atmışlardır. Çünkü sünnetin açıklamaları olmadan birçok ayet özellikle de ahkâm ayetleri hakkıyla anlaşılamaz, sapmalardan kurtulmak mümkün olmaz ve Müslümanlar arasında tartışma bitmez. Kur’an’ın anlaşılmasını istemeyen, böylece zamanla Kur’an’ın terk edilmesini sağlamaya çalışan ve Müslümanların arasına tefrika sokmaya çalışanlar, bu fitnenin arkasındaki gerçek güçlerdir. Kur’an ayetlerinin Hz. Peygamber’in açıklamalarına ihtiyacı vardır ve bu, inkâr edilemez bir gerçektir.
Allah Azze ve Celle kitabını açıklayan bir peygamber göndermek suretiyle bütün açık kapıları kapatmış ve insanlara hiçbir haklı mazeret bırakmamıştır. Sünnetin açıklamaları sayesinde temel konularda büyük oranda ittifak sağlanmış ve tartışma noktaları azaltılmıştır. Sünnetin açıklamaları elbette ki ilmî tartışmaları kökünden kesmemiştir. Çünkü Allah Azze ve Celle hem kullarının ilmî araştırmalar yaparak akıllarını kullanmalarını ve ilmi geliştirmelerini istediği hem de bu şekilde sevap ve derece kazanmalarını istediği için bütün konuları Kur’an ve Sünnet ile açıkça ortaya koymamıştır. Kur’an ve Sünnette bazı kapalı noktalar bırakarak ilim ehlini bu konularda içtihat yapmaya teşvik etmek istemiş ve insana değer vermiştir. Sünnetin açıklamaları sayesinde Kur’an ve Sünnette belirtilmeyen konularda içtihat yapmak isteyen alimler, Sünnetten elde ettikleri Fıkıh kaideleri ile daha rahat içtihat yapabilme ve bulundukları toplumun sorunlarını İslam hukukuna göre çözebilme imkânı bulmuşlardır.
Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kitabı beyan ve açıklama görevi olduğunu Kur’an-ı Kerim Nahl Suresinde şu şekilde ifade eder: “(Peygamberleri) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.”10 O halde Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in vazifesi kitabı sadece tebliğ etmek değil aynı zamanda onu açıklamaktır. Yani Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir postacı olarak değil Kur’an’ı açıklayan bir Rasul ve usvetun hasene (en güzel örnek) olarak gönderilmiştir. Dolayısıyla peygambersiz bir şekilde vahyi anlamak çoğu zaman mümkün değildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim birçok konuya detaylarına girmeden ana hatlarıyla temas eder, açıklamasını ise Hz. Peygamber’e bırakır.
Usul-ü Fıkıh ilminde de açıklandığı üzere Sünnet, Kur’an’ın mücmel olarak gelmiş ayetlerini tafsil eder yani kitapta icmalen (ana hatlarıyla ve detaysız bir şekilde) gelmiş ve tafsilatı belirtilmemiş olan ayetleri açıklar. Sünnet, Kur’an’ın mutlakını takyid eder yani bazen Kur’an’ın mutlak bir ifade ile gelmiş olan ayetlerinin mutlak olmadığını ve sınırlı olduğunu açıklar. Sünnet, Kur’an’ın âmmını tahsis eder yani umumi bir ifadeyle gelmiş olan Kur’an ayetlerinin her durumu kapsamadığını, belirli durumlara has olduğunu ortaya koyar. Bunlar ve benzeri yöntemlerle Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kitabı (vahyi) açıklama görevini yerine getirmiş olur. Kur’an’ın belirtmediği ölçüleri, şer’i cezaları ve cüz’i meseleleri tayin eder. Kur’an’ın hüküm koymadığı konularda müstakil olarak hüküm koyar.
Hz. Peygamber Heva ve Arzularına Göre Konuşmaz, O’nun Konuşması Vahiydir
Kur’an-ı Kerim, Necm Suresinde: “O, hevadan (kendi arzu ve tutkusuna göre) konuşmaz. O, yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir”11 buyurmaktadır. Ayette “O, yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir” buyrulurken “O” derken ne kastedildiği müfessirler arasında tartışma konusu olmuştur. Bazılarına göre “O” derken kastedilen Kur’an’dır. Yani Kur’an, vahyedilen bir vahiydir ve Hz. Peygamber’e ait değildir. Bazılarına göre ise “O” derken kastedilen Hz. Peygamber’in nutku yani konuşmasıdır. Yani Hz. Peygamber’in konuşması, vahyedilen bir vahiydir ve dolayısıyla herkesi bağlayıcıdır. Onun için Allah Azze ve Celle Haşr Suresinde: “Rasul size ne verirse onu alın, sizi neden sakındırırsa ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır”12 buyurmuştur. Ayet-i kerime, Peygamberin koyduğu hükümler arasında bir ayrım yapmamış ve hepsine uyulması gerektiğini belirtmiştir. Emretse de yasaklasa da. Farz kılsa da haram kılsa da. Her durumda O’na itaat farzdır. O’na itaat, mutlak itaattir ve hiçbir şarta bağlanamaz ve sınırlandırılamaz. Yani “şöyle derse itaat ederiz, böyle derse itaat etmeyiz” denilemez. Çünkü O, hevasından konuşmaz. Bazen en doğru söze ve davranışa isabet etmez ve zelle işleyecek olursa Allah Azze ve Celle vahiyle O’nu düzeltecektir. Bunun örnekleri Kur’an’da mevcuttur. Dolayısıyla Allah’tan bir ikazın veya düzeltmenin olmadığı durumlarda Allah Azze ve Celle, O’nun yaptığını veya söylediğini kabul etmiş demektir. O halde Hz. Peygamber’in sünneti kıyamete kadar tüm Müslümanları bağlayıcıdır.
Hz. Peygamber’in bir Peygamber ve İslam davetçisi olarak İslam adına yaptığı konuşmalar ya da Kur’an’ı açıklama mahiyetinde olan konuşmaları vahiy kaynaklıdır. Vahiy, vahy-i celî ve vahy-i hafî olarak ikiye ayrılır. Vahy-i celî, manası da lafzı da Allah’tan olan vahiydir. Yani Kur’an-ı Kerim’dir. Vahy-i hafî ise manası Allah’tan olsa da kelimeleri Hz. Peygamber’e ait olan vahiydir. Bu tür vahyin kelimeleri, Kur’an gibi Allah’tan değilse de yine de mana olarak vahye dayanmaktadır. O halde her iki vahiy çeşidi de Müslümanları bağlayıcıdır.
Hz. Peygamber’in bir peygamber ve İslam davetçisi olarak değil de bir insan olarak ve nübüvvetle ilgisi olmayan konularla ilgili yaptığı konuşmalar, sahabeyle istişare ederek aldığı kararlar veya Allah’ın düzelttiği içtihatları vahiy değildir. Ancak bunların dışındaki her sözünün vahy-i hafî olduğunu ve vahyin tesiriyle söylenmiş olduğunu kabul etmek icab eder. Çünkü Hz. Peygamber’e sadece kitap verilmemiş, Kur’an’da da belirtildiği üzere aynı zamanda hikmet, mizan ve nur verilmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber’e: “Senden duyduklarımı yazayım mı?” diye soran bir sahabiye Hz. Peygamber: “Yaz! Allah’a yemin ederim ki benim ağzımdan haktan başka bir şey çıkmaz” buyurmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber’e Kur’an dışında da vahiy gelmiştir. Bunlara Kur’an gibi okunmadığı ve Hz. Peygamber’e mana olarak gelip kelime kelime gelmediği için “okunmayan vahiy” manasında “Vahy-i ğayr-i metluv” denilmiştir. Namazın nasıl kılınacağı ve ilk zamanlarda Mescid-i Aksa’nın kıble olarak tayin edilmesi gibi birçok hüküm, Kur’an dışında vahiyle Hz. Peygamber’e bildirilmiştir.
Kur’an-ı Kerim Nisa Suresinde: “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine döndürün (arz edin). Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız”13 buyurmaktadır. Allah’a itaat Kur’an’a itaat ile, Peygamber’e itaat ise Hz. Peygamber’in sünnetine itaat ile olur. O halde anlaşmazlık durumlarında Kur’an’a ve Sünnete bakılacaktır. Sünnet inkarcılarının iddia ettiği gibi Peygamber’e itaatten maksat yine Kur’an’a itaat demek olsaydı o zaman ayette gereksiz bir tekrar olmuş olurdu. Oysaki Kur’an-ı Kerim’de gereksiz tekrar yoktur.
Ayette hem Allah hem de peygamber için “itaat edin” kelimesi tekrar edilerek peygambere itaatin de Allah’a itaat gibi mutlak olduğu, sınırlı ve şartlı olmadığı ifade edilmek istenilmiştir. O halde peygambere itaat, Allah’a itaat gibi mutlaktır. Ulu’l-emre itaate gelince ayette ona itaatin Allah ve Rasul’üne itaat gibi mutlak olmadığı ve şartlı olduğunu ifade etmek için “itaat edin” kelimesi tekrar edilmemiştir. Yani ulu’l-emrin talimatı, Allah ve Rasul’ünün emirlerine aykırı olmadıkça ona itaat edilecek, aykırı olduğunda ise itaat edilmeyecektir.
Hz. Peygamber’in Sünneti, Müstakil Bir Teşri’ (Hüküm Koyma) Kaynağıdır
Sünnet, Kur’an’ın dışında müstakil bir teşri’ kaynağıdır. Sünnet ve hadisler, Kur’an’da olan hükümleri açıkladığı gibi Kur’an’da olmayan yeni hükümler de koyabilir. Onun için Kur’an-ı Kerim Nisa 59’da ve başka ayetlerde Hz. Peygamber’e itaati mutlak bir ifadeyle emretmiş ve hiçbir şekilde sınırlandırmamıştır. Ayrıca Kur’an-ı Kerim, Araf Suresinde: “Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi olan elçiye (Rasul) uyarlar; o, onlara iyiliği emrediyor, kötülüğü yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor”14 buyurarak Hz. Peygamber’in helal ve haram kılma yetkisi olduğunu açıkça belirtir.
Hz. Peygamber: “Bana Kur’an ve onun bir misli daha verilmiştir. Karnı tok bir halde rahat koltuğunda oturarak ‘Şu Kur’an’a sarılın, onda helal olarak ne görmüşseniz onu helal kabul edin, neyi de haram görmüşseniz onu haram bilin’ diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir. Şüphesiz ki Allah Rasul’ünün haram ettiği şey, Allah’ın haram ettiği şey gibidir”15 buyurmak suretiyle kendisinin haram kılma yetkisi olduğunu açık bir şekilde ifade etmiştir. O halde helal ve haramlar sadece Kur’an’la tayin edilmez, sünnetle de tayin edilir. Kur’an’ın haram kılmasıyla sahih sünnetin haram kılması arasında bir fark yoktur. Bu, Hz. Peygamber’in -haşa- Allah’a denk olduğu manasına gelmemektedir. Elbette ki Hz. Peygamber Allah’ın kuludur. Burada kastedilen, bu haramın ya da farzın Kur’an tarafından belirlenmiş olmasıyla sünnet tarafından belirlenmiş olmasının bir farkının olmadığıdır. Çünkü Allah Azze ve Celle, mesajın kaybolmaması için kitabını binlerce hükümle doldurmak istememiş, ahkâmın çoğunluğunu Hz. Peygamber’in diliyle insanlara öğretmek istemiştir. Onun için de Peygamber’e yani O’nun açıklamalarına itaati emretmiştir.
Kur’an-ı Kerim Nisa Suresinde: “Kim Rasul’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur”16 buyurmaktadır. Çünkü Rasul’e itaati emreden Allah’tır. Dolayısıyla Rasul’e itaat eden, aslında Allah’a itaat etmiş olmaktadır. Unutulmamalıdır ki Peygambere itaat, O’nu “Allah gibi” görerek itaat değil “Allah için” itaat etmektir. Konu doğru bir şekilde anlaşıldığında Peygamber’e itaati Allah’a şirk koşmak gibi görme cehaletinden kurtulunacaktır.
Hz. Peygamber İlah Değil İnsandır Ancak Kendisine İtaat Farz Olan Bir İnsan
Hz. Peygamber, elbette ki bir ilah değildir; insandır, acizdir, rızıklanmaktadır, uyumaktadır, ölümlüdür ve ğaybi de bilmemektedir. O bir insandır ancak öyle bir insandır ki O’nun yanında yüksek sesle konuşmak ve O’na bağırmak kişinin bütün amellerinin yok olmasına sebep olabilir. Hucurat Suresinde: “Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona bağırıp-söylemeyin; yoksa şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider”17 buyurulmuştur. Böyle olan ikinci bir insan yeryüzünde mevcut mudur?
Hz. Peygamber insandır ancak öyle bir insandır ki ihtilaf edilen meselelerde O’nu hakem yapmayan ya da hakem yaptıktan sonra O’nun verdiği hükme razı olmayan ve teslimiyet göstermeyen kimselerin iman iddiaları reddedilmektedir. Kur’an-ı Kerim Nisa Suresinde: “Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar”18 buyurmuştur. Kendisine tam bir teslimiyetle teslim olunulmadığında imanın reddedildiği ikinci bir insan yeryüzünde var mıdır?
Hz. Peygamber bir insandır ancak O, kendisine mutlak itaatin farz olduğu, itirazın haram olduğu, helal ve haram kılma yetkisine sahip olan Allah’ın Rasulü’dür. Şairin dediği gibi: “Muhammed beşerdir, ancak diğer beşerler gibi değil. Taşların içinde yakut gibidir.” Evet, yakut da taştır elmas da. Buna dayanarak kim sokaktaki taşın yakuta ve elmasa denk olduğunu ya da yakut ve elmasın sokaktaki taşla aynı değerde olduğunu söyleyebilir?
Konuyu Hz. Peygamber’in hadisi ile bitirelim. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla sapmazsınız: Allah’ın kitabı ve benim sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir”19 buyurarak ümmetini sapmaktan korumaya çalışmış, Kur’an ve Sünnetin birbirinden ayrılamayacağını ifade etmiştir.
Allah Azze ve Celle, cümlemize Hz. Peygamber’e itaat ve ittiba etmeyi ve O’nun izinden gitmeyi nasip eylesin. Allah’a emanet olun.
1. Kasas, 68
2. Al-i İmran, 33
3. Kıyamet, 36
4. İsra, 15
5. Bakara, 43
6. Ahzab, 21
7. Nur, 63
8. Al-i İmran, 31
9. Nisa, 64
10. Nahl, 44
11. Necm, 3-4
12. Haşr, 7
13. Nisa, 59
14. Araf, 157
15. Ebu Davud, İbni Mace, Darimi
16. Nisa, 80
17. Hucurat, 2
18. Nisa, 65
19. Hâkim, 1/93
