Siyer

İslam’ın İlk Elçisi Hz. Musab Bin Umeyr-2

Paylaş:

 

                Bir önceki sayımızda Musab bin Umeyr Radıyallahu Anh’ın hayatından Mekke yılları ile hicret konularına değinmiştik. Bu yazımızda Musab Bin Umeyr’in “Daveti” ve “Şehadeti”nden bahsedeceğiz.

                DAVETİ

                Bir gün Musab’la oturup sohbet eden Müslümanlar Üseyd’in ansızın gelişini görmemişlerdi; fark ettiklerinde dağıldılar, sadece Musab dimdik ayakta kalmıştı. Üseyd geldi, önünde durdu ve şöyle dedi: “Sizi bölgemize getiren nedir? Zayıf akıllı kimseler mi? Eğer hayatta olarak çıkmak istiyorsan derhal buradan ayrıl.”

                Musab ise bütün vakar ve yumuşaklığını koruyarak: “Oturup dinlemez misin? Eğer davamızı beğenirsen kabul edersin. Eğer beğenmezsen, istediğin şeyi sana zorla kabul ettirmeye çalışmayız.” Üseyd, akıllı ve zeki bir kimseydi. Musab’ın sadece kendinde olanı sunma gayretini gördü ve Musab onu sadece dinlemeye çağırıyordu. Eğer kabul ederse ne âlâ kabul etmezse Musab onun bölgesini terk edecek, başka bir kimse, bölge ve kabileye zarar ziyan vermeksizin gidecekti.

                Üseyd, tamam diyerek kılıcını yere koydu ve oturdu. Daha Musab Kur’an’dan az bir ayet okuyup tefsir etmişti ki, Üseyd’de birtakım değişikliklerin olduğu görülmeye başlandı. Musab daha sözünü bitirmeden Üseyd: “Ne doğru ve ne güzel bir söz! Bu dine girmek isteyen ne yapmalıdır?” dedi. Bunun üzerine Musab ona yöneldi ve “Sadece elbise ve bedenini temizler, Allah’tan başka ilah olmadığına dair şehadet getirirsin” dedi.

                Üseyd, az bir süre onlardan ayrıldı ve tertemiz su damlaları saçlarından dökülür bir vaziyette yanlarına geldi: “Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet ederim” diyerek inancını ilan etti. Musab’ın daveti ile Medine ehli dalga dalga İslam’a girdi. Musab dehası ve zekasıyla Allah Rasulü’nün ne kadar isabetli bir tercih yaptığını ispatlamıştı.

                ŞEHADETİ

                622 yılında Allah Rasulü ve sahabesi Medine’ye hicret eder, Kureyş’in kini, düşmanlığı ise, kat kat artar. Ve hicretten 2 yıl sonra Bedir Savaşı olur. Müşriklere iyi bir ders verilir. Arkasından Uhud Savaşı yapılır. Saf olmuş Müslümanların arasında durur Rasulullah, tek tek yüzlerini inceler, sancağı teslim edeceği şahsı araştırır. Ve Musab’ul-Hayr’a seslenir. Musab öne çıkar, sancağı ona verir. Savaş kızışır, çarpışma şiddetlenir, Allah Rasulü’nün emrine muhalefet eder okçular. Müşriklerin bozguna uğramış halini görerek bulundukları dağın en yüksek yerini terk ederler. Böylece Müslümanların lehine gelişen savaş, bir anda aleyhlerine döner. Ansızın dağın boş bırakılan geçidinden gelen müşrikler, Müslümanları arkadan kuşatır. Rasulullah’ın bulunduğu yeri zorlamaya başlar ve sonunda ona ulaşırlar. Bunu fark eden Musab, sancağı alabildiğince yukarı kaldırır, yüksek sesle tekbir getirir. Bütün müşrikler ona yönelirler. Böylelikle onları kendi tarafına çekip, Allah Rasulü’nden uzaklaştırmış olur.

                Bir eli mukaddes sancağı tutuyor. Bir eli düşmana karşı kılıç sallıyor. Fakat düşmanlar üzerine çullanır. Musab’ı geçip Allah’ın elçisine ulaşmak için var güçleriyle ona yüklenirler. Bırakalım Musab’ın şu son anı, bize kendisini anlatsın.

                İbn Sad şöyle der: İbrahim b. Muhammed b. Şurahbil el-Abderî babasından naklen bize şunu haber verir: “Uhud günü, sancağı taşıdı. Müslümanlar dağıldıklarında, o dimdik durdu. Atın üzerinde olan İbn Kamie ona saldırdı. Sağ eline vurdu ve onu kesti. Musab o sırada “Muhammed ancak Rasuldür. Ondan önce de Rasuller gelmiştir” diyordu. Musab sancağı sol eline alır ve yükseltir. Düşman onu da keser. Bunun üzerine Musab sancağı iki pazusuyla göğsüne sıkıştırır. Aynı zamanda: “Muhammed ancak Rasuldür. Ondan önce de Rasuller gelmiştir” der. Düşmanın üçüncü hamlesinde mızrak göğsüne saplanır ve Musab yere düşer, sancak yere düşer. Şehadet şerbetini içer, şehitlerin yıldızlarına bir tane daha eklenir. İman ve Allah Rasulü uğruna kendini feda ederek kahramanca mücadelesinin neticesinde şehid olur.

                Allah Rasulü ve ashabı savaş alanını incelemek ve şehitleri tespit etmek için geldiler. Musab’ın cesedinin yanında gözleri dolu dolu oldu Hz. Peygamberin. Habbab bin Eret şöyle der: “Allah Rasulü ile birlikte Allah yolunda hicret ettik. Sadece Allah’ın rızasını umduk. Allah ecrimizi elbet verecektir. Bizden bir kısmı öte dünyaya göçtü. Ecrinden dünyada hiçbir şey yemedi. Musab bin Umeyr onlardandır. Uhud günü şehid edildi. Onu kefenleyecek çizgili bir bez parçasından başka bir şey yoktu. Başını örttüğümüzde ayakları açıkta kalıyordu. Ayaklarını örttüğümüzde başı açılıyordu. Allah Rasulü bize şöyle buyurdu: “Başından itibaren örtün, ayaklarından açık kalan yeri de ızhır otuyla örtersiniz.”

                DERSLER VE İBRETLER

·         Musab bin Umeyr Allah ve Rasulü’nden öğrendiklerini insanlara anlatıyordu. Hz. Musab bir fakülte bitirerek ilahiyatçı, vaiz gibi unvanlar almamıştı. O sadece bir davetçi idi. Ne öğrenmiş ise onu anlatıyordu. Aslında günümüz Müslümanlarına şunu öğretiyordu; İslam’a davet yapacak olanlar sadece belirli kişiler veya bazı unvanlara sahip kişiler değildir. Davet; işçi, memur, esnaf, öğrenci, toplumun her kesiminin mesul olduğu bir görevdir.

·         Rasulullah davet yaparken muhataplarının sadece daveti onaylamalarını yeterli görmüyordu. Davetini kabul edenlere talim yapıyordu. Hz. Musab da daveti kabul edip, eğitimden geçerek bir davetçi olmuştu. Rasulullah onu Medine’ye davetçi olarak gönderiyordu. Bu sebeple Müslümanlar sadece davetten değil, davetçi yetiştirmek için teorik ve pratik olarak eğitim yapmaktan da mesuldürler.

·         Hz. Musab davetini Kur’an ile yapıyordu. Çünkü Kur’an insan sözü değil vahiydi. Vahiy insanları etkiliyordu. Günümüz İslam davetçileri de başarılı olmak istiyorlar ise Kur’an’a hâkim olarak Kur’an ile davet yapmalılar.

·         “La İlahe İllallah”a şahit olan Hz. Musab hayatını bu şahitlik üzerine yaşadı ve her daim insanları şahit olduğu bu davaya davet etti. Rabbimiz de ona şehadeti nasip etti. Darbeler aldığında “Muhammed ancak Rasuldür. Ondan önce de Rasuller gelmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz?”1 ayetini tekrarlıyordu. Bu sahne sahabenin davayı iliklerine kadar işlediklerinin bir göstergesidir.

                Çünkü ayet Rasulullah ölse de geri dönülmemesi gerektiğini söylüyordu ve Hz. Musab şehit olurken bu ayetle Müslümanlara İslam’ın önemli bir şiarını hatırlatıyordu; dava candan önemlidir. Bu dava dünyadaki her şeyden evveldir.

Serkan SAY

* Bu yazı Halid Muhammed Halid’in “Yeryüzü Yıldızları” kitabından alıntı yapılarak düzenlenmiştir.

1. Al-i İmran, 144