Güncel Analiz

Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’den Gündeme Dair Analizler

Paylaş:

   Alparslan Kuytul Hocaefendi, Türkiye’nin ana gündemi olan ‘Referandum ve Anayasa değişikliğine’ dair, İslami açıdan olması gerekenlere temas ederek, önemli analizlerde bulundu. Bu önemli açıklamadan sizin için seçtiğimiz bazı satır başları şöyle:

BAŞKANLIK SİSTEMİ İÇİN YAPILACAK REFERANDUM VE ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ KONUSUNA NASIL YAKLAŞMALIYIZ?

Başkanlık Bir Sistem Değişikliğidir, Rejim Değişikliği Değildir          

Başkanlıkla yine demokrat ve laik bir rejim devam edecek, rejim aynı rejim olacak. Geri kalan önemli değil. Allah’ın dediği yine olmayacak! Başbakan; “Anayasanın ilk 4 maddesini değiştirme diye bir düşüncemiz yok. Böyle bir görüşü olanlarla da işimiz yok” dedi. Laikliği gayet benimsemişler. Bir tek Meclis Başkanı; “Laiklik anayasadan çıkartılmalı” dedi ve hiç biri onu savunmadı. Siyasiler, hocalar hatta cemaatler hepsi sus pus. Kimse konuşup da “doğru söylüyor” demedi. Meclis Başkanını ben savundum. Dünyada bir-iki devletten başka anayasasında laiklik olan yok. Hatta Avrupa, Amerika’da bile yok. Dolayısıyla dini değer ve kanunlardan da bir şeyler almaları anayasalarına aykırı olmamaktadır. Anayasada laiklik maddesi olmazsa, hükümet isterse Kur’an’dan da bazı hükümler alabilir. Ama laiklik olduğunda alamaz. Laikliğin kaldırılması teklifini bir tek Meclis Başkanı söyleyebildi ve ne Başbakan ne de Cumhurbaşkanı hiç birisi onu desteklemedi. Hatta Cumhurbaşkanı; “Zaten benim görüşüm belli, daha evvel laikliği tavsiye bile etmiştim” dedi. Laiklik kaldırılmayacaksa anayasa değişikliği ne kadar büyük bir değişiklik olabilir ki?

 

BAŞKANLIK NASIL OLMALI?

Başkanlık kötü olmayabilir. Ama nasıl olduğu önemli, diktatörlük şeklinde olacaksa tabi ki karşıyız. Özgürlüklerin genişletileceğini de hiç zannetmiyorum. Çünkü şimdiden özgürlükleri kısıtlamaya başladılar zaten. Şuan hali hazırda parlamenter sistem var, özgürlükler yine de kısıtlanıyor. Başkanlığa geçince daha ne olacak? Gidişat şimdikinden daha baskıcı bir sistem kurulacağı şeklinde.

Sistem Değişikliğinin Asıl Gayesi

Başkanlık sistemiyle amaçlanan bazılarının zannettiği gibi Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini arttırmak değil, zaten şu an tüm yetkiler kendi elinde. Parlamento mu kaldı, Başbakan mı, Bakanlar Kurulu mu? Kim inanıyor buna? Şu an Türkiye’de tek adam sistemi yok mu? Yetkilerini arttırmak içinse, bu hiç mantıklı değil. Mesele, yetki meselesi, anayasa ya da sistem değişikliği değil. Mesele, başkanlık sisteminde iki partinin kalmasıdır. Küçük partilerin hepsi kademe kademe eleniyor ve en son iki parti ‘AKP ile CHP’ kalacak. CHP’nin %50’yi geçerek seçimi kazanma şansı ise neredeyse yüzde sıfır. Dolayısıyla, sonuna kadar AKP başta kalmış olacak. Binali Yıldırım da bir ara ağzından kaçırarak açıkça söyledi; “Başkanlıkta iki tane parti kalacak. Nasılsa iki parti olursa hiçbir zaman kazanamayacaklarını düşünüyorlar. CHP o yüzden istemiyor” dedi. Böylece kendileri de aslında niye istediklerini söylemiş oldular.

İslam Düşmanlarının Planı: Türkiye’de Diktatörlüğün Oluşması

Böyle devam ederse Türkiye, ileride Suriye, Mısır, Ürdün gibi Ortadoğu ülkesi olur. Oralarda da seçim var ama hep aynı adam kazanıyor. Başka parti olmadığı için mecburen ona veriliyor. Böyle olan memleketlerde diktatörlük meydana geliyor. Zaman içerisinde toplumda gaz birikiyor ve düşman bunu kullanarak sonunda o memleketi patlatıyor. O parti yıllarca tek başına olunca, bütün menfaatçiler oraya dolup memleketin kaymağını yemeye başlıyorlar. Sonra, kendi aralarında birbirlerine düşüyorlar ve “Sen yemeyeceksin, ben yiyeceğim” kavgası başlıyor. Milleti soyuyorlar. Herkeste o partiye karşı nefret oluşmaya başlıyor. Suriye’de de, Mısır’da da öyleydi. Düşman da bunu biliyor ve sonunda müdahale edip patlatıyor. Türkî Cumhuriyetleri’nde, Ortadoğu’da; Suriye, Ürdün, Arabistan, Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, nasıl ki hepsinde diktatörlük varsa, Türkiye’yi de bir Ortadoğu ülkesi yapmak istiyorlar. Türkiye’nin derin devleti Türkiye’de de diktatörlük istiyor. Çünkü artık İslami faaliyetleri bitirmek istiyorlar. 80 sene evveline geri götürmek istiyorlar.

AKP’liler başkanlık sistemini kendileri açısından kesin çözüm görüyorlar. Ama dış güçler bunu engellemek ya da devirmek için birçok şey yapabilirler. Partiyi kendi içinden bölemezlerse dışarıdan müdahalelerde bulunurlar. Bunlar hesaba katılmıyor. Başkanlık sistemi, anayasa meselesi biraz gündeme gelmeye başlayınca, dolar hemen fırladı. ‘Müdahale ederiz’ demek istiyorlar.

Doğu Perinçek de açıklamasında; “Tamam, şimdi bu anayasa maddeleri böyle geçiyor. Nasılsa oy çokluğu var, hallediyorsunuz. Ama yarın bombalar patlayınca ne yapacaksınız?’ dedi. Resmen tehdit eder gibi konuştu. Tabi, “Ben yapacağım” demedi, “Amerika yapabilir” gibi laflar söyledi. Bu işi bilen herkes, Amerika’yı kastetmediğini biliyor. Hatta “Büyükelçiler vurulursa ne yapacaksınız?” diyerek, “Bu iş böyle kolay değil” mesajı verdi.

Partiler, Milletvekilleri Özgür Müdür?

Bu oylamalarda kim ‘milletvekillerine özgür’ diyebilir? Partiler de, milletvekilleri de özgür değil. Milletvekilleri, özgür iradeleriyle değil, parti başkanının dediğine göre mecburen parmak kaldırıp indiriyor. İçlerinden parti başkanının zıddına oy kullanacak yüreğe sahip milletvekili çok az. Çünkü çok iyi biliyorlar ki, bir dahaki seçimde aday olamazlar.

Milletvekili oy kullanırken göstererek kullanıyor; ‘Aman benden şüphelenmeyin. Bakın beyaz verdim, kırmızı vermedim. Bizim partiden fire olur, beyazlar az çıkarsa benden bilmeyin’ dercesine gösteriyor. Bu gerçekten özgür bir milletvekili mi? Bir milletvekili de kabinde oy kullananları kamerayla çekiyor. Âdeta ‘Oyunu göster bakayım’ diyor. Bu gerçekten oylama mıdır? Oylama gizli olmalıyken, aleni yapılıyor. Aslında bütün oylamanın iptal edilmesi gerekirken, Anayasa Mahkemesi oylamayı iptal etmiyor!

Alparslan Kuytul Hocaefendi, “Bazı siteler Furkan Vakfı’nın referandum kararının ‘hayır’ olduğuna dair algı oluşturacak haberler yapıyorlar. Bunlara ne dersiniz?” sorusuna ise şu şekilde cevap verdi:

Asıl Mesele; Allah’ın Dediği Mi, İnsanların Dediği Mi Olacak?

Başkanlık sistemine ‘hayır’ demedim. Hiçbir zaman böyle bir ifadem olmadı. Ne evet ne de hayır dedim. Laiklik ve demokrasi devam ettikten sonra, hükümet şekli; parlamenter sistem ya da başkanlık, fark etmez. Bu mesele detaydır. Bunun derdinde değiliz. Biz Müslümanız ve İslamî açıdan bakıyoruz. Memlekette bundan sonra, ‘Allah’ın dediği mi yoksa yine insanların dediği mi olacak?’ Bizim istediğimiz; ‘Allah’ın dünyasında, Allah’ın dediğinin olmasıdır.’ Bu olmadıktan sonra, adı ister ‘Parlamenter Sistem’  isterse ‘Başkanlık Sistemi’ olsun, bizim açımızdan bir şey değişmez. Neticede memleket, demokrasi adı altında diktatörlük ve laiklikle idare edilecek. Bizim bunu kabul etmemiz mümkün değildir.

İslam’da devletle ilgili ana esaslar bellidir fakat detay meseleler belli değildir. İslami sistem, parlamenter sistem gibi mi, başkanlık sistemi gibi mi olacak? Bunlar detaydır, Kur’an ve Sünnet tarafından tayin edilmemiştir. Bu konu, ilim adamlarının içtihadıyla alakalıdır.

Sistem Milletvekilini Kıymetsizleştiriyor

Bazıları Tayyip Erdoğan’ın çok yetki almak için başkanlık sistemini istediğini zannediyor. Olmayan yetkisi yok ki, bütün yetkiler elinde… Başkan olunca parlamentoyu feshetme yetkisini de almış olacak. 600 milletvekilinin hiçbir kıymeti olmayacak. Halk tarafından seçilmiş bütün milletvekillerini feshedebilecek. Hangi yetkiyle hepsini feshedecek? Bu hangi akla sığar, bilmiyorum. O zaman bu milletvekilleri niye seçiliyor? Onlara saygısızlık olmaz mı? Sisteme göre yüzde 51 oyla başkan olan, meclisin yüzde yüzünü feshedebilecek. Demek ki, ‘bu da bir gün lazım olabilir’ diye düşünüyorlar.  Böyle bir sistemde milletvekillerinin özgür iradeleri olabilir mi? Artık kimse farklı bir fikir söyleyebilir mi? Demek 600 milletvekilinin hepsi karşı olsa, devletin başındaki kişi, 600 milletvekilinin kabul etmediği bir şeyi kabul edebilir; kabul ettiklerini de reddedebilir. Milletvekilleri buna karşı koyarlarsa hepsini de feshedebilir. O zaman bunlara milletvekili denilebilir mi?

Eski sistemde 550 milletvekili vardı, başkanlık sisteminde 600 milletvekili olacak. Benim teklifim: Bence parlamentoya, kocaman binalara, 600 milletvekiline hiç gerek yok. Mademki yeni sistemde Cumhurbaşkanı; “Benim görüşüm hepinizin görüşünden üstündür” diyor ve parlamentoyu feshedebiliyor. O zaman yalnız Cumhurbaşkanı kalsın ve memlekete sadece o hükmetsin. O ne diyorsa o olsun, bitsin. 600 kişiye de maaş verilmesin. Her bir milletvekilinin devlete maliyeti, bir sürü para. 15-20 milyar maaşla birlikte bir de özlük hakları, sağlık masrafları, kıyak emeklilik vs. var. Bu kadar masrafa gerek yok. Milletvekilleri ne işe yarıyor? El kaldırmaya, indirmeye değil mi? Parti başkanı onların yerine el kaldırır. Bu milletin parasını da boş yere harcamamış olurlar. Her parti seçime girsin. Partisi kaç tane milletvekili çıkardıysa, parti başkanı elini kaldırdığı zaman o kadar oya sahip olsun! Böyle olursa eski sistemde bir oda, 4 parti, 4 tane masa yeterliydi! Yeni sistemde ise 1 oda, 2 parti, 2 masa yeterli olur!

CANIMIZ KURBAN

Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin, 05 Şubat’ta Mersin’de gerçekleştirilen konferansın ardından kendisine yöneltilen, “DAEŞ’in dün gece yayınladığı dergide ‘Küfrün önderlerini öldürün’ başlıklı yazıda Türkiye’de bazı hocalara, İslam Devletine (IŞİD) dil uzattığı, mücahitleri kötülediği için suikast yapılması gerektiği yer aldı. Sizin de isminizin yer aldığı bu yazı hakkında ne söylersiniz?” sorusuna verdiği cevaptan satır başları şu şekilde:

Bu yazıdan haberim yok. Şayet doğruysa biz İslam Medeniyetinin kurulması için hayatımızı verdik. Gece gündüz çalışıyoruz. Yıllardır, “Biz Medeniyetimize Dönüyoruz” diyoruz. Elbette ki, bizim medeniyetimiz, İslam Medeniyeti’dir. Nasıl olur da sloganı bu olan bir cemaat, İslam Medeniyeti’ne, İslam Devleti’ne dil uzatır. Eğer kendilerini İslam Devleti’nin tek temsilcisi olarak görüyorlarsa bu doğru olmaz. Yaptıkları şeylerin hepsinin İslam’a uygun olduğunu düşünüyorlarsa, bu da hiçbir ilim adamının kabul edebileceği bir şey değildir.

“Bizi tenkit eden İslam’ı tenkit etmiştir, küfrün önderlerindendir” diyorlar ve eğer kendilerini tenkit edenleri mürted görüyorlarsa, kendilerini peygamber gibi günahsız ve masum görüyor olmaları icap eder. Kendilerini masum görüyor ve “Biz hiç yanlış yapmayız” diyorlarsa açıklasınlar.  Hz. Ali, bırakın kendisini tenkit edenleri, kendisine kılıç çekip savaşanlara bile kâfir demedi. Üstelik halife olduğu halde. “Sen beni tenkit ettin, o halde kâfir oldun, ölümü hak ettin” şeklinde bir yetki kimsede olamaz.

Allah Azze ve Celle kâinatın sahibi ve her şeyin yaratıcısı olduğu halde kendisini inkâr eden hatta küfredenlere bile yaşama hakkı tanımakta ve hesaplarını ahirete bırakmaktadır. Kaldı ki Müslümanları ölümle tehdit edenler dünyadaki bunca kâfirleri neden tehdit etmemektedirler?

 

BİZİM CANIMIZ KURBAN OLSUN

Biz bu yola girerken çocukluğumuzdan itibaren ölümü göze aldık da girdik. Ölümü göze almasak bu yola girmezdik. Biz, ecelin bir tane olduğuna iman ettik. Korkak olsak da cesur olsak da aynı zamanda öleceğiz. Biz buna iman ettik. Yalnız beni üzen taraf; beni öldürecekse, kâfirler öldürsünler. Müslüman kardeşlerim benim kanıma elini bulaştırmasınlar, kendilerini cehenneme atmasınlar. Ey gafil Müslümanlarımız; siz kâfirlerin bile şu ana kadar yapmadıklarını mı yapacaksınız?  Yapacaksanız buyurun. Benim size diyeceğim İmam Şafi’nin şiirinde söylediği gibidir. “Benim ölümümü temenni ediyorlar. Onlar bilmiyorlar mı ki, bu yolda ben yalnız değilim. Beni öldürecek olanlar ölmeyecekler mi?”

TEHDİT ASIL KİMDEN?

DAEŞ ne zaman böyle bir bildiri yayınlayarak, “Şu hocaları kim nerede bulursa öldürsün” şeklinde genel bir talimat vermiştir?  Ben bu tehdidin onlar tarafından olduğuna inanmıyorum. Benden en fazla rahatsız olacak olan, Türk derin devletidir. Tevhidi anlatmamdan rahatsızdırlar. Diyelim ki DAEŞ’in yaptığı bazı şeyleri tenkit ettim. Sırf tenkit ettim diye DAEŞ rahatsız olacak ama tevhidi anlattığım için Türk derin devleti rahatsız olmayacak, bu mümkün mü? Mümkün değil.

Benim kanaatimce bu tehdit, Türk derin devletinin tehdididir. Bunu buradan tüm dünyaya ilan ediyorum. Bana bir şey olacak olursa, Türk derin devletinden bilmenizi istiyorum. Demek ki zemin hazırlıyor, bir şeyler planlıyorlar. Sonra da DAEŞ’in üzerine atacaklar. Herkesin böyle düşünmesini sağlamak istedikleri için herkesi önce buna hazırlıyorlar. Ben DAEŞ’i iki meselede tenkit ettiysem, sistemi her gün tenkit ediyorum. Sistemden çok DAEŞ mi benden rahatsız? Hiç zannetmiyorum. DAEŞ benden rahatsız da,  derin laik güçler rahatsız değil mi?

Daha evvel de iki defa emniyetten geldiler. En son gelişleri bundan 5-6 ay önceydi: “Hocam size internet ortamında tehditler var. Onun için geldik. Koruma ister misiniz?” dediler. “Ben böyle bir tehdit bilmiyorum” dedim. Koruma istemedim. Aradan birkaç ay geçti aynı sebeple yine geldiler.  “Benim öyle bir tehdit aldığım yok. İkide bir bana gelip bunu tekrar tekrar soruyorsunuz. Herhalde derin devlet sizinle bana bir mesaj vermek istiyor, böyle yazın” dedim. İfademi öyle yazdırdım. Yine koruma istemedim.

Benim gibi ömrü boyu tevhidi anlatmış bir insana, ‘küfrün önderi’ denir mi? Bu işte bir iş var… Kanaatimce bu, Türk derin devletinin işi. Herkes bunu böyle bilsin.