Kapak

İtikafın Önemi ve Kişiye Kazandırdıkları

Paylaş:

 

Küresel bir salgının etkisiyle ülke çapında tedbirlerin alındığı, bu sebeple Cuma ve teravih namazlarının dahi kılınmadığı, minareler arasına mahyaların bile asılmadığı bir Ramazan atmosferi yaşıyoruz. İftar sofralarının sosyal mesafe dolayısıyla olabildiğince azaldığını ya da sadece aile fertlerini kapsadığını, Ramazan’da kurulan iftar çadırlarının olmayışını hatta çoğu yerde Ramazan davulcularının bile sahurda çalmadığını da hesaba katarsak Ramazan’ın oldukça sönük geçtiği, varlığının hissedilmediğini söyleyebiliriz. Ancak her şeye rağmen bu rahmet ikliminden maksimum düzeyde istifade edebilmek, şartları zorlamak ve gerekli tedbirler alınarak Ramazan ruhunu canlı tutan faaliyetleri arttırmak gerekiyor. Özellikle yeni nesil için ve hassaten çocuklarımız için bunları yapmamız elzemdir. Yoksa bu süreç devam ederse ve bizler üzerimize düşeni yapmazsak Ramazan günleri ve o günlerde yapılan toplu faaliyetler sadece hatıralarda kalacaktır.

Ramazan denince elbette akla ilk gelen şey oruç, sahur, iftar, teravih, mukabele gibi ibadet ve faaliyetler oluyor. Bu gibi ibadetlerin insan ve toplum üzerinde farklı tesirleri, eğitici yönleri vardır. Öyle olduğunu orucun geçmiş ümmetlere de farz kılınmasından1 anlıyoruz. Bunlar içerisinde Ramazan dışında yapılabilirse de ekseriyetle Ramazan’ın son on gününde yapılan ve Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hiç terk etmediği itikaf sünnetinin ayrı bir yeri vardır. Sünnetlere ittibanın azaldığı, ihmal edildiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Böyle bir zamanda önemli bir sünnetin yapılmasının büyük sevabı olduğu gibi, onu ihya etmenin, yeniden Müslümanların gündemine getirmenin de ayrı bir sevabı olacağını bu konudaki hadislerden anlıyoruz. Öyleyse Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu kadar önemsediği, hiç terk etmediği itikaf sünnetinin ne olduğu, nasıl yapılacağı ve kişiye neler kazandıracağı üzerinde duralım.

Sözlükte “hapsetmek, alıkoymak, bir yere yerleşmek, oraya bağlanıp kalmak” gibi anlamlara gelen akf kökünden türeyen itikaf الاعتكاف) ); ibadet veya başka bir gaye için, bir şeye devam etmek, insanın kendini bir yerde alıkoyması, bir yere kapanıp ibadetle meşgul olma manalarına gelir. Istılahta ise (fıkıh terimi olarak), cemaatle namaz kılınan bir mescit veya o hükümde olan bir yerde ibadet niyetiyle durmak ve ikamet etmek demektir. İtikafa giren kimseye de mu’tekif veya âkif denir.

Meşruiyeti Kur’an ve sünnetle sabittir. Kur’an’da oruçla ilgili bir ayette “… Mescitlerde ibadete çekilmişken (itikaf halinde iken) eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır…”2 buyruluyor. Aynı surenin diğer bir ayetinde “…İbrahim ve İsmail’e de: ‘Tavaf edecekler, ibadete kapanacaklar (itikafta olanlar), rükû ve secde edecekler için beytimi (evimi) temiz tutun’ diye talimat verdik”3 buyrulması, mescitlere ibadet maksadıyla kapanmanın yani itikafın daha eskilere dayandığını gözler önüne sermektedir. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in itikaf yaptığına, ashabını da bu ibadet konusunda teşvik ettiğine dair onlarca hadis vardır. Hz. Aişe Radıyallahu Anha validemiz anlatıyor: “Rasulullah Ramazan Ayında ibadet hususunda diğer aylarda görülmeyen bir gayret içerisinde olurdu. Ramazan’ın son on gününde ise kendisini çok daha fazla ibadete verirdi. Bu günlerde geceyi ihya eder, ailesini uyandırır ve izârını bağlardı. (Yani ibadet için hazırlıklarını tamamlar ve büyük bir azimle Hakk’a yönelirdi.)”4 Bu ve benzeri hadisleri incelediğimizde Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, bu ibadeti çoğunlukla Ramazan’ın son on gününde yaptığı (ilk on ve orta on gün şeklinde rivayetler de vardır), bunu hiç terk etmediği, vefat edeceği sene yirmi gün yaptığı göze çarpmaktadır.

İTİKAFIN SEVABI

Abdullah İbni Abbas Radıyallahu Anhuma’dan rivayet edildiğine göre kendisi itikafta iken yanına gelen bir Müslümanın üzüntülü olduğunu görüyor. Nedenini sorunca bir adama borcu olduğunu ve vadesi geldiği halde ödeyemediğini öğreniyor. Bunun üzerine adama: İstersen senin için gidip alacaklınla konuşayım” deyince, adam da: “İstersen bir konuş” diyor. Mescitten çıkmak üzereyken aynı adam kendisine: “Sen herhalde itikafta olduğunu unuttun, neden mescitten çıktın?” deyince, Abdullah İbni Abbas Radıyallahu Anh ona şu cevabı veriyor: “Şu kabirde yatan (Hz. Peygamber’i kastediyor) ve henüz aramızdan yeni ayrılmış olan muhterem zattan duydum ki ‘Her kim, din kardeşinin bir ihtiyacını karşılamak için gayret eder ve o işi görürse, bu kendisi için on yıl itikafta kalmaktan daha hayırlıdır. Halbuki bir kimse Allah rızası için bir gün itikafa girse, Cenâb-ı Hak o kimse ile cehennem arasında üç hendek yaratır ki, her bir hendeğin arası, doğu ile batı arası kadar uzaktır.”5

Bu rivayet bize bir yönüyle itikafın ne kadar önemli ve mükafatı bol bir ibadet olduğunu gösteriyor. Diğer yandan İslam’ın kardeşliğe, insanların problemlerini çözmeye, onların derdiyle meşgul olmaya daha da fazla değer verdiğini gözler önüne seriyor. Aynı zamanda bir nevi uzlet olan itikafın insanlarla olan diyaloğu koparmak manasına gelmediği, Rabbe yönelmek, iyi bir kul olmaya çalışmak ve böylece içinde yaşadığı toplumun gidişatı konusunda daha duyarlı bir mü’min olma yolunda atılan bir adım olduğu anlaşılıyor.

Başka bir hadiste “Ramazan’da on gün itikaf yapmak (nafile) iki hac ve iki umre gibidir”6 denilmesi, bu ibadetin önemini, sevabının derecesini hatırlatmakta, bu ibadetin yapılmasına teşvik etmektedir.

KİŞİYE KAZANDIRDIKLARI

Kişinin kendi iç dünyasına yönelmesi, geçmişin muhasebesini, geleceğin planlamasını yapması için kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Bir önceki yıldan bu yana veya geçmiş hayatında neler yaptı, neleri yapamadı? Yapılanların içerisinde Rabbinin rızasına uygun neler var? Derin tefekkür yapabilmesi, dünyaya geliş gayesini idrak edebilmesi, ebedi hayatı için önemli kararlar alabilmesi, dünyanın meşgalesinden uzaklaşıp vicdanıyla baş başa kalabilmesi, kurtuluşu için geri kalan ömründe nasıl yaşaması gerektiğini planlaması için bu fırsatı iyi değerlendirmek zorundadır.

Aynı zamanda sürekli cami içerisinde olması, cemaatle namazlarını daha dikkatli kılması, vaktinin çoğunu ibadet, zikir, Kur’an okumayla geçirmesi, dünyalık meseleleri ve gıybet gibi kişiyi durduk yere günaha sokacak fiillerden uzak durması tüm bunlar maneviyatına katkı sağlayacaktır. Az yemek yemeli, az konuşmalı, vaktinin çoğunu ibadetle geçirmeli, zikir, dua, tevbe ve istiğfarı çoğaltmalı, Rabbinden hakkında hayırlı olanı talep etmeli, dualarında sadece kendisinin değil toplumun ve ümmetin kurtuluşunu istemelidir.

Atâ bin Ebi Rebah Radıyallahu Anh’ın dediği gibi: “İtikafa giren kişinin hali; makam ve zenginlik açısından büyük bir zatın kapısının eşiğine oturup: ‘İhtiyacımı verinceye kadar kapından ayrılmayacağım’ diyen kişinin haline benzer.” Büyük bir zatın kapısının eşiğinde ne gibi şeyler istenmelidir? Elbette ki kıymetsiz şeyler olmamalıdır. Bu anlamda Fatiha Suresi bize örnek olmalıdır. Fatiha Suresi bir yönüyle Kur’an’ın önsözü, diğer yönüyle duadır. Yani Kur’an Fatiha Suresiyle nasıl dua edileceğini ve ne istememiz gerektiğini bize öğretmektedir. Önce Rabbimize hamd etmeli, O’na tesbihatta bulunmalı, sonra yalnız O’na kulluk yapacağımıza ve başka bir ma’bud tanımayacağımıza dair söz vermeli ondan sonra istemeliyiz. İsteğimiz de basit şeyler değil, hidayet gibi, istikamet üzere kalmak gibi, kendilerine nimet verilenlerin yolu gibi kıymetli şeyler olmalıdır. Aynen öyle itikaftaki kişi Rabbinden O’na layık bir kul olabilmeyi, O’nun yolunda mücadele edebilmeyi, İslam Medeniyeti gibi büyük bir nimeti ve bu nimet yolunda adım atanlardan olabilmeyi istemelidir. Bunun bedeli olarak karşılaşacağı engelleri aşabilecek sağlam bir imana, sabır ve sebata kendisini ulaştırmasını Rabbinden talep etmelidir. Günahları için pişmanlık duymalı, tevbe-i istiğfarda bulunmalı, bir daha onları işlememeye azmetmelidir.

Ayrıca Ramazan Ayı denince akla Kur’an gelmektedir. Çünkü Ramazan’la ilgili ayette Kur’an’a vurgu yapılmaktadır. “Ramazan Ayı ki; insanlar için hidayet rehberi olan, doğru yola ileten ve hak ile bâtılı birbirinden ayıran Kur’an o ayda indirildi…”8 Dolayısıyla gerek Ramazan Ayı içerisinde gerek son günlerindeki itikaf zamanlarında en çok okunması, tefekkür ve tezekkür edilmesi gereken Kur’an ve onun mesajı olmalıdır. Elbette ki Kur’an’ın lafzının okunması hatta hadisin ifadesiyle her bir harfine on sevap verileceği bilinen bir husustur. Ancak okunmasından asıl maksat mesajının anlaşılması ve hayata tatbik edilmesidir. Bir diğer hususta itikafın Ramazan’ın son günlerinde yapılmasıyla Kadir Gecesi’ne isabet etme ve o geceyi ihya etme olasılığının oldukça yüksek olmasıdır. Çünkü bazı hadislerde “Kadir Gecesi’nin son on gününde ve tek sayılarında arayınız” buyrulmuştur. İtikafta olan kişi hem itikafa dair birçok sevaba ulaşmış olacak hem de bu geceyi ihya etmeye daha yakın olacaktır. Bunun meydana getireceği manevi lezzetin de ayrı bir yeri vardır.

Tüm bu güzellikleri barındıran böyle bir ibadetin toplum tarafından yeterince bilinmemesi, bilenlerin birçoğu tarafından da ihmal edilmesi işin en üzücü tarafıdır. Gönül isterdi ki özellikle diyanet bu hususta öncülük yapsın, başta diyanet reisi, müftüler ve imamlar olmak üzere halka örnek olsunlar. Maalesef ne onların yeterince gündemindedir ne de maneviyata ve nafileye daha çok düşkün olması gereken tarikat mensuplarının gündemini meşgul etmektedir. Müslümanlar için manevi benzin hükmündeki böyle bir sünnetin ihyası çok az insanın eliyle gerçekleşmektedir. Son yıllarda az da olsa Müslümanların gündemine geldiyse o da bu hususta öncülük yapan başta Alparslan Kuytul Hocaefendi ve Furkan Gönüllülerinin çabasıyladır. On- on beş yılı aşkın bir süredir bu sünnetin ihyası için gayret sarf ettiği ve bizlerin de yapmasına vesile olduğu için Rabbim kendisinden razı olsun.

Son olarak şunu söyleyeyim. Bakalım bu salgın günlerinde Cuma namazı için açılmayan camiler itikaf zamanında açılacak mı yoksa onu da evlerinizde yapın mı denilecek göreceğiz. Rabbim sünnete ittiba edenlerden ve unutulmuş olanları da ihya edenlerden olmayı bizlere nasip etsin.

1.Bakara, 183

2.Bakara, 187

3.Bakara, 125

4.Buhari, Fadlu Leyleti’l-Kadr, 5; Müslim, İtikâf, 8

5.Beyhakî, Suab, III, 424-425; Heysemî, VIII, 192

6.Terğîb ve Terhîb, Taberânî ve Beyhakî’den, c. 2, s. 526

7.İbrahim Hâlebi, Mültekâ Tercümesi, s.419

8.Bakara, 185