Başyazı

İslam’ın Kulluğa Bakışı -4

Paylaş:

Hamd, insanoğlunu kendisine kulluk yapmakla şereflendiren ve ulvi makamlar vadeden Allah Azze ve Celle’ye; Salat-u Selam, Rabbine en güzel şekliyle kulluk vazifesini yerine getiren ve ümmetine yüksek makamlara kulluk ile erişilebileceğini öğreten Efendimiz’e; Selam ise, Rasulullah’ı örnek alarak kulluğunu güzelleştirmek için mücadele eden tüm dava kardeşlerime olsun.

Bir önceki sayıda İslam’ın ibadet kavramına yüklediği manaları anlatmış, Allah’ın hükmünün dışındaki hükümlere itaat etmenin hüküm koyan makamlara kulluk olduğuna değinmiş, Allah’tan başkasına ibadet etmenin gerçek sebebini açıklamıştım. Daha sonra Allah yolunda mücadele etmenin Allah’a kulluk kapsamına girdiğini anlatmış, Allah sevgisinin ve kulluğun gerekliliklerine değinmiştim. Konuya kaldığım yerden devam ediyorum.

KULLUKTA MÜKEMMELE ULAŞMAK

Her bir ibadetin derecesi çeşit çeşittir. Zor ibadetlerin sevabı kolay ibadetlere göre daha fazladır. Bir ibadeti yapmak için gerekli olan şartların zorluğu da o ibadetin sevap derecesini artırır. Her ibadetin derecesi aynı olmadığı gibi her kulluğun derecesi de aynı değildir. Avamın ameli ile alimin amelinin derecesi, alimin ameli ile de muttaki bir insanın amelinin derecesi elbette farklı olacaktır. Sahabe-i kiram kullukta mükemmelliği yakalamıştı. Onlar öyle namaz kılıyorlardı, öyle haller gösteriyorlardı ki onlara bakanlar hayran oluyordu. Sahabenin bu hale gelmesindeki en büyük neden Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in aralarında olmasıydı. Peygamberimiz’in atmosferine girenler, O’na yaklaştıkça O’nun maneviyatından etkileniyor ve daha muttaki oluyorlardı. O’na yakın olanlarla olmayanların Allah’a bağlılığı, kulluğu, takvası aynı olmuyordu. Sahabeden gelen rivayetlere göre selef-i salihin: “Biz bir harama girme endişesiyle yetmiş helali terk ederdik”1 derlerdi.

Hem peygamberler döneminde hem de peygamberlerin ardından dinin yeniden ihya edilmeye başlandığı, Ümmet-i Muhammed’in yeniden dirilişe geçtiği dönemlerde kullukta mükemmelliği yakalamak daha kolay olmuştur. Çünkü peygamberler döneminde din ortaya yeni çıkıyor ve İslam yeni öğreniliyor, ayet-hadisler ilk defa duyuluyordu. İslam’ın hakikatleri karşısında insanların gözleri yaşarıyor, kalpleri ürperiyordu. Böyle bir dönemde insanlarda mükemmel kulluk anlayışı ve ibadetlere bağlılık daha kuvvetli olabiliyordu.

Düşmanı bile hayran edecek kadar mükemmel bir kulluk Peygamberimiz döneminde gerçekleşti. Onlar Peygamberimiz’in tek başına başladığı davasında dinin yayıldığını, Müslümanların devlet olmaya doğru gittiğini, Allah’ın yardımının geldiğini görüyorlardı. Efendimiz döneminde İslam orduları Medine’den Ürdün’e kadar gelmiş, tüm Arabistan Yarımadası fethedilmişti. İslam askerleri Ürdün bölgesine girdikleri zaman Şam Patriği İslam ordusunun arasına Arapça bilen bir casus göndermiş ve Müslümanlar hakkında bilgi getirmesini istemişti. Casus görevini yapıp geldi ve: “Öyle kimselerin yanından geliyorum ki, geceleri ruhban, gündüzleri kahramandırlar. Ok ve yay yapıyorlar, iyi cins atlara biniyorlar. Vücutları zayıftır, çünkü az yiyorlar. Fakat zikretmek ve Kur’an okumaktan boş kalmıyorlar. O derecede ki, yanında konuştuğun kimseye sesini zor işittirebilirsin” dedi.2 Bunları duyan Patrik: “Bunlarla baş edebilmenize imkân yoktur” dedi. Patriğin dediği gibi de oldu.

Bizans orduları sahabe ordusu karşısında sürekli bozguna uğruyordu. Bir seferinde Bizans Hükümdarı Herakl: “Allah sizi kahretsin! Sizinle çarpışan şu Araplar da sizler gibi bir beşer değil mi?” dedi. Komutanlar: “Evet, onlar da bizler gibi beşerdir” dediler. Herakl: “Savaşta siz mi çoksunuz yoksa onlar mı?” dedi. Komutanlar: “Her savaşta biz onlardan kat kat çoğuz” dediler. Herakl: “Öyleyse neden her zaman siz yeniliyorsunuz?” deyince ileri gelen komutanlardan biri: “Çünkü onlar gece namaz kılar, gündüz oruç tutarlar. Sözlerinde dururlar, iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırlar. Birbirlerine zulüm ve haksızlık yapmazlar. Halbuki biz içki içeriz, zina yaparız, haram yeriz, sözümüzden döneriz, soygunculuk yaparız, zulmederiz, faiz ve tefecilik yaparız. Allah’ın razı olacağı şeylerden birbirimizi men ederiz, yeryüzünde bozgunculuk yaparız” dedi. Bunun üzerine Herakl: “Doğru söyledin” demek zorunda kaldı.3

RASULULLAH’IN KULLUK BİLİNCİ

İnsan Allah’a kulluk yapıp Rabbine yaklaştığı zaman meleklerden üstün bir hale gelir. Çünkü yükselmenin yolu kulluk yapmaktır. “Benim kalbim temiz” diyerek kulluk yapmayanların kalpleri hakikaten temiz olsaydı böyle konuşamazlardı. Gerçekten kalplerinin temiz olduğu kabul edilse bile kulluk diye bir olgu var ve ibadet, sadece kalbi temizlemek için değil Allah’a kul olmak için gerekmektedir. Zaten her tarafın haramlarla dolu olduğu şu çağda yaşayan kimsenin kalbinin temiz olması mümkün değildir. ‘Kalbim temiz’ diyenler acaba hangi eğitimden geçtiler, çocuklukları, delikanlılıkları nerede geçti, hangi mektepte ders gördüler, kimin talebesi oldular da kalpleri temizlendi? Kalpleri temiz olsa bile meleklerden de mi daha temiz? Meleklerin nefsi dahi yoktur, kötü bir şeyi değil yapmak akıllarından bile geçirmezler. Buna rağmen Allah’a kulluk yapıyorlar. Peygamberler Allah’a kulluk yapıyorlar. Aişe Radıyallahu Anha’dan rivayet edildiğine göre Nebî Sallallahu Aleyhi ve Sellem, gece ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Hz. Aişe Radıyallahu Anha Efendimiz’e: “Niçin böyle yapıyorsun (neden bu kadar meşakkate katlanıyorsun) ey Allah’ın Rasulü? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamıştır” dediğinde Efendimiz: “Şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.4 Burada Peygamberimiz’in meseleye ne kadar güzel baktığını anlıyoruz. Efendimiz, Allah Azze ve Celle ibadete layık olduğu için O’na kulluk yapıyor. Efendimiz ayrıca şunu demek istiyordu: “Rabbim beni insan olarak yarattı, beni Peygamber yaptı, bana bunca nimetler verdi, aile, çocuk, ümmet verdi. Bana Kevser’i verdi. Bunların hiçbirini vermeyebilirdi. Bu sebeple şükreden bir kul olmayayım mı?”

Abdullah b. Ömer, Hz. Aişe’ye: “Rasulullah’tan gördüğün en şaşırtıcı şeyi bana haber verir misin?” deyince Hz. Aişe Radıyallahu Anha uzun müddet ağlamış ve sonra şöyle demiştir: “O’nun her işi hayret vericiydi. Bir gece yanıma geldi hatta cildini cildime dokundurdu ve sonra şöyle buyurdu: ‘Ey Aişe, bu gece bana Rabbime ibadet etmek için izin verir misin?’ Bunun üzerine ben: ‘Ey Allah’ın Rasulü! Ben senin yakınlığını severim, isteklerini de severim, Rabbine ibadet etmeni de severim, izinlisin’ dedim.”5

İBADETLERDEN LEZZET ALMAK

Kulluk lezzetlidir ve bu lezzet hiçbir şeyde yoktur. Bunu anlamak için marifetullaha ulaşmak lazımdır. Marifetullaha yani Allah bilgisine ulaşabilmek için de kâinata bakmak, tefekkür etmek lazımdır. Bunlar yapıldığı zaman marifetullaha ulaşılabilir. Sonra muhabbetullaha ulaşılır. Muhabbetullaha ulaşıldığı zaman da artık Allah’a kulluk insana zevk vermeye başlar.

İbadetin her halini en güzeliyle yerine getiren Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ibadetten büyük bir lezzet alıyordu. Her anı zikrullah ve ibadetti. Bazen sabahlara kadar namaz kıldığı oluyor, ayakları şişiyordu. Bir gece Efendimiz teheccüd namazına kalktı. Yanında da bir sahabi vardı. Sahabi: “Ben de Peygamberimiz’e uydum. Efendimiz Fatiha’dan sonra Bakara Suresi’ne başladı. İçimden dedim ki herhalde yüz ayet okur. Efendimiz yüz ayet kadar okudu ve devam etti. Bu defa herhalde iki yüz ayet okuyacak diye düşündüm. Onu da bitirdi, devam etti. Sonra Bakara suresini bitirecek dedim. Onu da bitirdi, devam etti.” Bir rivayete göre Nisa Suresi’ne, başka bir rivayete göre Al-i İmran’a geçti. Al-i İmran Suresi’ni ya da Nisa Suresi’ni bitirdi. Tekrar Al-i İmran’ı okumuş. Sahabi: “Yavaş yavaş okuyordu. Hızlı okumuyordu, dura dura okuyordu. Rükûyu ve secdeyi de o kadar uzattı ki az kalsın kötü bir şey yapacaktım” dedi. “Ne yapacaktın?” dediler. “Namazı bırakacaktım” dedi.6

Yine Peygamberimiz’e: “Ya Rasulallah! Neden bu kadar kendini yoruyorsun? Sen zaten cennetliksin” dediklerinde: “Biz peygamberler birbirimizle yarış halindeyiz. Benden evvel Ulu’l Azm Peygamberler geldi geçti onlar yüksek mertebeler kazandılar, ben onlardan geri kalmak istemem” buyurmuştur.7

Efendimiz’in her anı ibadetti. Bazen oturuyordu ve insanların içinde birisi bir şey sormadıysa “estağfirullâhe ve etûbu ileyh” diyerek Allah’ı zikrediyordu. Sahabeden bazıları merak edip sayıyorlardı. Birisi yetmiş, birisi yüz defa saydım, diyordu. Demek ki Rasulullah’ın hali Allah’ı sürekli zikreden ve O’na ibadet eden bir haldi. Boş kaldığı zaman hemen Allah’ı zikrediyordu.

Kur’an: “Boş kaldığında hemen başka işe koyul!”8 buyurmaktadır. Bir Müslüman kitap okuyup yorulduktan sonra hemen Allah’ı zikretmeli. Allah’ı zikretmekten yorulduysa namaz kılmalı. Ondan da yorulduysa birini ziyarete gitmeli. Sürekli olarak hayırlı ameller işlemek suretiyle ahiret valizini doldurmaya gayret etmeli, boş kalmamalıdır.

İBADETTE AŞIRILIK

Din, insanlara medeniyetin yolunu gösterir. Bir din insanlara medeniyetin yolunu göstermiyorsa, insanlar o dinden elbette ki uzaklaşacaklardır. Hristiyan âlimlerinin kitaplarda şöyle bir rivayeti vardır: “Biz bugün ne kadar kötü bir durumdayız. Eskiden bizim âlimlerimizin, rahiplerimizin ayakları suya değmezdi. Biz bugün banyo bile yapıyoruz ne kadar kötü bir dindar ne kadar kötü Hristiyan’ız.” Kulluğun en güzel şeklinin bu olduğunu söylüyorlardı. Böyle bir dinin, insanları dindar yapması mümkün müdür?

Allah Azze ve Celle’nin kulluğa koyduğu ölçüler vardır. Namazın günde 5 defa, orucun yılda bir ay tutulması gibi... İsteyen aşırıya gitmemek kaydıyla daha fazlasını da yapabilir. Allah Rasulü de hayatı boyunca dinde ve ibadette aşırıya gidilmesini engellemeye çalışmıştır. Günümüzde İslam Medeniyetini isteyenlere, Allah’ın dediği olsun diyenlere aşırı dinci denilmektedir... Hâlbuki bu konuyla dinde aşırılık konusu aynı konular değildir. Dinde aşırıya gitmek demek; ‘hiç evlenmeyeceğim, her gün sabaha kadar namaz kılacağım’ demektir. Bu şekilde insan kendisini kaldıramayacağı bir yükün altına sokmaktadır. Kur’an-ı Kerim: “Allah hiçbir nefse kaldıramayacağı yükü yüklemez”9 buyurmaktadır. Allah bize kaldıramayacağımız yükü yüklememektedir ama insan cahilliğinden dolayı kendi kendine yük yükler. İnsanların bir kısmı takva olmak adına, takvayı böyle zannettiği için, kaldıramayacağı yükün altına girmektedir.

Enes b. Malik’in anlattığına göre, ibadete düşkün üç sahabi Allah Rasulü’nün gece ve gündüz yapmış olduğu nafile ibadetleri öğrenmek üzere onun evine geldiler. Belli ki Peygamberimiz’in bütün Müslümanlarla birlikte eda ettiği farz ibadetler dışında evinde iken Rabbine kulluğunu nasıl arz ettiğini merak ediyorlardı. İnananlara örnek olması bakımından aile yaşantılarını dahi gizlemeyen annelerimizden Peygamberimiz’in ibadet hayatı hakkında bilgi alınca bunun kendilerine az geleceğini düşündüler ve “Biz nerede, Peygamber nerede? Şüphesiz Allah O’nun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır!” dediler. Bu sebeple içlerinden biri: “Ben bundan böyle geceleri daima namaz kılacağım!” dedi. Diğeri: “Ben her zaman oruç tutacağım ve oruçsuz günüm geçmeyecek!” dedi. Üçüncüsü ise: “Ben de hanımlardan ayrı yaşayacağım, evlenmeyeceğim!” diyerek söz verdi. Onlar bu sözlerini haber alan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara şöyle buyurdu: “Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve en çok sakınanınızım. Bununla beraber ben bazen oruç tutarım, bazen oruç tutmam. (Gecenin bir kısmında) nafile namaz kılar, (bir kısmındaysa) uyurum. Ben, kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.”10 Efendimiz burada ümmetine ibadette aşırıya gitmenin usanmaya sebep olacağını ve bunun sonunda kişinin bütün ibadetleri terk etmesi tehlikesinin olduğunu anlatıyordu.

Dengeli İbadet Anlayışı

Takva olmak adına farz olmayanı farz yapmak, haram olmayanı haram yapmak takva değil, cehalettir. Peygamberimiz bizlere dengeli bir şekilde ibadet etmeyi öğretti. Dengeli ibadet, hayatın içinde kalarak ruhbanlaşmadan dağlarda, mağaralarda, evlenmeden, yıkanmadan, çalışmadan, yemeden, içmeden, hayvanlar gibi yaşamak suretiyle takva olmayı değil; hayatın içinde kalarak, evlenerek, geceleri bazen kalkıp namaz kılarak bazen uyuyarak bazen oruç tutarak bazen tutmayarak dengeli bir şekilde takva olabileceğimizi öğretti.  

ALLAH’A İTAATİ ZOR VEYA TEHLİKELİ GÖRENLER

Allah Azze ve Celle insanın kaldıramayacağı bir din göndermemiştir. Ancak insanlar Allah Azze ve Celle’ye kulluk yaparken, kaldıramayacakları çok zor bir hayatın içine girmiş olacaklarını düşünmüşlerdir. Tıpkı Mekkeli müşrikler gibi… Mekkeli müşrikler: “Biz eğer La İlahe İllallah’ı kabul eder, bir tek Allah’a kulluk yapar ve diğer ilahlarımızı bırakırsak büyük devletler bizim üzerimize gelir, bizi yok ederler. Biz bu büyük devletlere karşı koyamayız. Bu sebeple sadece Allah’a kulluk yapamayız, şirki bırakamayız” dediler. Hâlbuki Allah’a kulluk yapınca dünya devleti olacaklardı. Peygamberimiz Mekke’nin müşriklerine: “Ben sizi öyle bir kelimeye davet ediyorum ki o kelimeyi söylediğiniz zaman bütün Araplar ve Arap olmayanlar size boyun eğecekler”11 demişti.  Fakat onlar La İlahe İllallah’ın bir cümleden ibaret olmadığını, istedikleri gibi yaşayamayacaklarını anlıyorlardı.

Hâlbuki Allah Azze ve Celle bir şeyi haram kılmışsa, aynı cinsten mutlaka helâller de yaratmıştır. Örneğin içkiyi haram kılmıştır ama birçok içeceği helâl kılmıştır. Zinayı haram kılmıştır ama nikâhlanmayı helâl kılmıştır. Aynı zamanda Müslümanca yaşamak fasıkça ve kâfirce yaşamaktan çok daha kolaydır. Günahlar içinde yaşamak zordur, kulluk ise kolaydır. Rabbimiz Teâlâ: “Onun için kim (elinde bulunandan) verir, Allah'a karşı gelmekten sakınır ve en güzel sözü (Kelime-i Tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay olana kolayca iletiriz. Fakat kim cimrilik eder, kendini Allah'a muhtaç görmez ve en güzel sözü yalanlarsa, Biz de onu en zor olana kolayca iletiriz”12 buyurmaktadır. Dolayısıyla fısk-ı fücur içinde bir hayat zor bir hayattır.

Peki, bir fasık, bir kâfir o çirkin hayatı neden yaşar, o hayatı neden tercih eder? Çünkü Allah ona o çirkin hayatı kolay göstermektedir. Neden kolay göstermektedir? Çünkü o ahireti inkâr etti, cimrilik etti, kendini müstağni gördü, benim kimsenin öğüdüne ihtiyacım yok, Allah’tan gelen vahye de ihtiyacım yok, dedi. Böyle olunca Allah ona o çirkin hayatı kolaylaştırdı.

YANLIŞ TANRI ANLAYIŞLARI VE KULLUK

Batılıların tarihte en büyük fikir adamı, düşünce insanı olarak kabul ettiği Aristo, çok basit bir şekilde düşünmekte ve “Allah insanı yarattı ve kendi haline bıraktı. Allah, insanla ilgilenmeyecek kadar yücedir” dedi. Bu söz insanların aklına şunu getirebilir: Madem Allah insanla ilgilenmiyor o halde insanın da Allah’a karşı kulluk yapmasına gerek yoktur. Çünkü insana birtakım kanunlar koymamış dolayısıyla insana yaptıklarının hesabını sormayacak demektir. Aristo’nun dediğine göre Allah insanı başıboş bırakmıştır. Bu anlayış üzerine kurulmuş bir medeniyet, insana uygun olabilir mi?

Daha sonra Hristiyanlar şunu da ilave ettiler: “Allah biricik İsa’yı insan kılığında yeryüzüne gönderdi ve İsa çarmıha gerildi, çarmıhta acılar çekerek öldü. Bizim günahlarımız da bu şekilde bağışlandı.” Bu inanışa göre bir Hristiyan’ın Allah’a kulluk yapmasına gerek yoktur. Çünkü İsa Aleyhisselam gelmiş, onların namına çarmıha gerilmiş ve acılar çekmiştir. Hz. İsa için hem Allah’ın oğludur, o bir ilahtır diyorlar. Sonra da onu öldürüp, öldü diyorlar. Kulları tarafından öldürülen, kullarına gücü yetmeyen bir tanrı anlayışıyla insanlar Allah’a kulluk yapabilir mi?  Bir kadından doğmuş olan, yemek yiyip tuvalete giden bir tanrıya kulluk yapılır mı? Öncelikle bir kadın, tanrıyı doğurabilir mi? Kadın da tanrının kulu değil midir? O halde kadın kendi tanrısını mı doğurmaktadır? Böyle bir inançla toplumlar Allah’a kulluk yapamazlar.

Papa Jean Paul ölmeden evvel “Dünyada olup biten bütün haksızlıkların, zulümlerin, günahların arkasında dinsizlik var. Laiklik, insanları dinsizliğe götürüyor, dini devlet hayatından, toplum hayatından uzaklaştırdığımız zaman insanlar dinsizleşmeye başladılar” demişti. Peki, dinsizliğin arkasında ne var? Laiklik nereden çıktı? Yine Hristiyanlığın yanlışları yüzünden çıktı. Bilim adamları engizisyon mahkemelerinde idam edildi, dünya dönüyor diyen bilim adamları ateşte yakıldı, ruhbanlığın en güzel kulluk olduğu söylendi. Üniversiteyle ve bilimle çatışma yaşandı, devletlerle iş birliği yapılıp toplumlar sömürüldü. Toplumda böyle bir dinin devlete karışmaması gerektiği anlayışı oluştu. Devlet dinden uzak durmalı, din devlete müdahale etmemeli dediler. İşte o zaman laiklik zuhur etti.

Eğer bir kadından doğana, yemek yiyene, tuvalete gidene, başlangıcı ve sonu olana tanrı denirse, elbette ki insanlar dinsizleşmeye başlar. Eğer en güzel kulluk ruhbanlıktır, yemeyin, içmeyin, evlenmeyin, uyumayın, para kazanmak için çalışmayın, kirli gezin, bedeninize acı çektirin, kendinize işkence yapın denirse; insanın nefsinin yıkanmamakla, yememekle, uyumamakla, dağlarda yaşamakla terbiye edileceği söylenirse elbette insanlar bu dinden uzaklaşır ve dinsizlik zuhur eder. Papanın söylediği doğruydu fakat eksikti. Hâlbuki söylediklerinin sebebi Hristiyanlığın ta kendisiydi.

KULLUĞUN KAZANDIRDIKLARI

Uhud Savaşı’ndan sonra Müslümanlar ciddi bir yara aldılar. Peygamberimiz dâhil olmak üzere birçok yaralı vardı ve 70 tane şehit verildi. Müslümanlar perişan bir vaziyette, sayıları daha da azalarak Medine’ye geri dönüyorlardı. Savaşın başlangıcında Müslümanların sayısı 700, kâfirlerin sayısı 3000 idi. Düşman ordusunun komutanlarından olan Ebu Sufyan düşündü ve “Biz neden geri dönüyoruz? Müslümanları bu durumda yakalamışken bu işi bitirelim” diyerek plan yaptı. Müşriklerin toparlanma haberinin Müslümanlara ulaştığı zamanki tavrını Kur’an şöyle anlatır: “Onlar, kendilerine insanlar: 'Size karşı insanlar toplandılar, artık onlardan korkun' dedikleri halde imanları artanlar ve: 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir' diyenlerdir.”13 İşte bu, kulluğun sonucunda varılan bir noktadır.

Hz. Musa’nın ümmeti denizle Firavun arasında kaldığı zaman, “Eyvah! Yakalandık!” dediler. Kaçacak yer yoktu artık ama Musa Aleyhisselam eyvah demedi. “Hayır! Rabbim muhakkak benimledir, bana kurtuluş yolunu gösterecektir”14 dedi. Eğer İsrailoğulları hakikaten Allah’ın gücünün, kudretinin sonsuzluğunu anlamış olsalardı ‘eyvah’ demezlerdi. Kulluğu anlamış olan insan hiçbir zaman eyvah demez. Ancak Allah’a karşı bir suç işlediğinde, bir günah işlediğinde, ‘Rabbim beni bağışlamazsa’ diye Allah’tan korkarak eyvah diyebilir, fakat insanlardan korkarak bunu demez.

İnsan Allah’a kulluk yaptığı zaman büyük bir cesarete ulaşır. Sadece Allah’a kul olmuş olanlar, tevekkül makamına ulaşırlar ve sadece Allah’a tevekkül ederler. “Allah bizimle beraber olduktan sonra kimseden korkmaya gerek yoktur” diyecek hale gelirler. Çünkü Allah’ın makamını, ilmini ve kudretini anlamışlardır. İnsan Allah’a kulluk yapa yapa Allah’ın makamını, gücünü, kudretini anlar ve o zaman, Allah’a tevekkül etmeyi öğrenir.               

Allah Azze ve Celle bizim ibadetimize elbette ihtiyaç duymuyor ancak bizim O’na ibadet etmeye ihtiyacımız vardır. Eğer yeryüzünde huzurlu bir insanlık âlemi meydana gelsin isteniliyorsa insanlara ibadet öğretilmelidir. Çünkü ibadetlerin her biri insanın bir yönünü tamamlar. İnsanın kâmil olabilmesi ibadet yapmasıyla mümkündür. İbadet etmeyenlerin huzuru olmaz, zaman içerisinde azgınlaşırlar. İbadet etmeyenler ahlak esaslarına bağlı kalamazlar. İbadet etmeyenler vitamin almadıkları için vitaminsiz kalır ve yarı yolda kalırlar.

Allah Azze ve Celle yalnızca kendisine ibadet edenlerden ve ibadetleri yerine getirerek kâmil insanlardan olmayı, ibadet kavramını doğru şekilde anlamayı cümlemize nasip eylesin. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.

  1. Ebu Talib el-Mekki, Kutu’l-Kulub, 2/434
  2. El Bidaye, C:7, Syf: 15
  3. El Bidaye, C:7, Syf: 15
  4. Buhari, Teheccüt, 6; Müslim, Kitabu Sıfati'l-Müsafirine ve Kasrihim, 18
  5. İbn Hıbban 1993, 2/391; İsfahani, Terğıb, 1924, 2/787-788; İbn Kesir, Tefsir
  6. Müslim, Kitabu Salâti'l-Müsafirine ve Kasriha, 27
  7. Bu anlamda bir hadis için bkz: Ebubekir el-Cassâs, Ahkâmu'l-Kur'an, Enbiya, 90. ayetin tefsiri
  8. İnşirah, 7
  9. Bakara, 286
  10. Buhari, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5
  11. Elmalılı M.H.Y., Hak Dini K.D., 4083
  12. Leyl, 5-10
  13. Al-i İmran, 173
  14. Şuara, 61, 62