Siyer

Mekke Dışında Bir Üs Aramak

Paylaş:

Münir Muhammed GADBAN

 

   Kıymetli okurlarımız! Önceki sayımızda, Efendimiz’in hikmetine, tavizsiz mücadelesine; İslam’ın kadınlara biçtiği göreve değinmiştik. Bu sayımızda ise İslamî hareketin geçtiği yeni merhalenin özelliklerini anlatacağız.

    Bu merhale önceki merhaleden iki ana nokta ile ayrılmaktadır. Birincisi: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ilk defa Mekke’nin dışına çıkıyor ve hareket merkezini değiştirmeyi düşünüyordu. Habeşistan’daki merkez Arap ortamından uzak olduğu için, zorunlu hâller dışında hareket merkezi olarak kullanılamazdı. Diğer Arapların da davayı kabullerini sağlamak için onların olduğu bölgede, sağlam temeller üzerine oturtulmuş bir hareket üssü olmalıydı. İkincisi: İlk defa, bu yeni merhalede, yardım (nusret) talep etme unsurunu görüyoruz. Bu merhaleden önce Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Arapların önemli günlerine katılır ve kabileleri davet ederdi. Fakat bu davet sadece İslam’a davetten öteye geçmezdi. Rasulullah onlardan himaye ve nusret talebinde bulunmuyordu. O merhalenin liderliğini Ebu Talip yapmış, kardeşinin oğluna yardım ve himaye sancağını açarak, bu sancağın altına Abdulmuttalip, Haşim ve Muttalip oğullarını toplamış, Ümeyye ve Nevfel oğullarını bu pakta sokamamıştı.

   Böyle bir arayış içerisine girilmesi, Mekke’deki durum çıkmaza girdiği zaman olmuştur. Mekke liderleri tutumlarını değiştirmemekte ısrar etmekte, Müslümanlar da kimisi Habeşistan’da gurbet acılarıyla kimisi de Mekke’de ezilmek suretiyle dağınık bir şekilde yaşamaktaydılar. Durumda hiçbir değişiklik olmadığından dolayı, din, davet çerçevesi dışına çıkamamıştı. Onun için davanın çıkış yapacağı yeni bir mekânın aranması gerekiyordu. Mekke’ye en yakın yerlerden biri de Sakif Kabilesi’nin bulunduğu Taif’ti. İbn İshak’ın da anlattığı gibi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem oraya yönelmişti:

   “Rasulullah Taif’e vardığında Sakif’ten bir grubun yanına yöneldi. Bunlar Sakif’in, efendi ve eşrafından olan, Abd Yaleyl bin Amr, Mesut bin Amr ve Habib bin Amr adlarında üç kardeştiler. Rasulullah yanlarına oturarak, onlara İslam’a yardım etmeleri ve kavminden kendisine karşı çıkanlara beraberce karşı koymaları hususunda konuştu. İçlerinden biri ona: ‘Eğer, senin gibi birini Allah gönderdiyse Kâbe’nin elbisesini yırtarım’ diyerek O’na inanmadığını belirtti. Diğeri de: ‘Allah senden başka gönderecek birini bulamadı mı?’ dedi. Üçüncüsü de: ‘Allah’ın adına yemin ederim ki, seninle hiç konuşmayacağım. Eğer gerçekten dediğin gibi Allah’ın elçisiysen sana cevap vermem benim için çok tehlikeli olur. Eğer Allah’a yalan uyduruyorsan yine seninle konuşmamam gerekir’ dedi. Bunun üzerine Rasulullah yanlarından kalkarak onlara: ‘Eğer söyleyecekleriniz bu kadarsa, benden kimseye haber vermeyin’ dedi. Rasulullah bunların haber vermesiyle kabilelerinin göstereceği tepkiden çekiniyordu. Nitekim öyle de oldu. Durumdan bütün kabilelerin haberi oldu. Bunun üzerine çoluk çocuk ve cahiller Rasulullah’ın arkasına düşerek bağırıp çağırmaya, küfürler yağdırmaya ve taşlamaya başladılar. Rasulullah korunmak için Utbe bin Rabia ve Şeybe bin Rabia’nın duvarlarla çevrili olan bostanına girmek zorunda kaldı. Sakif Kabilesi’nin cahilleri de peşini bırakıp geri döndüler. Bu arada Utbe ile Şeybe de bostanda bulunuyorlardı. Rasulullah bir asma ağacının yanına giderek gölgesine oturdu. Utbe ile Şeybe Sakif cahillerinin ona yaptıklarını görmüşlerdi. Şimdi de Rasulullah’ın hareketlerini izliyorlardı. Rasulullah gölgede oturup peşindekilerin döndüklerini görünce şöyle dua etmeye başladı: ‘Allah’ım, gücümün yetersizliğini, düşüncemin azlığını ve insanlara karşı umursamazlığımı Sana şikâyet ediyorum. Ey rahmet edenlerin en merhametlisi! Sen ezilenlerin Rabbisin, Sen Rabbimsin, beni kime havale ediyorsun? Uzaklarda beni asık suratla karşılayanlara mı, yoksa durumumu kendisine devrettiğin bir düşmana mı? Eğer, üzerimde Senin gazabın yoksa umursayacak değilim, fakat Senin lütfun beni kapsayacak kadar geniştir. Üzerime gazabını indirmenden ve şiddetli kızgınlığının benim üzerime olmasından, kendisiyle karanlıklara nur saçtığın, dünya ve ahiret işlerini ıslah ettiğin, yüzünün nuruna sığınırım. Rızana nail olana kadar Sana yakaracağım. Senden başka kimsenin gücü, kuvveti ve kudreti yoktur.”

   Rasulullah’ın mübarek Taif seyahatinden, İslamî hareketin, siyasî hareket metodunu öğreniyoruz. İslamî hareketin, hareket menfezleri kapatıldığı anlarda, herhangi bir yerde çıkmaza girdiğinde, yeni bir hareket merkezi kurması gerekmektedir. Bu merkezin vasıfları birinci merkeze uygun olmalıdır.

   Onların bu eziyetleri, Rasulullah’ın bir davetçi olarak görevini yerine getirmesine engel olamamış, hatta Melek kendisine, dağları bu azgın insanların üzerine kapatmayı teklif ettiğinde, Rasulullah: “Umut ederim ki Allah bunların zürriyetlerinden ‘La İlahe İllallah’ diyen birini çıkarır” diyerek bu teklifi reddetmiştir. Politikacının görevi karşısındakilere galip gelmektir. Ama davetçinin görevi davasının galip gelmesidir. Davetçi bu iki durumdan birini tercihte serbest bırakıldığı zaman, davasını şahsına tercih eder. Bu mananın iç âlemlerinde derinleşme ihtiyacı olan kim bilir kaç davetçi vardır.

   Seviyesi ne olursa olsun, böyle bir beşerî yükselişi, insan tasvir etmekten, hatta hayal etmekten bile aciz kalıyor. Bununla beraber, bu dersten bize kalan bir şey var, o da: Bir lahza bile davanın hafızalarımızdan silinmemesi ve bütün tavırlarımızı yönlendiren şeyin Allah rızası olmasıdır.

   İşte Rasulullah’ın bu örnek hareketi, beşeriyetin ve özellikle de Allah yolunun davetçilerinin yükselmek için çalışacakları yüce bir ufuk olarak kalacaktır ve hedeflerini hiçbir zaman unutmayacaklardır. Daima şunu hatırlayacaklardır: İlk hedef, kişiliklerinin değil davalarının üstün gelmesidir; kendilerini harekete geçiren etkenin intikam ve öç ateşi olmamasıdır. Günümüz davetçilerinin, şiddetli azap ve haksızlığa maruz kaldıklarında, kendilerine bunu yapanların İslam’la şereflenmelerini temenni etmek yerine, içlerini kin ve düşmanlık bürüdüğü çokça görülen bir hadisedir. Her ne kadar Allah, yapılana karşılık verme konusunda Müslümanlara izin vermişse de bu durum mücahedenin bir intikam seyrine dönüşmemesi gerektiğini de beraberinde taşır. Çünkü asıl olan bilmeyenlere ve bilmedikleri için de zalim olanlara hakkı öğretmek ve onlar için hakkı temenni etmektir. Yüce Peygamber hayatın her safhasında olduğu gibi bu konuda da en iyi örnektir.

* Münir Muhammed Gadban, Nebevi Hareket Metodu, syf: 140-145