Kapak

Hz. Peygambere Bağlananların Vasıfları

Paylaş:

                Kur’an’daki onlarca ayet Rasulullah’a itaati ve O’nun gösterdiği istikamette ilerlemeyi emrediyor. “Usve-i hasene” (en güzel örnek) olarak Allah’a kullukta rol modelimiz olan Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e ve O’nun temiz siretini anlamaya, O’nun davasına azı dişlerimizle yapışırcasına bağlanmaya (i’tisam) muhtacız.

                “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin”1 ayetine dayanarak diyebiliriz ki, Rasulullah’a ittiba Allah’ı sevip-sevmediğimizin bir göstergesi olarak karşımıza konuluyor. Bu davanın lideri olan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e bağlanmadan O’nun getirdiği davaya tam manasıyla nasıl bağlanılabilir?  Öyleyse bunu yapabilmek için, şüphesiz bu dini en sağlıklı şekilde anlayan, kavrayan ve tatbik noktasında Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i adım-adım izleyen sahabenin örnekliğine ihtiyacımız vardır.

                Sahabe-i Kiram’ın imanlarının sağlamlığında en büyük etkenlerden birisi şüphesiz Rasulullah’ın aralarında olması ve O’nun manevî havasını solumalarıydı. Çünkü onlar inançlarını, amellerini ve ahlâkî değerlerini ilk kaynağından alıyorlardı. Vahyin inişine ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in mücadelesine şahit oluyorlar, başlarına gelen sıkıntıları birlikte göğüslüyorlardı. Tüm bunlar, onlarda Allah’a ve Rasulüne tam bir bağlılıkla beraber sarsılmaz bir imanın oluşmasını sağlıyordu. Bu onları öyle bir noktaya getirmişti ki artık davaları ve liderleri uğruna yapamayacakları fedakârlık, aşamayacakları engel adeta yok gibiydi. Tıpkı sahabe gibi bizi de Rasule ve davasına bağlılığa götürecek olan bazı vasıflar üzerinde duracağız. 

                Hürriyet Anlayışı

                Gerçek hürriyet, bağlanılması gereken şeylere bağlanmak, bağlanılmaması gereken şeylerin etkisinden kurtulmakla mümkündür. İnsan için sınırsız özgürlük söz konusu değildir. İnsandan istenen kendisine verilen iradeyi (tıpkı kâinattaki her şey gibi) Allah’a teslim etmesi ve bu anlamda en geniş özgürlüğe kavuşmasıdır.

                Esir toplumlar, özgürlüklerini (iradelerini) Allah’ın razı olmadığı başka iradelere ipotek ettirdiklerinden, böylesi toplumlardan hür insanlar çıkamamaktadır. Nitekim İsrailoğullarına, Musa Aleyhisselam zamanında pek çok mucize gösterildiği halde, yıllarca esaret hayatı yaşamalarından dolayı bir türlü içlerindeki buzağı sevgisinden (buzağı o günün sistemini, hâkim güçlerini temsil ediyordu) kurtulamamışlardı. Bu esaret bağından kurtulamadıkları için de bir türlü hürriyet bağına (Allah’a ve Rasulü Musa’ya) bağlanamıyor, itaat ve bağlılıklarını göstermeleri gereken en küçük bir emirde isyan ediyorlardı. “İşittik ve isyan ettik” cümlesi İsrailoğullarıyla adeta özdeşleşmişti.

                Kur’an, İsrailoğullarını “İşittik ve isyan ettik” sözleri ile zikrederken, Ümmet-i Muhammedi ise “İşittik ve itaat ettik” sözleri ile zikrediyor. Bu durumun tarihsel arka plânına bakacak olursak; Allah Azze ve Celle Rasulünü göndermeden önce, Mekke’de deyim yerindeyse ortamı ve şartları uygun hâle getirmişti. Bunun için öncesinde Fil Vakası’nda geçtiği üzere Ebrehe ve ordusundan yana Kâbe’ye karşı girişilen yıkım tehlikesi bertaraf edilmiş, Mekke toplumunun esir bir toplum olması önlenmiştir. Bu vakanın pek çok hikmetlerinden belki de en önemlisi budur. Böylelikle o güne kadar Roma, Fars ve Hint Medeniyetlerinden fazlaca etkilenmeyen, herhangi bir devletin boyunduruğu altına girmeyen, dünyanın diğer bölgelerine göre daha özgür kabileler topluluğu olan Mekke, son Peygambere hazırlanmış oluyordu. Böyle bir toplumda ortaya çıkan Hz. Peygamber ve getirmiş olduğu mesaj, hürriyetine düşkün olan insanlardan olumlu karşılık buluyordu. Gerçek hürriyetin; kullara ve onların meydana getirdikleri sistemlere bağlılıkta değil, Allah’a ve Rasulü’ne bağlılıkta olduğunun lezzetine varanlar, bu sağlam kulpa bir daha kopmamacasına bağlanıyorlardı. Hele de o günün toplumunda köleleştirilmiş olanlar, özgürlüğün tadına varınca, işkenceler bile onları yollarından döndürmeye yetmiyordu.

                Bugün, Allah’a ve Rasulü’ne bağlanıp hür olmayı seçenler, evvela kendi prangalarından (nefsin arzularından ve dünya sevgisinden) kurtulmalıdırlar. Şan-şöhret, makam, şehvet, ideolojiler ve izmler gibi sahte bağlardan kurtuldukları gün, hürriyete kavuşmaya aday olurlar.

                Fedakârlık

                Rasulullah’a bağlılık, elbette sadece kuru bir sözden ibaret değildir. Rasulullah’a bağlılık; Mekke’de kızgın kumlara Bilal gibi yatırılmak, Ammar gibi işkenceye uğramak, hep birlikte ambargoya maruz kalmak, Taif’te taşlanmak, girilen her çadırdan kovulmayı göze almaktır. Çünkü başa gelen bu çileler, Allah Azze ve Celle’nin sünnetidir. Allah’a, Rasulü’ne ve davasına bağlılık iddiasında olanlar mutlaka imtihanlara maruz kalacaklardır. Davası ve lideri uğruna her şeyi göze almak, sıkıntılı zamanlarda kendisi ve ailesini değil de davayı düşünebilmek, ancak fedakâr insanların yapabileceği iştir. İslam davası bu günlere böylesi insanların omuzlarında gelebilmiştir. Kendi rahatını düşünen, zor işleri başkasına havale eden insanlarla, davanın bu günlerden geleceğe taşınması mümkün değildir. Rasulullah’a bağlılık, O’nu tüm meselelerde örnek almaksızın gerçekleşmiş olamaz. O’nun en büyük özelliği mücadelesiydi ve bunu yaparken her şeyini feda edebilmesiydi. “Allah Azze ve Celle ya beni bu davada muzaffer kılar ya da ben bu yolda ölürüm” ifadesindeki kararlılığı gösterebilmesiydi. O’nu örnek alanlar da her şeylerini ortaya koyuyorlardı. Öyle ki, bu yolda bedenlerini ortaya koyup şehid olurlarken bile davanın liderini düşünüyorlardı. Sa’d b. Rebi’ye; “Ey Zeyd! Kavmim Ensar’a de ki: ‘Gözlerini açıp kapamaya güçleri yettiği müddetçe, Allah’ın Peygamberine bir şey olursa, Allah katında mâzur sayılmazlar’3 dedirten böyle bir bağlılık ve fedakârlık anlayışıydı.

                Cesaret

                Herkesin inkâr ettiği zamanda Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yanında olmak, gerektiğinde siyahıyla beyazıyla tüm insanları karşısına almayı göze almak, emrolunanı gürleyerek söyleyebilmek cesaretsiz insanların başarabileceği bir iş değildir. Rasulullah’ın bağlılarında cesaret vasfına dair örnekleri siyer kitaplarında fazlasıyla okumaktayız. Erkam b. Ebil-Erkam’ın Mekke’nin en zor zamanlarında genç yaşına rağmen evini İslam’a açması, Hz. Ali’nin hicret sırasında Rasulullah’ın yatağına yatması, Abdullah b. Mes’ud’un ilk defa Mekkelilere açıktan Kur’an okuması vs. hep cesaret örnekleridir.

                Hak davanın bağlıları, bâtıl davanın temsilcilerinden ve onların yapacaklarından korkmadıklarını göstermeli, davalarını ortaya koyarken tavizsiz ve dik durabilmelidirler. Hakîkati, Musa’nın âsâ mucizesinde gören sihirbazların, Firavun’un tehditlerine karşılık “La dayr” (zararı yok, yap yapacağını) demesi gibi bugünün zalimlerine demeli, tavırlarını ortaya koyabilmeli, cesaretin ömrü kısaltmadığını tüm korkaklara öğretmelidirler.

                Rasulullah’a bağlılığın gerektirdiği vasıflar şüphesiz bu kadar değildir. Son olarak şunu söyleyebiliriz: Allah’ta, Rasulullah’ta, davada ve cemaatte bizi mutmainliğe götürecek, muhabbetimizi ve bağlılığımızı artıracak vasıfları kazanmak zorundayız. Ayaklarımızın bu yolda sabit kalabilmesi, bağlılığımızın derecesi ile doğru orantılıdır. Davasına âdeta nikâhlanmışçasına bağlı olanlarla, sadece uzaktan seven ve sempati duyanların bağlılığı aynı değildir. Bilmeliyiz ki davaya ve birbirimize olan bağlılığımız, bizi yıkmak isteyen şer odaklarına karşı koruyan bir kalkan olacak, birlik ve beraberliğimize kastedecek her türlü tehlikeyi bertaraf edecektir Allah’ın izniyle.

1- Âl-i İmran, 31

2- Maide, 53

3- M. Yusuf Kandehlevi, Hayatussahabe, cilt 1, s. 502.