Alıntı

İSLAM HÜKÜMLERİNİN ÖZELLİKLERİ

Paylaş:

YAZAR: YUSUF KARDAVİ

 

İslâm dininin gölgesi altında yaşayan toplumların tüm ihtiyaçlarını yeterince giderebilmesi, problemlerine en ideal ve en âdil çözümleri getirebilmesi, sadece kendisinde var olan, diğer hiç bir yasa düşüncesinde bulunmayan temel özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu özelliklere genel bir çerçeve içinde değineceğiz.

Rabbaniyet:

İslâm dininin benzerî kaynaklardan oluşan yasa düzenlerinden önemli bir farkı Rabbanî oluşudur. Burada Rabbanîliği iki açıdan ele alabiliriz.

1) Rabbanî kaynaklı oluşu,

2) Rabbanî yüzlü (görünümlü) oluşu.

Rabbanî kaynaktan kastımız; onu açıklayan ve ortaya koyan otoritenin eksiklik, acziyetten uzak, zaman ve mekân oluşumlarından, kültürel değişim ve toplumsal iletişimlerden, his heyecan fırtınalarından etkilenmeyen bir otorite oluşudur. İslâm dinini va’z eden otorite; yaratıcı (Hâlık) ve canlı-cansız her şeyin Rabbi olan Allah’tır. O insanı yarattı ve onun yücelmesi için en uygun olanı da o bilir. “Latif ve Habîr olan, yaratan bilmez mi?

Rabbanî yüzlü oluşundan maksat; onun büyük gayesinin insanları Allah-u Teâlâ’ya bağlamasıdır. Tâ ki O’nu hakkıyla tanıyıp O’ndan gereği şekilde korksunlar. Ve hakkıyla O’na kulluk etsinler. Zaten bunun için yaratılmışlardır.

İslâm dini yalnız ferdî plândaki sorunları değil, ailevî, sosyal, sınaî ve hatta uluslararası sorunları da kanun sahası içine almıştır.

Bu şekilde her sahada yasa koymaktaki amaç; insanları düzenli bir hayata kavuşturmak, anlık bazı menfaat ve eğlenceler için birbirlerine karşı verdikleri zalimce mücadeleyi ortadan kaldırmak, onların ruhî bir yüceliş içerisine girip kaynaşmış toplum olarak Allah’a karşı olan görevlerini yapmalarını temin etmektir.

Böyle bir noktada Müslüman’ın, dinin hükümlerini kabul etmek veya etmemek gibi bir tercih hakkı yoktur.

Kur’an’da buyrulduğu gibi: “Öyle değil. Rabbine andolsun ki; onlar aralarında ayrılığa düştükleri (çekiştirdikleri) şeylerde, seni hakem yapıp, sonra verdiğin hükme yürekleri sıkıntı duymadan teslim olmadıkları sürece iman etmiş olamazlar.1

 Cihanşümullülük:

İslâm dininin diğer bir özelliği de tüm insanlığa hitap etmesi, cihanşümul olmasıdır. Rahmet ve hidayeti belirli bir kavme veya belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayanlara değil, tüm yeryüzü üzerinde yaşayan siyah beyaz, kızıl derili... Bütün insanlığa bahşetmiştir. Ne soyluluğun ne de sınıf imtiyazının yeri yoktur İslâm’da. Bu dinde bütün insanlar aynı değeri taşırlar.

Bu özellik bu düşüncenin, Rabbanî oluşundan doğan bir özelliğidir. Eğer bu kanunun kaynağı beşerî olsaydı -farkında olarak veya olmayarak- kendi milletinin, sınıfının veya şahsının menfaatlerine ağırlık verirdi. Fakat Allah’ın katında fertlerin veya toplumların yaratılıştan birbirlerine karşı getirdikleri hiç bir üstünlük veya farklılık yoktur. Bütün insanlar Allah’ın kuludur ve O; tüm insanların Rabb’idir.

Mutlak Adâlet:

İslâm dininin diğer bir özelliği de, insanlar arasında mutlak adaleti, kardeşliği temin etmek, onların ırzlarını, kanlarını, mallarını, akıllarını, din ve ahlâklarını korumaktır. Fakihlerin de ortaya koyduğu gibi İslâm dini, insanların dünya ve ahiret işlerini dengeli bir şekilde gözetir. Beşerî düşünceler ise ya dünyevî çıkarlara ağırlık vermiş uhrevî dünyayı terk etmiş veya dünya ile ebedî âlem arasındaki bağı koparırcasına dünyayı terk etmiş ve mistisizme yönelmişlerdir. (Bir kısım bâtıl dinlerin yaptığı bu olmuştur.)

İnsanlar olaylara genellikle özel bir açıdan bakarlar. Diğer bakış açılarından gafildirler. Bu, insanın tabii bir eksikliğidir. Her şeye her yönüyle eksiksiz bakmak ise ancak Allah’a hastır. Zira O’nun ilmi her şeyi kuşatır ve rahmeti sonsuzdur. O yaratıcı ve âlim olandır. “Latif ve Habîr olan yaratan bilmez mi?

Fert Ve Cemiyet Arasında Denge:

İslâm dini ne ferdî cemiyete, ne de cemiyeti ferde ezdirmiştir. Ferdin ve cemiyetin ayrılmaz iki parça oluşunu daima gözetmiştir. Liberal ülkelerde -özellikle Fransız Devriminden sonra- ferdî hürriyet düşüncesi altında şahıslara aşırı haklar tanınmış ve şımartılmışlardır. Cemiyetin sağlığı gözetilmemiş ve anarşinin zemini hazırlanmıştır. Fert -özellikle zengin ve nüfuz sahibi ise- kendi çıkarlarının gereği ezilen kesimin çıkarlarını ayakları altına almış ve azgınlaşmıştır.

Sosyalist ülkelerde ise ferdin şahsiyeti ve varlığı daima horlanmış, sözde cemiyetin varlığı için fert ihmal edilmiştir. Kayda değmeyecek kadar az bazı haklar vermekle ferdin isyanının önünü almak istemiş, cüz’i bir mülkiyet hakkı, seyahatte, sözleşmede, iş seçmede vb. çok kısıtlı haklar tanınmıştır. Bu uygulama ferdin şahsiyetinin körelmesine, güç ve kabiliyetinin paslanmasına yol açmıştır. Ferdin yeni bir şeyi bulma veya olanı geliştirme özelliği ve verimi azalmıştır. Vicdanı huzura, nefsi sükûnete ve ruhu saadete kavuşamayan bu insanların sırtına çöken kayıplar, neticede onların oluşturduğu cemiyetin acı manzarasını ortaya koymuştur.

İslâm’ın mülkiyet hakkına karşı ortaya koyduğu tavır, fert-cemiyet dengesinin sağlanmasına verdiği önemin en açık delilidir. İnsanda mülkiyete karşı tabii bir arzu vardır. Aynı arzu, kudreti göstermede, hür olmada ve yönetim meselesinde de söz konusudur. Hür o kimsedir ki; mülk sahibidir ve mülkünden istediğince gizli veya açık harcar. Mülkiyet insanın varlığının ayrı bir parçası olduğu gibi gelişmesinin ve başarısının itici bir gücüdür de. İslâm’ın tanıdığı mülkiyet hakkını liberal düzenlerde tanınan mülkiyet hakkına benzetmemeliyiz. Orada mülkiyeti kazanmanın ve harcamanın hiç bir sınırı yoktur. Meşruluk veya gayrimeşruluk düşünülmez. Ele geçirilen her şey (nasıl olursa olsun) tabii haktır ve istenildiği gibi harcanır.

İslâm, mülkün kazanılmasına ve harcanmasına sınırlar koymuş, onu helâl ve haram dairesi içerisinde değerlendirmiştir. Bu sınırlamaların bir kısmı insanî (ahlâkî), bir kısmı ise idarî sınırlamalardır. Tâ ki insanlar arasında adâlet, yardımlaşma yaygınlaştırılsın, kuvvetliler zayıfları faiz ve istismar yoluyla sömürmesin ve sadece zenginlerin elleri arasında dönmesin.

İslâm’da, fert kendisi kazansa bile mülkün gerçek sahibi sayılmıyor. Mülkün gerçek sahibi Allah’tır. İnsan ise kulluğu ve halifeliği gereği o malın üzerinde tasarruf sahibidir. Mal onun elinde emanettir. İnsan vekil olması hasebiyle müvekkiline (Allah’a) tâbidir. “Sizi mustahlef (halife) kıldığından infak ediniz.2 ayetinin işaret ettiği husus işte budur.

İslâm Dininin Değişmezliği Ve Esnekliği:

Değişmezlik; temel hüküm ve amaçlarda, esneklik ise teferruata ait konulardadır. Esnekliği dolayısıyla gelişmeyi temin edecek şekilde yeni şartlara uyum sağlar. Bunun yanında temel hüküm ve amaçların sabitliği sebebiyle de erimesi, kaybolması, doğru veya yanlış her değişikliğe tabi olması mümkün değildir.

İslâm’ın hedefi; hatayı düzeltmek, eğriliği doğrultmaktır. Hataya tâbi olmaz, onu mâkul göstermek için gayret sarf etmez.

İslâm, insanların ortaya koyduğu bir esas değildir ki onlara tâbi olsun, durum ve şartlar gereği onlara boyun eğsin. O, toplumu yüceltmek, hidayete erdirmek için vardır. Ve insanlar ona tâbi olurlar. O Allah’ın kanunudur ve en büyük söz sahibidir.

Bundan, insanların İslâm karşısında dondurulmuş bir varlık olduğunu anlamamak gerekir, insan gayretinin (içtihadının) bu kanunda büyük bir yeri vardır. Nasları anlamak, naslardan istinbat etmek (hüküm çıkarmak) ve içtihad etmektir. Ayrıca bu nasların hüküm bakımından kesin, yaklaşım ve önemlerinin farklı oluşu, müçtehidlerin içtihad yapmalarına büyük bir kolaylık ve genişlik getirir.

Hakkında nas bulunmayan hususlarda hüküm koymanın yolu; maslahat-ı mürseleyi, istihsanı veya bunun dışındaki diğer delilleri kullanmaktır. Bu delillerin değerlendirilmesinde fakihler arasında, medrese ve meşreplerinin ayrılığından kaynaklanan görüş farklılıkları vardır.

İçtihadın giremeyeceği yasak bir saha mevcuttur. Bu saha hakkında kesin hükümlerin bulunduğu ve bu hükümlerin değişmez nasslara dayandığı sahadır. Bu hükümlerde ulemânın icmâı kesindir. Ve bu icmâ nesilden nesile kabulle karşılanmıştır Namazın farziyyeti, zekât, oruç, hac, zinanın haramlığı, faiz, içki ve kumar yasağı, miras hukuku, talak iddeti, v.b.

Yasak bölge içine giren -bir kısmını zikrettik- hususların tartışma konusu yapılması ve irdelenmesi kesinlikle yasaktır. Bazı kimselerin vergiyle yetinilip zekâtın kaldırılmasını düşünmesi, döviz tasarrufu amacıyla hac fârizasının ertelenmesi veya kısıtlanması, iş hayatında verimi artırmak amacıyla orucun kaldırılması, turizmi teşvik maksadıyla içki, zina ve benzerlerinin mubah kılınması gibi…

İslâm hukukunda içtihadın yapılabileceği bir değil çok fazla saha vardır. Bu sahalar açık olmayan hükümlerin bulunduğu meselelerdir. Bunlar da genellikle amelî hükümlerin yoğunlaştığı konulardır. Bu konularda yapılan içtihadlarda farklılıklar görmekteyiz. Ayrıca hakkında açık delil olabilecek nas bulunmayan hususlar da vardır ki, bunlar fukaha önünde geniş bir çalışma alanı durumundadırlar. Fukaha; kıyası, istihsanı, maslahat-ı mürseleyi, bizden öncekilerin dinlerini ve sahabenin de sözünü göz önüne alarak bu sahada çalışmalarını sürdürürler. Fukahanın göz önüne aldığı bu hususların detayına inmiyoruz Daha geniş bilgi için onları kaynaklarından araştırmak daha uygun olur.3

1-Nisa, 65

2-El Hadid 7

3-İslam Hukuku Yusuf Kardavî sh. 26-34