Öncü Şahsiyetler

İMAM MÂLİK

Paylaş:

Mâliki Mezhebi’nin imamı, Muhaddis ve mutlak müctehid olan İmam Mâlik, Medine’de doğmuştur. Doğum tarihi hakkında, Hicrî 90’dan 98’e kadar değişen farklı rivayetler vardır. Ancak, yaygınlıkla kabul edileni 93 tarihinde doğmuş olduğudur.1İmam Mâlik’in ailesi aslen Yemenli olup, dedesi Zû Asbah kabilesine mensup olan Mâlik b. Ebu Amir el-Asbahî, Yemen valisinden gördüğü zulüm üzerine Medine’ye gelip yerleşmiştir. İmam Malik’in ailesi, Medine’ye yerleştikten sonra ilimle meşgul olmuş, özellikle hadisleri toplamaya ve ashabın fetvalarını öğrenmeye büyük önem vermişlerdir. Dedesi Mâlik b. Ebu Amir, Tâbiînin büyüklerinden olup, Hz. Ömer (r.a), Osman (r.a), Talha (r.a) ve Aişe (r.anha)’dan hadis rivayet etmiştir. Amcası Süheyl ise hadis âlimlerinden olup, İsmail b. Cafer’in hocasıdır.

İmam Mâlik, kendini tamamen ilme vermiş bir ailede büyümüş ve çok canlı bir ilmî hareketliliğin yaşandığı Medine’de ilim tahsil etmeye başlamıştır. Böyle bir çevrede bulunması ona, çağın en ileri seviyesindeki âlimlerden ders okuma imkânını vermiştir. İmam Mâlik önce, Kur’an-ı Kerîm’i hıfz etmiş, peşinden de hadisleri ezberlemeye başlamış ve bilhassa annesinin teşvik ve yönlendirmeleri ile Medine’nin büyük ve meşhur âlimlerinden Rabia b. Abdurrahman’ın ders halkalarına katılmıştır.2

İmam Mâlik keskin bir zekâ ve kuvvetli bir hafızaya sahipti. Bu da ona, dinlediği hadisleri kolayca ezberleme ve fıkhî konulara rahatça nüfuz edebilme imkânını sağlıyordu. Hadisleri sağlam ravilerden kusursuz olarak öğrenmiş olduğu halde, bir maslahat görmedikçe hadis rivayet etmezdi. Hadis nakletmenin sorumluluğu onu öyle sıkıntıya sokardı ki; hata yapmaktan korktuğundan dolayı naklettiği her hadisi için: “Onları nakletmektense her biri için bir kırbaç yemeyi yeğlerdim” derdi. Sadece Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak için ilim tahsil etmiş, hayatı boyunca takva yolunu terk etmemiştir. Ona göre ilim bir nurdur ve ancak huşu ve takva sahibi bir kalpte yerleşebilir. Fetva verirken yavaş hareket eder, iyice düşünür, soran kimseyi göndererek meseleyi tetkik ve tespit ettikten sonra cevap verirdi. Medine’de bulunan âlimlerin çoğunun kendisini ders verme hususunda yeterli görmesini açıklamalarından sonra güvenilir râvilerden aldığı hadisleri insanlara öğretmek, fetva soranların problemlerini halletmek ve etrafında toplanan öğrencilerine ders verme zorunluluğunu hissetmiştir. İmam Mâlik bu konuda şöyle söylemektedir: “Her aklına esen, mescitte oturup ders veremez. Âlimlerden yetmiş kişinin beni yeterli görmesine kadar ders ve fetva vermekten kaçındım. Okuduğum hocalarımdan pek az kimse vardır ki, benden fetva almamış olsun.” İmam Şâfiî buyurur ki: “İmam-ı Mâlik’in bu sözü övünmek için değildir. Allah-u Teâlâ’nın nimetini bildirmek içindir.”

İmam Mâlik’in yaşadığı dönem, fikrî ve siyasî fitnelerin zirveye ulaştığı bir dönemdir. O, hem Emeviler, hem de Abbasiler döneminde yaşamıştır. Ömer b. Abdülaziz’i takdir eder ve onu ümmetin işlerini hakkıyla yerine getirmeye çalışan adil bir halife olarak görürdü. Ancak o, ne tahtlarını korumak isteyen hükümdarlara taraf olmuş, ne de ayaklanmalarına meşru zemin oluşturmak isteyen isyancı gruplara destek vermiştir.3 O, halife ve idarecilere, Hac için Medine’ye geldikleri zaman, halkın menfaati ve selâmetini gözetip hak ve adalet üzere yürümelerini öğütler, ayrıca yüz yüze görüşme imkânı olmayanlara da mektuplar göndererek onları ıslah etmeye çalışırdı. Bununla beraber o, emir ve hükümdarlardan daima uzak durmuştur. Fakat samimiyetine inandığı idarecileri derslerine kabul etmiştir. Harun Reşid bunlardan biridir. Harun Reşid İmam Mâlik’in evindeki derslerinde sultanların tavrıyla davranmaya başladığında İmam Malik ona, ilmin her türlü dünya makamından üstün olduğunu ve yücelmenin ancak ilme saygıyla mümkün olabileceğini anlattığında, tahtından inmiş ve öteki öğrencilerin arasında onun derslerini dinlemeye devam etmiştir.4 Yine bir gün Hârûn Reşîd, İmâm-ı Mâlik hazretlerinden her gün evine gelip, oğlu Emîn ile Me’mun’a ders vermesini istedi. İmam Mâlik hazretleri Halife’ye buyurdu ki: “Ey halife, uygun olanı çocuklarınızın bizim eve gelip gitmesidir. Allah-u Teâlâ, sizi daha aziz etsin! İlmi aziz ederseniz aziz olursunuz; zelil ederseniz zelil olursunuz. İlim bir kimsenin yanına gitmez, o ilmin yanına gelir.” Bunun üzerine halife İmam Mâlik’ten özür diledi ve her gün çocuklarını imama göndererek ders aldırttı.5

Birçok kitap tedvin etmiştir fakat bunlar arasında en önemlisi “Muvatta” adlı eseridir. İmam Mâlik bu kitaba Hicaz’ın en sağlam râvilerinin hadislerini almaya özen göstermiştir. Ayrıca sahabe sözlerine ve Tabiîn fetvalarına da yer vermiştir. Hadis külliyatı içerisinde ilk tedvin edileni Muvatta’dır. İmam Mâlik, hadisleri çok titiz bir tenkit süzgecinden geçirdikten sonra rivayet ederdi. Rivayet ettiği hadisleri sürekli araştırır; râvide bir kusur bulur veya hadis şâz çıkarsa onu hemen terk ederdi. Muvatta’yı ilk yazdığında on bine yakın hadisi rivayet etmiş olmasına rağmen, her sene onu tetkik ederek bir kısım hadisleri çıkarmış, neticede Muvatta oldukça küçülmüştü. Onun bu durumunu bazı öğrencileri şöyle dile getirirlerdi; “Herkesin ilmi çoğalıp artıyor; Mâlik’in ilmi ise noksanlaşıp eksiliyor.”6 Bu, onun ilmi naklederken ne kadar titiz davrandığını göstermektedir. Görüldüğü gibi Muvatta’da bulunan hadisler çok sayıda hadis arasından süzülerek seçilmiştir. Bu yüzden hadis tenkitçileri ondaki hadisleri istisnalar hariç sahih kabul etmektedirler. Muvatta’yı, Kütüb-i Sitte’nin altıncısı olarak kabul edenlere göre derece itibarıyle Sahihayn’dan sonra gelmektedir.7 İmam Mâlik, aynı zamanda hadis ravilerini araştırıp, onların adalet, hıfz ve zabttaki durumlarını inceleyerek bir tetkik ve tenkit süzgecinden geçiren ilk kimse olma ünvanına da sahiptir.8

İmam Mâlik’in fıkhı, sağlığında Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika’da yayılmaya başlamış, oradan da Endülüs’e ulaşmıştır. İmam Malik’in ilimdeki büyüklüğü hakkında onun önünde diz çökmüş ve ilminden feyz almış büyük fakîh İmam Şafiî şöyle demektedir: “Mâlik, Allah Teâlâ’nın, Tabiinden sonra kullarına karşı hüccet olarak gönderdiği bir insandır.”9 Hayatı boyunca Medine’den başka bir yere gitmeyen İmam Mâlik, Rasulullah’a olan aşırı sevgi ve saygısından dolayı, Medine’de bir defa olsun at sırtında dolaşmamıştır. İmam Mâlik’in hastalığı ağırlaşıp, vefat edeceğini anladığında o zamana kadar gizlediği hastalığını ve gizleme sebebini dostlarına şöyle açıklamıştır: “Eğer hayatımın son günleri olmasaydı size bildirmeyecektim. Benim hastalığım idrarımı tutamamamdır. Peygamberin mescidine tam abdestli olmaksızın gelmek istemedim. Rabbime şikâyet olmasın diye de hastalığımı kimseye söylemedim.”10 İmam Mâlik, Hicri 179 yılında Rebuülevvel ayının on dördüncü günü vefat etmiştir. Sefer ayında öldüğüne dair rivayetler de vardır. Cennetu’l-Bakî mezarlığına defnedilmiştir.

Rabbimiz bu büyük imamlarımıza bahşettiği ilmi ve takvayı bizlere de nasip etsin ve ilmin şerefiyle yükselmeyi hedefleyen bir neslin içerisinde bizleri de var etsin.

 

1. Suyutî, Rezyinü’l-Memalik, 7

2. Muhammed Ebu Zehra, İmam Mâlik

3. Ebu Zehra, a.g.e., 77

4. İbnu’l-İmad el-Hanbelî, Şezerâtuz-Zeheb, Beyrut, I,291

5. Ebu Zehra, a.g.e., 218

6. A.g.e., 221

7. Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, 99

8. Ebu Zehra, a.g.e., 219

9. Suphi es-Salih, a.g.e., 330)

10. Ebu Zehra, a.g.e., 286