Başyazı

Kur’ân’ın Kelâmullah Olduğunun Delilleri -5

Paylaş:

Her asra ve her millete hitap eden mucizelerle dolu bir kitap göndererek kullarının iman etmesini sağlayan Allah’a hamd, bu kitabı insanlara anlatabilmek için her çileye katlanan Rasulü’ne salât-u selam, bu mucizevî kitabı dünyaya hâkim kılmak için mücadele veren kardeşlerime selam ile…

Allah-u Teâlâ her peygambere, peygamberliğinin delili olarak birtakım mucizeler vermiş ve bu mucizeleri o gün için insanların en iyi bildiği alanlarda göndermiştir. Mesela Hz. Musa Aleyhisselam döneminde en iyi bilinen sihir olduğu için, Allah-u Teâlâ o alanda mucizeler vermiş ve sihirbazları susturmuş ve sihirbazlar iman etmek zorunda kalmıştır. O dönem insanlarının bilmediği bir alanda mucizeler gönderilmiş olsaydı “bize bildiğimiz alanda mucize gösterse de yaptığı bir ilim mi yoksa mucize mi anlasak?” derlerdi. Hz. Musa Aleyhisselam örneğinde olduğu gibi Peygamberimize de birtakım mucizeler verilmiştir. Bu mucizelerden bir kısmı hissî (duyu organları ile anlaşılabilen)dir. Hurma kütüğünün inlemesi, gökteki ayın yarılması ve parmaklarından suyun fışkırması vs.de olduğu gibi. Bir kısmı da edebî mucizelerdir. Çünkü o dönem insanlarının en iyi bildiği şiir ve edebiyat idi. Ve bu yüzden Kur’an edebî bir mucize olarak indirilmiş ve bir suresinin benzeri bile getirilememiştir.

                Ayrıca Kur’an kıyamete kadar tüm insanlara gönderildiği için sadece o günkü insanlara dönük mucizelerinin olması doğru olmazdı. Tüm insanlara hitap eden mucizeleri olması gerekirdi. Bunlardan biri de bilimsel konularla ilgili ayetlerdir. Çünkü Allah bilmektedir ki bu ümmetin döneminde bilim gelişecektir. Dolayısıyla tıp, astronomi, coğrafya gibi temel bilim dallarının hepsi ile ilgili ayetlerinin olması gerekirdi. O gün dünyada hiç kimsenin bilmediği ve bilemeyeceği bilgilerin içinde bulunduğu ve bilimin gelişmesiyle doğruluğu anlaşılacak olan, böylece iman etmeyenlere Kur’an’ın Kelâmullah olduğunu ispatlayacak, iman edenlerin de imanlarını kuvvetlendirecek ayetlerin olması gerekirdi.

Kur’an’da bilimsel ayetlerin olması bilimin gelişeceğinin de delilidir. Bu da ayrı bir mucizedir. Çünkü bilim gelişmeyecek olsaydı, bilimsel ayetlerin doğruluğu ispatlanamaz ve bu ayetlerin Kur’an’da var olmasının da bir manası kalmazdı. Anlaşılması kolay ve açık olanlarından birkaç misal vererek konuyu açıklamaya başlayalım.

Dünya Dönmektedir;

1540’larda N. Koperning dünyanın döndüğünü söylemişti. Galileo Galilei 1610’lu yıllarda yaptığı teleskopuyla gökyüzünü taramış ve Koperning’in görüşlerinden de istifade ederek dünyanın döndüğünü yazmış ve bu yüzden mahkemeye çıkarılmış ve en sonunda kendisine zorla, dünyanın dönmediğine dair itirafname imzalatılmıştı. Fakat mahkemeden çıkarken “yine de dünya dönüyor” dedi. Onlarda durum böyleyken İslam âleminde, onlardan 300 sene önce 1200’lü yıllarda ‘Ömer Hayyam’ dünyanın güneş etrafında döndüğünü söylemişti. Kur’an-ı Kerîm ise onlardan asırlar önce 600’lü yıllarda Neml Suresi’nde: “Sen dağları görürsün de onları (yerlerinde) donmuş sanırsın, oysa onlar, bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu) Her şeyi gayet iyi yapan Allah’ın sanatıdır”1 buyrulur. Bazı müfessirler, dağların bulutlar gibi hareket etmesini kıyamet gününde olacak olan ‘dağların yün gibi atılıp parçalanması’ olarak anlamışlarsa da bu uygun değildir. Çünkü ayette; “Sen onları donmuş zannedersin” buyrulmuş ve bu olayın kıyamet gününden önce olduğu anlatılmak istenmiştir. Ayrıca ayet-i kerime, “dağların sabit olmayıp bulutlar gibi hareket ettiğini” ifade etmektedir. Hâlbuki kıyamet esnasında dağların yün gibi atılması bulutların hareketine benzemez. Bu durumda bu ayet hâli-hazırdaki hareketi kastetmektedir. Dağların hareket etmesi; dünyanın hareket etmesi demektir. Çünkü dağların bulutlar gibi hareket etmediğini gözlerimizle görebildiğimize göre ayette kastedilen dağların üzerinde bulunduğu, dünyanın hareketidir.

Aynı şekilde Yasin Suresi’nde de: “Ne güneş aya yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir. Bunlardan her biri belli bir yörüngede devam ederler”2 buyrulur. Gecenin gündüzü geçememesi, dünyanın döndüğüne işaret eder. Çünkü gece ve gündüz dünyanın dönmesiyle oluşur. Dünya dönmeseydi gece gündüzü geçebilir ve daima gece olabilirdi. Yine ayet, dönüşün tek bir yöne olduğunu, tersine dönüşün mümkün olmadığını ve bu sıralamanın değişemeyeceğini ifade eder. Kur’an dünyanın döndüğü gerçeğine insanların keşfinden 1000 sene evvel temas etmiş ama bilim gelişmeden ve üzerinde derin derin düşünülmeden kesin olarak anlaşılamayacak bir üslup seçmiş ve söyleyeceği ilmî gerçekleri çoğunlukla üstü kapalı söylemiştir. Böylece insanları araştırmaya sevk etmiştir.

Dünya Yuvarlaktır;

Zümer Suresi’nde: “Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine doluyor, gündüzü gecenin üzerine doluyor”3 buyrulur. Gecenin gündüz üzerine, gündüzün gece üzerine dolanması dünya ancak yuvarlak olduğunda mümkün olabilir. Çünkü bir şeyin bir şey üzerine dolanması o şey yuvarlak olduğunda mümkün olabilir. Gökler ve yer doğru bir nizam ve mizan (denge) ile yaratılmış olduğundan denge bozulmamaktadır. Dengenin bozulmaması ayette buyrulduğu gibi “hak ile yaratıldığı”nın delilidir. Ayet açıkça ‘dünya yuvarlaktır’ dememiş fakat düşünen bir insanın dünyanın yuvarlaklığını anlayabileceği bir ifade tarzı seçmiştir.

Nâziât Suresi’nde: “Bundan sonra yeryüzünü serip döşe”4 buyrulur. Beydavî gibi bazı müfessirler ayette geçen (Deha) lafzından dolayı dünyanın yuvarlak olduğuna işaret etmişlerdir. Hatta “Deha” fiilinin bir türevi olan “dehv” kelimesinin bir manası da “deve kuşu yumurtası” demektir. Yani Allah yeryüzünü deve kuşu yumurtası biçiminde serip döşedi. Yani dünya, tam bir küre yani daire şeklinde değil elips şeklindedir. 1550’li yıllarda Mustafa Bin Şemseddin bu ayetin işaretiyle dünyanın bir deve kuşu yumurtası şeklinde olduğunu ilan etmişti.

Güneş Akıp Gitmektedir;

                Yasin Suresi’nde: “Güneş kendine mahsus yörüngesinde akıp gitmektedir. İşte bu, Azîz ve Alîm olan Allah’ın takdiridir5 buyrulmuştur. Tüm dünya yakın zamana kadar dünyanın güneşin etrafında döndüğünü ve güneşin hareket etmediğini, durduğunu zannederken Kur’an, o zamandan güneşin hareket ettiği gerçeğini haber vermişti. Ve Astronomi uzmanları güneşin kendine bağlı gezegen ve uyduları ile birlikte sistem olarak uzayda saniyede 19 km’lik bir hızla hareket ettiğini tespit etmişlerdir. Kur’an’ın 14 asır önce haber verdiği bu bilgiye bilim adamları ancak kısa bir süre önce ulaşabilmiştir. Ayet güneşin durmadığını, hareket ettiğini ifade ettiği gibi bu hareketin rastgele değil belli bir kanuna göre olduğunu ve kendisi için takdir edilmiş bir merkeze doğru akıp gittiğini bildirmektedir. Ayrıca bu gidişin uzay âleminde bir denge ve bilemediğimiz faydalar meydana getirmek gayesiyle ya da sükûna erip durmak için olduğunu ifade etmektedir. Bu gidiş tayin edilmiş bir ecele kadar olacaktır ki bu kıyametin kopuşudur. Bilim adamları da böyle bir gidişin olduğunu ve bütün sistemin, ‘Vega Burcu’ na doğru gittiğini belirtmektedirler.

Kur’an aynı gerçeği Zümer Suresi’nde de şu şekilde ifade etmiştir: “Güneşe ve aya boyun eğdirdi. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gitmektedir.”6

Gök Genişlemektedir;

Zâriyat Suresi’nde: “Göğü kendi ellerimizle (kudretimizle) yaptık ve biz (onu) genişletmekteyiz”7 buyrulmaktadır. Allah-u Teâlâ bu ayette göğü yani uzayı genişlettiğini açıkça ifade etmektedir. Bazı bilim adamları nebülözlerin güneş sisteminde galaksimizden uzaklaştıklarını keşfetmiş ve başka fizikçiler bu keşiften kâinatın genişlediği sonucunu çıkarmışlardır. İçinde bulunduğumuz kâinatın ne kadar geniş olduğunu anlamak için şimdiki teleskoplarla 200 milyar kadar galaksi tespit edildiğini ifade etmek yeterlidir. Bazı galaksilerde 100 milyar, içinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisi gibi bazı galaksilerde 200 milyar, bize en yakın “Andromeda” gibi bazı galaksilerde de 300 milyar yıldız yani güneş olduğu bilinmektedir. Bu yıldızların etrafındaki dünya gibi gezegen ve ay gibi uydular bu rakamın dışındadır. Ve galaksimize en yakın olan bu “Andromeda” galaksisinin galaksimize mesafesi 2,2 milyon ışık yılıdır. Diğer galaksiler bundan çok daha uzaklardadır. Bir ışık yılının 9,4 trilyon km. olduğu bilindiğinde kâinatın hesap edemeyeceğimiz kadar büyük ve geniş olduğu anlaşılacaktır. Sadece Samanyolu galaksisi bile, disk şeklinde bir uçtan bir uca 100 bin ışık yılı, eni ise 20 bin ışık yılı olduğu bilinmektedir. Hatta bundan daha büyük galaksilerin olduğu, bunların arasında ise milyonlarca hatta milyarlarca ışık yılı mesafelerin olduğu ve bütün bunların hepsinin bir uzay olduğu ayrıca başka uzayların da olabileceği düşünüldüğünde, kâinatın ne kadar geniş ve genişletilmiş olduğu anlaşılacaktır.

Aya Gideceksiniz;

İnşikak Suresi’nde: “Dolunay haline geldiği zaman o aya yemin olsun ki, sizler muhakkak tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz. O halde onlara ne oluyor ki hâlâ iman etmezler”8 buyrulmuştur. 

Aya yemin edildikten sonra “Siz mutlaka tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz” denmesi ayetin uzay ile alâkalı olduğunu ve atmosfer veya uzay tabakalarından geçeceğimizi ifade eder. Ayet ayrıca tabakadan tabakaya geçecek olanların iman etmeyen kimseler olacaklarını ve bu mucizeyi görmelerine rağmen yine de iman etmeyeceklerini ifade etmektedir ve öyle de olmuştur. İnsanoğlu ilk defa, 4 Ekim 1957’de yer çekiminden kurtulabilecek bir uzay aracı yapmayı başarmış, yerden 175 km. yükseklikte bir yörüngeye sokulan uzay aracı, yörüngesinde dönmeye başlamıştı. 21 Temmuz 1969’da ise N. Armstrong ve Aldrin adındaki Amerikalı astronotlar Apollo 11 uzay aracıyla aya ayakbastılar.

Ve Kur’an, Hicr Suresi’nde: “Eğer onlara gökten bir kapı açsak ve oradan yukarı çıksalar; ‘gözlerimiz ancak sarhoş edildi, belki de biz büyülenmiş bir topluluğuz’ diyeceklerdir”9 buyurmuştur. Ayette buyrulduğu gibi gerçekten de aya çıkan astronotlar büyülendiklerini ifade etmişlerdi.

Rahman Suresi’nde: “Ey cin ve insan topluluğu! Eğer göklerin ve yerin etrafından çıkmaya gücünüz yetiyorsa çıkın. Bir kuvvet olmadıkça asla çıkamazsınız”10 buyrulmaktadır. Ayette geçen “eğer” manasında olan “إِن” (in) kelimesi bu işin mümkün olduğunu ifade eder. Dolayısıyla Allah-u Teâlâ göklerin sınırlarından çıkılabileceğini o zaman ifade etmiştir. İnşikak Suresi’nde “tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz” buyrulmuş, Rahman Suresi’nde ise bunun uzay araçlarının motorları gibi “büyük bir güçle” olabileceği bildirilmiştir. Yani Kur’an hem uzaya gidilebileceğini hem de bunun güçlü bir araçla gerçekleşebileceğini ifade etmiştir ve aynen gerçekleşmiştir.

Kur’an eğer Kelâmullah değil de (hâşâ) Efendimizin sözü olsaydı bunları bilmesi mümkün müydü? Allah’tan vahiy almayan (hâşâ) bir yalancı olsaydı, kimse kendisinden bu konularda bir şeyler söylemesini de istemediği halde ve yarınlarda yanlışlığı ortaya çıkacağını bile bile bu konulara girer miydi?

 

  1. Neml, 88
  2. Yasin, 40
  3. Zümer, 5
  4. Naziat, 30
  5. Yasin, 38
  6. Zümer, 5
  7. Zariyat, 47
  8. İnşikak, 18-20
  9. Hicr,14-15
  10. Rahman, 33