Başyazı

İslam’ın Kulluğa Bakışı-3

Paylaş:

Hamd, ibadetlerle kullarını kendisine yakınlaştıran Allah Azze ve Celle’ye; Salat-u Selam, kulluğun zirvesine çıkan ve kıyamete kadar Ümmet-i Muhammed’e örnek olacak kulluğun zirve örneklerini yetiştiren Efendimiz Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e; Selam ise kul olduğunu unutmadan yaşayan ve salih amellerini artırarak Rabbine yakınlaşmak isteyen tüm kardeşlerime olsun.

Bir önceki sayıda insanların başka şeylere kulluk yapıyor gibi görünseler de aslında nefislerine kulluk yaptıklarına, Allah Azze ve Celle’nin kulluk yapılmaya layık olan tek zat oluşuna ve kulluğun hem bilgiye dayanması gerektiğine hem sevgi ile hem de korku ile yapılması gerektiğine değinmiştim. Konuya kaldığım yerden devam ediyorum.

İSLAM’IN İBADETE YÜKLEDİĞİ YENİ MANALAR

Allah Azze ve Celle kitabında bazı kavramlara yeni manalar yükler. Cahiliye devri insanları bugünün insanları gibi ibadet dendiği zaman rükû, secde, tavaf ve kurban gibi şekilsel bazı ibadetleri anlıyorlardı. Kur’an-ı Kerim bu kavramın manasını genişletti, ibadet kavramına yeni ve doğru bir bakış kazandırdı. Böylece insanların bütün çeşitleriyle Allah’tan başkasına ibadet etmelerini ve şirke düşmelerini engelledi. İbadet kelimesi Kur’an-ı Kerim’de üç manada kullanılmaktadır. 1. Kölelik 2. Tapınma 3. İtaat.

  1. Kölelik Manasında İbadet:

    İbadet kelimesi “abd” kökünden gelmektedir. “Abd” kelimesi “kul ve köle” demektir. Kur’an-ı Kerim, köleleştirilmiş insanların durumunu anlatırken onların kendilerini köleleştirenler tarafından kul haline getirildiklerini ifade eder. Kur’an-ı Kerim, Musa Aleyhisselam’ın Firavun’a: “O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) İsrailoğullarını kendine ibadet ettirmen (kul-köle etmen)dir”1 dediğini bize haber verir. Ayetin orijinal metninde (en abbedte ben-i İsrail) buyurulmakta ve İsrailoğullarının kölelik durumu ibadet kelimesi ile ifade edilmektedir. O halde Kur’an’a göre köleler, efendilerinin kulu olmakta ve onlara bir bakıma ibadet etmiş olmaktadırlar.
  2. Tapınma Manasında İbadet:

    İnsanın, ilahlık vasfını taşıdığına inandığı birine ibadet maksadı ile birtakım eylemleri ve ritüelleri yapmasıdır. Namaz kılmak, kıyamda durmak, rükû ve secde yapmak, kurban kesmek, zekât vermek, oruç tutmak, hacc yapmak ve tavaf etmek gibi. Kur’an’a göre bu ameller ibadet hükmündedir. Çünkü ibadet maksadı ile yapılmaktadır. Kur’an-ı Kerim bu gibi ibadetlerle ilgili olarak : “De ki, Rabbimden bana apaçık deliller gelince Allah’tan başkalarına ibadet etmek bana yasak kılındı”2 buyurmaktadır.

Dua etmek ve yardım dilemek de ibadettir. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Dua ibadettir”3 buyurmaktadır. Bir başka rivayette: “Dua ibadetin özüdür”4 buyurulmuştur. İnsan, bir varlığı kendisini duyacak, görecek, kendisine yardım edebilecek kudrete sahip bir varlık olarak görmüyor olsa ondan yardım istemez. O halde yardım istediği varlığı, ilah olarak görmektedir. O yüzden dua, ibadet sayılmaktadır. Fatiha Suresi’nde: “Yalnız Senden yardım dileriz” diyoruz. İnsanlar hem bu şekilde Allah’a söz veriyor sonra da Allah’tan başkalarından yardım istiyorlar. Allah’tan başkasına ibadet yapılamayacağına göre o halde Allah’tan başkasına dua edilemez ve yardım istenemez.

Kur’an-ı Kerim’de: “Aksine onlar cinlere ibadet ediyorlardı”5 buyrularak cinlerden yardım istemek, onlara ibadet olarak kabul edilmektedir. İnsanlık tarihi boyunca cinlere ibadet edenler olduğu gibi insanlardan bir kısmı veli ve aziz kabul ettikleri Allah’ın salih kullarına, bir kısmı ise meleklere dua edip onlardan yardım istemişlerdir. Bu yardım talepleri Kur’an’a göre onlara ibadet sayılmaktadır. Allah Azze ve Celle: “O gün Allah onların hepsini toplayacak, sonra meleklere: ‘size tapanlar bunlar mıydı?’ diyecek. (Melekler de): ‘Sen yücesin, bizim dostumuz onlar değil, Sensin. Belki onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inanmıştı’ diyecekler”6 buyurmakta ve bu fiiller reddedilmektedir.

Ölü veya gaybda olan şeyhinden yardım isteyenler, “Ey şeyhim şu işimi hallet” diyenler tehlikeli bir duruma düşmüş olmaktadırlar. Çünkü Allah Rasulü’nün buyurduğu üzere “Dua ibadettir.” İbadet ise sadece Allah’a yapılır.

Kur’an-ı Kerim: “Allah’tan başka veli (ilahlar) edinenler: ‘Biz bunlara ancak bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ derler”7 buyurarak Mekkeli putperestlerin putlara taparken onları Allah yerine koyarak değil aksine Allah’a yaklaşmak için onlara ibadet ettiklerini ifade etmektedir. Ancak yine de Kur’an-ı Kerim bu ameli reddetmekte ve şirk olarak görmektedir.

  1. İtaat Manasında İbadet:

    İdareciler, kul olduklarını unutup Allah’ın emirlerine aykırı emirler verdiklerinde; Allah’ın haramlarını helal, helallerini haram ettiklerinde onlara itiraz etmeyip gönülden itaat edenler, onlara ilahlık ve Rablik rütbesi vermiş olur ve onlara itaat etmekle onlara ibadet etmiş sayılırlar. Hz. Musa Aleyhisselam, Firavun’a İslam’ı anlattığı zaman Firavun, Musa ve Harun peygamberlere hitaben: “İsrailoğulları bize ibadet ediyorken biz, bizim gibi iki beşere iman mı edeceğiz?” dedi. Görüldüğü gibi burada Firavun ve etrafındakiler, İsrailoğullarının kendilerine ibadet ettiklerini söylemektedirler. İsrailoğulları, Firavun’a secde ve rükû mu ediyorlardı? Ya da Firavun’u kâinatı yaratan bir tanrı olarak mı görüyorlardı? Hayır. Firavun’un da kendileri gibi bir kul olduğunu ve yaratıcı olmadığını biliyorlardı. Firavun yokken kâinat vardı, bitkiler, hayvanlar ve insanlar vardı. Herkes çok iyi biliyordu ki denizin on kilometre aşağısındaki balığın, toprağın içindeki karıncanın, solucanın rızkını veren Firavun değildir. Herkes çok iyi biliyordu ki yıldızları yaratan Firavun değildir. Herkes çok iyi biliyordu ki Firavunlar aciz kullardır. Yemek yerler, uyurlar, hasta olurlar ve sonunda ölürler. O halde ayette “halkın Firavun’a ibadet etmesinden” kastedilen Firavun’a rükû veya secde etmeleri değil ona itaat etmeleridir.

“Bizim gibi iki beşere iman mı edeceğiz?” ifadesinden anlaşıldığı üzere Firavun kendisini beşer olarak görüyor ve ‘yaratıcı’ olarak görmüyordu. Firavun, Allah’ı inkâr etmiyordu. Allah’ı inkâr ediyor olsaydı Hz. Musa’ya: “Ey Musa! Eğer sen peygambersen seninle beraber melekler olmalı değil miydi, sana gökten altın bilezikler atılmalı değil miydi?”8 demezdi. Demek ki Firavun, Allah’ı inkâr etmediği gibi melekleri bile kabul ediyordu. Firavun, “Ben sizin en yüce rabbinizim”9 diyordu ancak bununla ‘kâinatı ve sizi yaratan benim’ demek istemiyordu. ‘Ben sizin rabbinizim’ diyor, ‘Ben göklerin ve yerin rabbiyim’ demiyordu. Demek ki o, ‘Ben sizin en yüce rabbinizim’ derken sadece kendi toplumunu kastediyor ve ‘size kanun koyan, üzerinizde otorite sahibi olan ve itaat edeceğiniz kişi benim’ demek istiyordu. Demek ki halk, Firavun’a rükû veya secde yapmasalar da Allah’ın emirlerine aykırı olacak şekilde ona itaat ediyorlarsa ona ibadet ediyorlar demektir. Kur’an bunu böyle kabul etmektedir.

Ayet aynı zamanda şu manaya gelmektedir: Ey iktidar sahipleri! Güç ve kuvvet sahibi olduğunuz zaman insanları kendinize kul yapmayın. Allah’a değil de size itaat etmelerini sağlamak için baskı yaparsanız rablik ve ilahlık taslamış olur ve onları kullarınız gibi görmüş olursunuz. Onların size itaat etmesi ise size ibadet sayılır ve bu şirktir.

Firavunlar kendilerinin kul olduklarını, çamurdan yaratıldıklarını, aciz bir varlık olduklarını, bir mikroba bile karşı koyamayacaklarını unutmuş varlıklardır. Firavunlara kulluk yapanlar ise hem Firavunların aciz bir kul olduklarını hem de kendilerinin şerefli bir varlık olarak yaratıldıklarını unutmuşlardır. Kur’an-ı Kerim: “Allah’ı unutanlar gibi olmayın. Allah da onlara kendilerini unutturur”10 buyurur. İnsan, güç ve kuvvet sahibi olduğu zaman, kul olduğunu unutmaya ve “yeryüzünde benim dediğim olacak” demeye başlar. Firavun olur, Nemrut olur, Karun olur. Eğer güç ve kuvvet sahibi olamazsa o zaman da Firavunlara kulluk yapmaya başlar, insanlık şeref ve onurunu kaybeder. Hâlbuki Allah, melekleri insana secde ettirmişti. Kur’an-ı Kerim: “Meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik”11 buyuruyor. Çünkü Âdem Aleyhisselam, Allah’ın halifesi (vekili) olarak seçilmişti. Hem vazifeliydi hem de o vazifeyi yerine getirebilmesi için kendisine ilim verilmişti. Melekler ise böyle değildi. O yüzden insan, meleklerden üstündür. İşte Firavunlara kulluk yapanlar bu gerçeği unutmuş ve kendini düşürmüş kimselerdir. 

Allah Azze ve Celle: “İnsana ruhumdan üfledim”12 buyuruyor. Yani insanda Allah’ın ruhu vardır. O yüzden insan kendi gibi bir beşere kulluk yapamaz. Allah Azze ve Celle kullarını yükseltmek istemekte, kullar ise kullara kulluk yapmakla kendilerini aşağılamaktadırlar. Allah’ın kanunları dikkate alınmayıp insanların koyduğu kanunlar dikkate alındığı, onlara göre yaşandığı zaman onlara ibadet edilmiş olur. Kime itaat ediliyorsa, ona ibadet ediliyor demektir. Bu manada kadın, kocasının; çocuk, babasının; halk, devletin Allah’ın emirlerine aykırı emirlerini yerine getiremez, çünkü o zaman onlara ibadet etmiş sayılırlar.

Kur’an-ı Kerim’e göre sadece Firavunlar suçlu değildir, Firavunları Firavun yapanlar, onlara köleliğe razı olanlar, onlara itaat edenler ve Firavunları şımartanlar da suçludur. Onlara: “Sen de bizim gibi Allah’ın kulusun, Allah’ın dünyasında yaşıyorsun, Allah’ın verdikleriyle besleniyorsun, haddini bil, kulluğunu unutma! Allah’a itaat et. Allah sana güç kuvvet verdi diye insanları kendine kul-köle yapma” demeleri gerekiyordu. Bunları demediler ve Firavunlara kulluğa razı oldular. O zaman Firavunlar da şımardıkça şımardı.

KULLARA KULLUK

İnsan, Allah’ın hükmünün dışında bir hükme isteyerek itaat ediyorsa işte o zaman o makama ya da o kişiye kulluğu kabul ediyor ve onu Rab olarak görüyor demektir. Yaptığı itaat de ona ibadet etmek hükmündedir. Peygamberimiz Mekke’yi fethettiğinde, bir Hristiyan olan Adiy bin Hatem, esir olmamak için oradan kaçtı. Kız kardeşi ise esir edilmişti. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, onun bir müddet Müslümanların arasında kalmasını, Müslümanları tanımasını ve İslam’ı öğrenmesini istemişti. Sonra Efendimiz onu serbest bıraktı. O da erkek kardeşi Adiy bin Hatem’in yanına gitti, yaşadıklarını anlattı ve Müslüman olmasını istedi. Adiy bin Hatem de çıkıp Efendimiz’in yanına geldi. O sırada Peygamberimiz insanlara Tevbe Suresi’nin 31. ayetini okuyordu. Ayette: “Onlar (Yahudi ve Hristiyanlar), Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de... Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur”13 buyuruyor. Efendimiz bu ayeti okurken Adiy bin Hatem içeriye girdi. Boynunda altından ya da gümüşten bir haç vardı. Hemen itiraz etti ve: “Bizler rahiplerimize ve âlimlerimize secde ve rükû etmiyorduk. Neden Kur’an böyle buyuruyor?” dedi. Efendimiz: “Onlar size Allah’ın haramlarını helal, helallerini de haram kılmadılar mı? Siz de onların helal dediğine helal, haram dediğine haram demediniz mi?” buyurdu. Adiy bin Hatem: “Evet” deyince, Efendimiz: “İşte bu yapmış olduğunuz itaat, onlara ibadettir”14 buyurdu.

Bu tefsir, bizzat Rasulullah’ın tefsiridir. Hz. Peygamberin tefsiri, bir âlimin tefsiri gibi değildir. Dolayısıyla hiçbir Müslüman “Ben öyle düşünmüyorum” diyemez ve hiç kimse bu tefsire itiraz edemez. Hadiste ibadet, itaat manasında kullanılmaktadır. Efendimizin bu tefsirinden anlıyoruz ki bir varlığa ibadet etmiş sayılmak için ona rükû veya secde etmek gerekmiyor. İdareciler veya din adamları tarafından Allah’ın hükümlerine aykırı hükümler konulur, Allah’ın serbest bıraktıkları yasaklanır ve yasakladıkları serbest bırakılırsa, toplum da buna itaat ederse, bunu yapanlara ibadet etmiş sayılırlar. Hiç kimse, “Ben şunu haram veya helal kılıyorum” demez. Bilinmelidir ki Allah’ın serbest kıldığı bir şeyi yasaklamak onu haram kılmak, Allah’ın yasak kıldığı bir şeyi serbest bırakmak ise onu helal kılmak demektir. İnsanlar da bunlara itaat ediyor ve itiraz etmiyorlarsa bunu yapanları Rab olarak kabul etmişler demektir.

İDARECİLERE İTAAT HARAM MIDIR?

İdareciler, Allah’ın emrine aykırı bir emir verirlerse buna rıza göstermek ve onlara itaat etmek haramdır.  Peygamberimiz: “Yaratana isyan olan bir konuda yaratılmışlara itaat yoktur”15 buyuruyor. Neden? Çünkü Allah’a isyan olan bir meselede kullara itaat edildiği zaman onlar Rableştirilmiş olur ve onlara ibadet edilmiş olur. Her gün Fatiha’da, “Ya Rabbi! Yalnız sana ibadet edeceğiz”16 diyerek Allah’ a söz veriyoruz. Çünkü Allah’ın dışında başka bir şeye ibadet etmek şirktir ve insan bu şekilde ölecek olursa ebedi cehennemlik olur. Onun için ibadet konusu dinin temelidir. Kişi Allah’a itaat ettiği zaman Allah’a kul olurken aynı zamanda nefsine efendi olur. Allah’a kulluk yapmayanlar ise nefsinin veya insanların kulu durumuna gelirler.

Mekke’nin müşrikleri bile La İlahe İllallah’ın manasını anlıyordu ama bugünün Müslümanları tevhidi anlamıyorlar. Bugün birçok Müslüman’a: “La İlahe İllallah nedir?” diye sorulsa: “Allah vardır ve birdir, tek yaratıcı Allah’tır demektir” derler. Hâlbuki Tevhid ‘Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur’ demektir. İlah, “ibadet edilen, yani tapınılan ve koyduğu kanunlara itaat edilen” manasına gelir. La İlahe İllallah sadece Allah’ı otorite olarak görmek, hayatta bağlı kalacağımız esasları Allah’tan almak demektir. Ama Müslümanlara ilahın gerçek manasını öğretmediler. Müslümanlar La İlahe İllallah’ı hakiki manasıyla anlasaydılar Allah’tan başka otorite kabul etmeyecekler ve başka medeniyetlerin peşine takılmayacaklardı.

La İlahe İllallah’ı kabul eden, yalnızca Allah’a ibadet eden ve yalnızca Allah’a itaat eden Müslümanlar gerek özel hayatlarını ve gerekse devletlerini İslamî esaslara göre tasarladılar, böylece tarihte büyük bir medeniyet meydana getirdiler. Çünkü Allah’ın gönderdiği hayat tarzında, medeniyet esaslarında ve kanunlarda yanlış olmaz. Allah’ın gönderdiği esaslar geriletmez, ilerletir. Müslümanlar Allah’ın gönderdiği esaslar sayesinde kısa sürede meydana getirdikleri harika medeniyetle tüm dünyayı şok ettiler.

Kur’an-ı Kerim şeytana ibadetten de bahsetmekte ve: “Ey Âdemoğulları! Size, ‘şeytana kulluk yapmayın, çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır’ demedim mi?”17 buyurmaktadır. “Kim şeytana tapıyor ki” denilebilir. Şeytan bütün insanlar tarafından lanetlenen bir varlık olduğuna göre Allah Azze ve Celle’nin burada açıkça şeytana itaati kastettiği ortadadır. Çünkü kimse şeytana rükû ve secde yapmaz. O halde cinlerin kâfirleri olan şeytanlara itaat yani onların dediği gibi yaşamak, onlara ibadet sayıldığı gibi cinlerin iyilerinden yardım istemek de onlara ibadet sayılmaktadır.

ALLAH’TAN BAŞKASINA İBADET ETMENİN GERÇEK SEBEBİ

İnsanlar neden Allah’tan başkalarına ibadet eder, itaat eder ya da onlara dua ederler? Putperest olan Mekke’nin müşrikleri kendi elleri ile yaptıkları putların yaratıcı olmadığını elbette ki biliyorlardı. Peki, o zaman neden onlara ibadet ediyorlardı? Kur’an-ı Kerim onların maksatlarını bize şu şekilde anlatır: “Bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar, diye onlara ibadet ediyoruz’ dediler.”18 Demek ki müşriklerin Allah dışında putlara veya gökteki yıldızlara ibadet etmesinin sebebi Allah’a daha fazla yaklaşmak ve onları aracı kılmak içindir. Peki, bu iyi niyetleri onları kurtarıyor mu? Hayır. Ameller niyetlere göredir ama bu, dinin bütün meselelerini içine almaz. Ayrıca bilinmelidir ki; Allah’a yaklaşmak, peygamberlerin gösterdiği yoldan gitmekle olur. Allah’a yaklaşmak istediklerini söylemelerine rağmen Peygambere isyan edenler samimi olamazlar.

Gökteki yıldızlara veya kendi elleri ile yaptıkları putlara ibadet etmelerinin ve mezardaki atalarının izinden gitmelerinin başka bir sebebi olması gerekir. Gerçekte onlar, kendilerine peygamber ve kitap gönderecek, helaller ve haramlar tayin edecek, hayatlarına karışacak bir ilah istemiyorlardı. Gökteki yıldızlara, putlara ve atalarına ibadet ediyorlardı çünkü çok iyi biliyorlardı ki bu sahte ilahlar onların hayatına karışmayacak, peygamber ve kitap göndermeyecektir. Yine çok iyi biliyorlardı ki onları tekrar diriltip yaptıklarının hesabını sormayacaktır. İşte bu sebeple onları ilahlaştırdılar ve onlara birtakım ibadetler yaptılar ve onların adına kurbanlar kestiler. Sonra da istedikleri gibi yaşadılar.

Bugünkü Müslümanlara bakıldığı zaman onlarda da benzer haller görülür. Birçokları namazını kılar, orucunu tutar, hacca gider, zekât verirler ama dinin hayatlarının tüm alanlarına karışmasını, yemelerine-içmelerine, kılık kıyafetlerine veya devletlerine karışmasını istemezler. Hayatlarını değiştirmekten korkarlar. Hâlbuki bunlar da ibadete dâhildir.

ALLAH YOLUNDA MÜCADELE KULLUKTUR

Kulluk deyince yalnız namazı, orucu anlamak doğru değildir. Allah yolunda mücadele, peygamberlerin en büyük kulluğudur. Peygamber dendiği zaman akla çok namaz kılan çok oruç tutan birisi gelmemelidir. Müslümanlar Peygamberimizden daha fazla namaz kılabilir, ondan fazla oruç tutabilirler. Ancak yine de O’ndan daha fazla ibadet etmeleri mümkün değildir. Çünkü O’nun tüm hayatı mücadeledir ve Allah yolunda mücadele en büyük ibadettir. Ayrıca O’nun yaptığı kulluk derecesine ulaşmak, O’nun kulluktan aldığı lezzeti almak mümkün değildir. Rasulullah’ın, Ebu Bekir Sıddık’ın veya Abdulkadir Geylani’nin namaz kılarken aldığı lezzeti alabilseydik, kendi namazımızdan utanırdık. Demek ki namazdan namaza, kulluktan kulluğa fark vardır. Elbette Rasulullah bu meselelerde de zirvededir ancak O’nun kulluğu sadece bunlardan ibaret değildir. O, kulluğu bütün bir hayatı içine alan bir kavram olarak anlıyordu. Her daim kulluk yapıyordu. Evinden çıkarken Rabbini hatırlıyordu. “Bismillah, tevekkeltu alellah ve Le havle vele kuvvete ille billeh”19 diyordu. Camiye girerken, gece sağından soluna döndüğü zaman, tuvalete girerken, çıkarken daima Rabbini zikrediyordu.

O, Rabbinin davasını yaymak için mücadeleyi de kulluk olarak görüyordu ve hayatının büyük bir çoğunluğunu mücadeleyle geçirdi. Peygamber dendiği zaman O’nun 23 yıllık mücadele hayatı hatırlanmalıdır.  Namaza, oruca, hacca ayırdığı zamandan çok daha fazlasını Rabbi yolunda mücadeleye ayırıyordu. İşte kulluğu bu şekilde anlamak gerekmektedir. Allah yolunda mücadele etmek, O’na kulluk yapmaktır.

ALLAH SEVGİSİNİN VE KULLUĞUN GEREĞİ

Eğer Müslümanlar Allah’ı gerçekten seviyorlarsa sevdiklerinin davasını sahiplenmeli ve O’nu anlatmalıdırlar. Çünkü seven sevdiğini anlatır. Anlatmıyorsa, sevgisi gerçek değildir. Seven sevdiğinin düşmanlarına buğzeder. Allah’ın düşmanlarına buğz etmiyorsa, Allah’ı sevmiyor demektir. Seven sevdiği uğrunda her fedakârlığı göze alır, malını ve canını ortaya koyar. Sevdiği uğrunda güneşin altında, yağmurun altında bekler, onun uğrunda dayak yemeyi göze alır. Bilinmelidir ki bunları yapamayanlar Allah’ı seviyorum iddiasında dürüst sayılamazlar.

Konuya devam etmek temennisiyle… Allah’a emanet olun.

  1. Şuara, 22
  2. Mü’min, 66
  3. Tirmizî
  4. Tirmizî, Daavât, 1
  5. Sebe, 41
  6. Sebe, 40-41
  7. Zümer, 3
  8. Zuhruf, 53
  9. Nâzi'ât, 24
  10. Haşr, 19
  11. Bakara, 34
  12. Hicr, 29
  13. Tevbe, 31
  14. İbn Kesir Tefsiri, C. 7, sayfa: 3456; İmam Ahmed; Tirmizi
  15. Müslim, 1840
  16. Fâtiha, 5
  17. Yasin, 60
  18. Zümer, 3
  19. Tirmizi