Başyazı

İdealist İnsan Olmak -3

Paylaş:

Hamd; gönderdiği kitabı ile kullarına dünya hayatında idealler belirleyen ve idealleri gerçekleştirmenin yollarını gösteren Allah Azze ve Celle’ye, Salat-u Selam; gösterilen kutlu ideallere kilitlenmiş, bir eline ayı, bir eline güneşi verseler ideallerinden dönmeyecek kararlılıkta olan Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam ise; Rabbimizin gösterdiği ideallere ulaşmaya çalışan, bu yolda mücadele eden kardeşlerime olsun…

İdealist insanın özelliklerini anlatıyordum. Kaldığım yerden devam ediyorum…

  1. İdealist İnsanlar Konuşmayı Değil Düşünmeyi ve Okumayı Tercih Ederler

İdealist insanlar konuşmayı değil yalnız kalmayı daha çok severler. Çünkü onların idealleri vardır ve ideallerine ulaşabilmeleri için düşünmeleri ve okumaları lazımdır. Onlar, insanlarla ne kadar bir arada olmaları gerekiyorsa o kadar bir arada olur ve geri kalan zamanlarını düşünmeye ve okumaya verirler. İdealist olmayanlar ise konuşmayı ve sürekli insanlarla bir arada olmayı severler. İdealist olmayanlar konuşmayı sevdikleri için insanlarla bir arada olurken idealistler ise ideallerine ulaşabilmek için insanlarla bir arada olurlar. Çünkü insanlarla bir araya gelmeden ideallerine ulaşmalarının mümkün olmadığını bilirler.

  1. İdealist İnsanlar Rotadan Sapmamaya Çok Dikkat Ederler

İdealist insanların en çok önem verdiği şey rotadır. “Gemimiz bir derece sapmasın” derler, dümene sarılırlar, bir derece sapmaya bile razı olmazlar.  İdeali olmayanlar ise yirmi derece de sapsalar umurlarında olmaz. “Nasılsa niyetimiz iyidir, bu kadarcık sapma ile bir şey olmaz” derler. Her tavizi verip sonra da; “Allah kalbimizi bilmiyor mu?” diye konuşan Müslümanlar gibi... Böylelerinin idealleri olmadığı için sapma umurlarında olmamaktadır. Hâlbuki Allah Azze ve Celle, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e: “Emrolunduğun gibi istikamet üzere ol”1 buyurmaktadır. Peygamberler bile rota meselesinde özgür bırakılmamış, kendilerine göre bir istikamet belirleme ve rotayı değiştirme hakkı verilmemiştir. Onlar da Allah’a itaat etmek ve Allah’ın emrettiği istikamete girmek zorundadırlar. Çünkü gayretlerinin Allah katında değerli olması ve hedeflerine varabilmeleri için başlattıkları Tevhidî hareketin Allah adına ve Allah’ın emrettiği metod ve stratejiye göre olması gerekmektedir.

İdealinin doğruluğuna inanmış idealist insanlar, ideallerinden asla taviz vermezler. Taviz verenler idealist değiller demektir. Kur’an-ı Kerim dinden taviz verilmesini yasaklamakta ve: “İnkâr edenlerin hiçbirine itaat etme! Onlar isterler ki sen yumuşak davranasın da onlar da (sana karşı) yumuşak davransınlar”2 buyurmaktadır. Allah Azze ve Celle bu ayetiyle kafirlerin tuzaklarından ve Peygamberimizi ılımlı hale getirme stratejilerinden haber vermekte, Peygamberimiz ılımlı hale gelirse onların da ılımlı hale geleceğini bildirmekte, ancak kafirlere itaatin davadan ve idealden saptıracağını haber vermektedir. Onların bu stratejilerine karşı, Peygamberimize karşı strateji göstermekte, onlara itaati menetmekte ve Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i idealden sapmaya karşı korumaktadır.

Allah Azze ve Celle: “De ki: ‘Ey kâfirler! İbadet etmem ibadet ettiklerinize… Sizin dininiz size, benim dinim banadır”3 buyuruyor. İbadet, itaat manasında olduğuna göre ayet-i kerime: “İtaat etmem itaat ettiklerinize, kulluk etmem kulluk ettiklerinize” demiş olmakta, kullara kulluğu reddetmekte ve hak dava uğrunda sonuna kadar mücadele edileceğini, ideallerden asla vazgeçilmeyeceğini, dinden asla taviz verilmeyeceğini dünyaya ilan etmektedir. İdealist insan, idealine başka hiçbir şeyi bulaştırmaz. Kâfirun Suresi, kendi davasının doğruluğundan, karşı tarafın ise yanlışlığından emin olan ve ideallerinden vazgeçmeyecek idealist insan yetiştirmektedir. “Karşı taraftakilere biraz yaklaşalım, biraz işin oluruna gidelim, biraz onlardan taviz biraz bizden taviz olsun” diye düşünülmesine müsaade etmemektedir. Kafirlerle aramızda köprü yoktur, uçurum vardır. Biz dinimizden en küçük bir taviz veremeyiz çünkü dinimiz Allah’tandır, onlar ise taviz verebilir hatta inançlarını tümden bile değiştirebilirler. Çünkü dinleri veya ideolojileri kendilerinin ya da atalarının uydurmasıdır.

Bugün Müslümanların ideallerinden büyük sapmalar gösterdiklerini ve savrulduklarını görüyoruz. İdealde kararlılık ve ideale bağlılık olmayınca önlerine herhangi bir engel çıktığı zaman “Demek ki böyle gidilmiyor, o zaman şöyle gidelim, sonuçta yine aynı istikamet sayılır” diyebiliyorlar. Hâlbuki o zaman hedef ve ideal başka, gidilen yol başka olacak ve dolayısıyla hedefe hiçbir zaman ulaşılamayacaktır.  Hatta ideale götürmeyen yollar kişilerin ya da hareketlerin dönüşmesine sebep olacaktır. Sapmalarda ilim eksikliği bir sebep olduğu gibi idealde kararlılığın olmaması da bir sebeptir.

Maalesef günümüzde eğik-bükük Müslümanlar çoğaldı. Müslümanlar, İslam davasını bıraktılar ve demokrat oldular. Hatta bir kısmı laikliği bile savunmaya başladılar. Çünkü zaten birçoğu İslam Medeniyeti idealine tam inanmış değillerdi ve maalesef bu idealin ne olduğunu da bilmiyorlardı. Yalnızca idealin edebiyatını yapıyorlardı. Böyle olunca savrulmalar kaçınılmaz oldu.

Bir televizyon programı öncesi televizyonun sahibiyle çay içmiştik. Bana: “Hocam, ben sizi takip ediyorum, takdir ediyorum, eleştirilerinizin hepsi de doğru. Ben AKP’liyim, orada görevler yaptım. Doğru konuşuyorsunuz ancak biraz sert konuşuyorsunuz fakat o da lazım. Çünkü yumuşak söylendiği zaman bu insanlar anlamıyorlar. Ben de bir gün partiden bazı yetkililere: ‘Siz davanın ırzına geçtiniz. Davayı bitirdiniz. Demokrat olduk, laik olduk’ dedim” diyerek hatırasını anlattı. Aslında bundan da anlaşılıyor ki bilenler durumun farkındalar. Sessiz sessiz ve yavaş yavaş dava bitirildi.  Diyelim ki parti yetkilileri şantaj altındalar, kendilerini kurtarabilmek için her şeye “evet” diyorlar yahut da demokrasinin ve laikliğin doğru olduğuna inanmışlar. Olabilir. Peki, Müslüman camia neden laikliğin tavsiye edilmesine sessiz kalıyor? Çünkü ya idealleri yok ya da ideallerine gerçekten inanmamışlardır.

Onların düşüncesine göre sistem yavaş yavaş değiştirilecekti fakat görünen o ki sistem onları değiştirdi. Dava bitti! İdeal bitti! Eğer demokrasi ve laiklik savunulacaksa zaten demokrasiyi ve laikliği savunan partiler var. Dolayısıyla bir fotokopisine ihtiyaç yok. Deniz Baykal’ın çarşaf açılımı, çarşaflıların oylarını almasını sağlayamadığı gibi muhafazakârların Atatürk açılımı, 10 Kasım açılımı da laiklerin oylarını almalarını sağlayamaz. Böyle davrananlar “Allah kalbimizi biliyor. Biz aynıyız sadece öyle gösteriyoruz” diye düşünüyor olabilirler. Diyelim ki kendileri hocalarından öğrendikleri bilgiler sayesinde demokrasi ve laikliğin İslam’a uygun olmadığını biliyor ve sadece rol yapıyorlar. Peki, kendileri demokrasi ve laikliği savundukları takdirde İslam’ı bilmeyen insanların, özellikle gençlerin dini yanlış öğreneceklerini ve bu ideolojileri gerçekten kabul edip imanlarını kaybedebileceklerini düşünmüyorlar mı? Ayrıca Peygamberlerin bu şekilde ikiyüzlü ve tavizkar davranarak bir yerlere gelme metodunu izlemediklerini bilmiyorlar mı?

1920’li yıllardan sonra halk; ezana bile karışan, Türkçe ezan okutan, Kur’an öğretimini yasaklayan, çarşafı yasaklayan, Hilafeti kaldıran, laikliği dayatan, zorla şapka giydiren, bazı yerlerde camileri ahıra çeviren; içkiyi, kumarı, faizi, zinayı, Batının kılık kıyafetini ve kanunlarını getiren devleti artık sevmez oldu. Devlet ile millet arasındaki duygusal bağ kopmaya başladı. İslam düşmanları durumun kötüye gittiğini, devletin sevilmez hale geldiğini görünce ezanın Arapça okunmasına izin verdiler. Böyle bir atmosferde Adnan Menderes, ezanın yeniden Arapça okunmasına vesile olmuş oldu. Aslında derin devlet anlattığım sebeplerle buna müsaade etmişti. Hayrettin Karaman bir kitabında o dönemde yaşananları şöyle anlatıyor: “Halka, Arapça ezan okunacak diye bir haber gelmişti. Herkes caminin önüne gidip beklemiş ve müezzin çıkıp: ‘Allah-u Ekber, Allah-u Ekber’ deyince herkes ağlamaya başlamıştı.” Ezan Arapça okununca sanki memlekete İslam hâkim olmuş gibi rahatlamışlardı. Müslümanların idealleri, hedefleri ve talepleri bu kadar küçük olunca onları kandırmak da çok kolay oldu. Şu bir gerçek ki; Müslümanların son yüz yıldır ciddi bir idealleri aslında hiç olmadı. İdealleri ve talepleri, sadece Arapça ezan ve başörtüsü gibi meseleler değil hayata dair tüm meselelerde Allah’ın hakimiyetinin gerçekleşmesi, ülkede Allah’ın dediğinin olması ve İslam Medeniyetinin gerçekleşmesi olmadıkça İslamî bir ideale sahip sayılamazlar.

Anlatılanlara göre gazeteci Metin Toker (İsmet Paşanın damadı) ezanın tekrar Arapça okunmasını o zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a sorar ve: “Başbakan Adnan Menderes Arapça ezana müsaade edince, siz neden engel olmaya çalışmadınız, neden müsaade ettiniz? Cumhurbaşkanıydınız, imzalamasaydınız” deyince; Celal Bayar bunun sebebini bir misalle açıklar ve: “Barajın önünde su birikmişti. Su yükselince barajın kapaklarına çok basınç yapmaya başladı. Çare bulmasaydık baraj patlayacaktı. Barajın kenarlarından kanallar açtık. Suyu oradan kanallara verdik. Su azaldı, basınç düştü, baraj kurtuldu” der. Yani kendilerince bir taviz verdiler, Arapça ezana müsaade ettiler, bu tavizle halkı sakinleştirdiler ve barajı yani laik rejimi kurtardılar. Böylece saltanatlarını devam ettirdiler.

Müslümanların idealleri ezan ve başörtüsü gibi idealler olursa onları kandırmak tabi ki kolay olur. Hâkim güçler sanki yasaklamaya hakları varmış da buna rağmen Arapça ezana izin vermişler gibi Müslümanları 71 yıldır susturdular. Okullarda ve kamusal alanda başörtüsüne izin vererek de herhalde 50 yıl daha susturacaklardır. Müftülere nikâh kıyma yetkisi de verilince artık Müslümanların hiçbir sorunu ve talepleri kalmamış olsa gerektir (!) Eğer ideallerini iyi anlamış, “Allah’tan başka otorite yoktur ve bazı konularda değil her konuda Allah’ın dediği olmalıdır” diyen Müslümanlar yetiştiremezsek, İslam düşmanları bizi çok rahat kandırmaya devam edeceklerdir.

  1. İdealist Olanlar Davalarından Dönmez, İdeallerinden Vazgeçmezler

Gerçek idealistler ideallerinden dönmezler. İdeallerinden dönenler gerçekte geçmişte de idealist sayılamazlar. Otuz beş-kırk yaşlarına gelince adeta davadan emekliliğe ayrılan ve ideallerinden vazgeçenler, sonra da gençlere: “Biz de sizin gibi eskiden çok idealisttik ama zamanla bu hale geldik, siz de bizim gibi olacaksınız” diyenler olduğunu görüyor ve duyuyoruz. Böyle konuşanlar gençlere kötü örnek olmaktadırlar. Bilinmelidir ki; bu kişiler zaten önceden de idealist bir dava adamı değillerdi. Ara sıra gelip giden adamlardı. Hiçbir zaman bırakın lokomotif olmayı vagon bile olmamışlardı. Vagondaki yükten ibaretlerdi.

İdeallerinden vazgeçenler ya korkak ya tembel ya da dünyaperesttirler. İdeali Allah’ın emrettiği İslam Medeniyetine ulaşmak olanlar, ideallerinden nasıl vazgeçebilirler? Eğer ümitlerini kaybettikleri için böyle konuşuyorlarsa öncelikle bilinmelidir ki; Allah Azze ve Celle var olduğuna göre ümit vardır. Ayrıca unutulmamalıdır ki, ideale ulaşmak şartlarını yerine getirmekle mümkündür. İslam Medeniyeti idealine ulaşmak Rabbani bir cemaat meydana getirmekle, nebevî bir hareket metodu izlemekle, gece-gündüz çalışmakla ve bedel ödemekle mümkün olabilir. Bu şartlar yerine getirildi de başarıya ulaşılmadı mı ki ümitsizleştiler? Hem tüm bu şartlar yerine getirilse bile toplum layık olmadıkça ve istemedikçe Allah Azze ve Celle, İslam Medeniyeti nimetini nasip etmeyebilir. Bize düşen ideallerimiz uğrunda vazifelerimizi yerine getirmek, kulluk görevimizi yapıp Allah’ın takdirine karışmamaktır. İdealist insan idealine inanır, zafere değil. Hiç olmazsa kıyamet günü: “Ya Rabbi! Gücüm yettiğince mücadele ettim, ideallerimden vazgeçmedim ama halk bana yardım etmedi” diyebilir ve kendimizi kurtarırız.

  1. İdealist İnsanlar Dünya Sevgisine Kapılmazlar

İdealist insanlar dünya nimetlerini küçük görür ve dünya sevgisine kapılmazlar. Çünkü dünya nimetleri onların ideallerinin yanında çok küçük kalır. Dünya nimetlerini büyük görmek kişinin büyük ideallerinin olmamasından kaynaklanır. Kalpte Allah sevgisi, dava sevgisi ve İslam Medeniyetine ulaşmak gibi kutsal (ilahî) bir ideal olmayınca kalp dünya sevgisi ile dolar. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez. Eğer kutsal bir idealiniz yoksa birileri kalbinize makam, şöhret, zenginlik gibi birtakım idealler yerleştirecektir. O halde kalpler Allah sevgisi ve ideal aşkı ile doldurulmalı ve boşluk bırakılmamalıdır.

Kur’an-ı Kerim dünya nimetleri hakkında: “Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutku, insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçimliğidir. Asıl varılacak güzel yer Allah katındadır”4 buyurarak dünya nimetlerini gözümüzde küçültmeye çalışır. İmtihandaki talebeye yalnızca bir bardak su verilip saraylar ve kebaplar verilmediği gibi imtihan salonu olan şu dünya hayatında da bize geçimlik bir şeyler verilmektedir. Asıl nimetler ise imtihanı kazananlar için ahirete bırakılmaktadır. O halde ahireti kazanabilmek için dünyevî menfaatleri küçük görüp kutsal idealimize yönelmeliyiz.

İdealist olabilmek dünya sevgisinden kurtulmakla mümkündür. Kalpte dünya sevgisi varken insan bir ideale inanamaz ve idealist olamaz. Dünya sevgisinden kurtulmak, dünya nimetlerinin basit ve geçici olduğunu anlamakla; ahirete yönelmek ise ahiret nimetlerinin mükemmel ve ebedi olduğunu anlamakla mümkündür. O halde dünya nimetlerinin basitliğini anlamak ve anlatmak zorundayız. Ancak o zaman dünya sevgisinden kurtulup bir idealin peşinden koşturabiliriz. Dünya nimetlerini küçük göstermeyi başaramadıkça istediğimiz idealist insanı yetiştirmeyi başaramayız. O yüzden Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem hatta tüm peygamberler dünya nimetlerini insanların gözünde küçük göstermek istemişlerdir.

İsa Aleyhisselam bir gün bir çöplükten geçerken yanındakilere: “Bakın! Çok sevdiğiniz yemekler ve elbiseler hepsi burada” dedi. İsa Aleyhisselam, dünya nimetlerini küçük göstermek ve sonunda giydiğiniz elbiseler de yediğiniz yiyecekler de sevdikleriniz de buraya gelecek, ona göre yaşayın, demek istiyordu.

Aynı şekilde evliyadan bir zat, pis kokan bir çöplüğün kenarından geçerken herkesin burnunu kapattığını görünce yanındakilere çöplüğü göstererek: “Siz şimdi onları küçümsüyorsunuz, hâlbuki onları bu hale siz getirdiniz. Kıymet verdikleriniz işte bu” diyerek dünya nimetlerinin çok büyütülmemesi gerektiğini anlatmak istiyordu.

Yine İsa Aleyhisselam: “Ne yiyeceğiz diye düşünmeyin. Bakın kuşlara! Sabahleyin yuvalarından aç olarak çıkarlar, akşamleyin yuvalarına tok olarak dönerler. Söyleyin siz mi kıymetlisiniz yoksa kuşlar mı? Kuşları aç bırakmayan Allah Azze ve Celle, sizi aç bırakır mı? Ne giyeceğiz diye düşünmeyin. Bakın ağaçlara ve çiçeklere! Allah onları ne güzel de giydirmiş. Söyleyin siz mi kıymetlisiniz yoksa ağaçlar ve çiçekler mi?  Onları güzel giydiren Allah sizi giydirmez mi?” buyuruyor. Yani “çalışın ancak rızkınızdan korkmayın ve böyle basit şeyleri kendinize ideal yapmayın” demek istiyordu.

Tüm peygamberler bu konu üzerinde durmuşlardır; çünkü hepsi dava adamlarıdırlar ve yeryüzünde inkılaplar yapmak için gönderilen inkılap liderleridirler. Yeryüzünde inkılaplar yapabilmeleri için ise idealist insan yetiştirmeleri gerekmektedir. İdealist insan yetiştirmeleri için de insanları dünya sevgisinden kurtarmaları lazımdır. İslam düşmanlarının gayretleri sonucunda zamanımızda insanların çoğunluğunun ideali dünya olmuş durumdadır. Böyle olduğu müddetçe idealist dava adamları yetiştirilemez. Müslüman nesillerin ideallerinin değiştirilmesi ve onlara kutsal (ilahî) bir ideal kazandırmak zorunludur.

  1. İdeal, Kişiyi Şahsiyet Sahibi Yapar ve Sağlamlaştırır

İdealist insanlar, idealleri sayesinde güçlü bir şahsiyete ve olgunluğa sahip olur, basit bir varlık olmaktan kurtulurlar. Çünkü ideal, insanları mücadeleye sevk eder, mücadele de şahsiyeti güçlendirir. Plastik pencerelerin içerisinde bulunan demir, pencerenin şeklinin bozulmasını engellediği, eğilip bükülmesini önlediği ve sağlamlaştırdığı gibi idealler de insanların şekillerinin ve renklerinin bozulmasını engeller ve onları sağlamlaştırır. Hiçbir ideali olmayan insanlara gelince onların şahsiyeti gelişmez ve basitlikten kurtulamazlar.

İdealist insanlar şahsiyet sahibi olduklarından davalarını satmazlar ve bu konuda etraflarına güven verirler.  Birtakım derin güçler gelip onları yakından tanıyanlara, onları satın almanın yolunu sorsa, “onu nasıl ikna edebiliriz?” dese, o yakınları onun hakkında: “O, her şeyini feda eder, gerekirse canını ve ailesini feda eder ama davasını satmaz!” diyeceklerdir. Eğer yakınlarınız sizin hakkınızda da böyle diyorsa, dava adamı olmuşsunuz, idealist insan olmuşsunuz demektir. Çünkü idealist insanlar böyledir, her şeylerinden vazgeçerler fakat ideallerinden vazgeçmezler.

  1. İdealist İnsanlar Gerektiği Zaman Sıfırdan Başlarlar

İdealist olmayanlar düşüncelerine uygun hazır bir oluşum varsa ona katılırlar. Böyle bir oluşum yoksa beklerler ve “ben tek başıma ne yapacağım ki, üç beş kişiyle ne olur ki?” gibi düşünürler. İdealist insanlar ise gerektiği zaman sıfırdan da başlayabilir ve ideallerine uygun bir oluşum meydana getirebilirler. Çünkü onlar ideallerine inanmışlardır ve ideallerine kavuşmak için kuvvetli bir istek duymaktadırlar. İdealist Müslümanlar için Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem örnektir ve O, bu davaya tek başına başlamıştır.

Kur’an-ı Kerim: “İçinizden, fetihten önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan derece bakımından daha büyüktürler”5 buyuruyor. Mekke’nin fethinden evvel tüm dünya İslam’ı ve Peygamberimizi inkâr ederken iman eden, infak eden ve Allah yolunda savaşanlar ideallerine inanmış, “Yolumuz doğrudur, Allah’ın izniyle hedefimize de varırız” diye düşünebilen idealist insanlardır. Ama Mekke’nin fethinden sonra iman edenler, Mekke’nin fethedildiğini, on binlerce insanın iman ettiğini, ideale yaklaşıldığını görmüş ve sonra katılmışlardır. İşte Kur’an-ı Kerim öncekiler ile sonrakiler arasındaki bu büyük farkı ortaya koymakta ve Müslümanları fetihten önceki idealist Müslümanlar gibi olmaya davet etmektedir. O halde herkes kendisini kontrol etmelidir. İdealist bir insan olup olmadığını anlamak için kendisine: “Tek başıma kalsam ailemde, mahallemde, okulumda, iş yerimde idealim uğrunda bir şeyler yapar mıyım? idealim uğrunda faaliyet başlatır mıyım?” sorularını sormalı ve cevabını vermelidir. Bu soruya samimi olarak “evet” diye cevap verebilenler idealist olmuşlar demektir. “Ben öyle olamam, cemaatte bu kadar insan olmazsa ‘milleti, dini, imanı ben mi kurtaracağım?’ derim ve bir kenara çekilirim” diyenlerin ise idealleri yoktur ve onlar idealist değiller demektir.

Konuya devam etmek ümidiyle… Allah’a emanet olun.

  1. Hud, 112
  2. Kalem, 8-9
  3. Kâfirun, 1, 2, 6
  4. Al-i İmran, 14
  5. Hadid, 10