Kişisel Gelişim

Nasıl Başardılar? -4

Paylaş:

İdeal sahibi insanların hayatlarını okuyup bugünkü Müslümanların İslam Medeniyeti kurma yolunda ne yapmaları gerektiği hakkında ilham kaynağı olmasını temenni ettiğimiz kişisel gelişim sayfamıza İslam âlimlerinin hayatları ile devam ediyoruz…

İBN-İ SİNA

Ortaçağ Avrupa’sında en büyük Tıp bilgini sayılan İbn-i  Sina, Samanoğulları sarayı maliye kâtibi ve saygın bir bilim adamının oğlu olarak dünyaya gelmiş, ilk eğitimini babasından almıştır. Küçük yaşlardan itibaren yaşadığı çevre ve babasından ötürü Felsefe, Astroloji, Fizik gibi çeşitli ilim dallarına küçük yaşta merak salmış ve bu bilim dallarına aşina olmuştur. Özbekistan’ın Buhara şehrinde dünyaya gelmiş olan Sina 10 yaşındayken Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş ve hafız olmuştur.

Tüm gününü okumakla geçirmiş, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar ders çalışmıştır. İbn-i Sina, babasından sonra dersleri devrin tanınmış bilginlerinden almaya başlamıştır. Derslere başlayan İbn-i Sina çocukluk yıllarında matematik dersinde bir türlü başarı sağlayamamış ve medreseden kaçmıştır. Bir kuyudan kovayla su çekmek için eğildiğinde ipin gide gele sert mermeri aşındırdığını görüp; bu manzaradan çok etkilenen Sina, “Bu yumuşak ip gide gele sert taş üzerinde iz yaptıysa bende matematiği başarırım” diye düşünmüş ve 14 yaşına geldiğinde üstün gayreti ile hocalarını dahi geçmiştir.1

Henüz 17 yaşındayken, hastalanan Buhara prensini iyileştirince değerli kitaplara sahip saray kütüphanesinden yararlanma olanağına kavuşmuş ve 19 yaşında doktor unvanı ile ücret almaksızın hastalarını tedaviye başlamıştır.

21 yaşında babasını kaybetmiş, 23 yaşına geldiğinde Samani Hanedanlığı sona ermiştir. Bu olaylardan sonra İbn-i Sina için zorlu bir süreç başlamış ve Hamedan Emiri; İbn-i Sina’ya hapis cezası vermiştir. Savaş bitene kadar hapsedilen İbn-i Sina fazlasıyla sefalet ve zorluk yaşamış ilerlemiş yaşına karşın diyar diyar gezmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu süreçte doktor olarak çalışmanın yanı sıra savaşlara katılmaya başlamıştır. Tüm bu talihsiz olaylardan sonra hasta yatağında 17. asrın ortalarına kadar Avrupa üniversitelerinde Tıp biliminin temel eseri olarak okutulacak olan “Tıbbın Kanunu ve İyileşme” adlı eserini yazmıştır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki: İdeal sahibi kişiler olaylardan kendisi için ders çıkartmayı başaran ve pes etmeyen kişilerdir. Her insanın zorlandığı konular mutlaka vardır. Mühim olan zorluklardan kaçmak yerine, çözüm için kolları sıvamaktır. Babasını kaybetmesi, haksız yere hapse düşmesi, hastalanması onun azmini kamçılayan olaylar olmuş ve en büyük eserini yazmasına olanak sağlamıştır.

MİMAR SİNAN

Mimar Sinan, Hristiyan bir ailenin çocuğu olarak Kayseri’de dünyaya gelmiştir. Küçük yaşta kendi isteği ile askeri devşirme sayesinde İstanbul’a gelmiş ve Müslüman olmuştur. Küçüklüğünden itibaren en büyük hayali mimar olmak olan Sinan, dinamik, zeki, atılgan bir genç olması nedeniyle dikkatleri üzerine çekmiş ve dönemin ünlü mimarları yanında çalışma fırsatı bulmuştur. 22 yaşında Acemi Oğlanlar Ocağında askeri eğitim almaya başlamış, üstün zekâsı fark edilince Enderun Mektebine gönderilmiştir.

Enderun Mektebinden sonra Sinan, Pargalı İbrahim Paşa’nın okulunda başta marangozluk ve Matematik eğitimleri, daha sonra entelektüel mimari eğitimler almıştır. Onun Joseph ismi de bu okulda Sinan olarak değiştirilmiştir.

Mimar Sinan 16 yıl boyunca birçok sefere ve savaşa katılmıştır. Seferlere iştiraki Sinan’ın görgü ve bilgisini çok geliştirmiş, kendisini gösterme kabiliyetini ve ileri görüşlülüğünü ortaya koyma imkânı sağlamıştır. Katıldığı savaşlarda birçok rütbe kazanmıştır. Sefere gittiği yerlerdeki mimari yapıları özenle incelemesi kendisini geliştirmiştir. Çok sevilen ve başarılı bir savaşçı olmasına rağmen hayalinden vazgeçmemiş seferler esnasında yapmış olduğu eserlerle dikkat çekmiştir. Kara Boğdan Seferi sırasında kendisini baş mimar yapacak olan projeyi gerçekleştirmiştir. Bu proje; Prut Nehrinin üzerine bir köprü yapma projesidir. Bölgenin bataklık olmasından dolayı bu zorlu görev Sinan’a verilmiştir. Mimar Sinan ise bu olayı şu şekilde ifade etmiştir: “Hemen adı geçen suyun üstüne güzel bir köprünün yapımına başladım. 10 günde yüksek bir köprü yaptım. İslam ordusu ile bütün canlıların şahı, sevinçle geçtiler.” Sinan, bu projesinden sonra alanındaki en yüksek rütbe olan Baş Mimarlığa yükselmiştir. Böylece zamanla yaptığı eserler, sorunlara getirdiği pratik çözümler sayesinde Osmanlı İmparatorluğunda Baş Mimar olmuştur.

Sonuç olarak diyebiliriz ki: Bir kimse eğer bir şeyi yapmayı gerçekten isterse hangi koşullarda olduğu fark etmez, hayalini gerçekleştirmek için imkânları kendisi oluşturur. Hedefi olan kişi her zaman baktığı yerde, kendisini hedefine yaklaştıracak şeyler bulur.

 

 

HAREZMÎ

Abbasi döneminde yaşamış dünyanın ilk matematikçilerinden olan Harezmî, Horasan bölgesinde bulunan Harezm’de temel eğitimini almıştır. Çok küçük yaşta babasını kaybetmiş olmasına karşın ilme olan iştiyakını kaybetmemiş ve kendisini yetiştirmiştir. Yaşadığı yerde kendisini himaye edecek kimsesi bulunmadığı için yalnız kalan Harezmî, Bağdat’taki ileri bilim atmosferinin varlığını öğrenir; ilmi konulara doyumsuz denilebilecek seviyedeki bir aşkla bağlı olan Harezmî çalışma idealini gerçekleştirmek için Bağdat’a gelir ve oraya yerleşir. Bağdat’ta eğitim gördüğü yıllar boyunca Matematik, Astronomi ve Coğrafya üzerine çalışmalar yapmıştır. Abbasi Devleti tarafından desteklenen Harezmî, dönemin en seçkin âlimlerinin bulunduğu Beyt’ül- Hikme’de yer almıştır. Devrinde bilginleri himayesi ile meşhur olan Abbasi halifesi Me’mun, Harezmî’deki ilim kabiliyetinden haberdar olunca onu kendisi tarafından Bağdat Saray Kütüphanesinin idaresinde görevlendirir. Böylece Harezmî, Bağdat’ta inceleme ve araştırma yapabilmek için gerekli bütün maddi ve manevi imkânlara kavuşmuştur.

İlmi araştırmalar için yaya olarak birçok şehir gezen Harezmî, aynı zamanda azim ve gayretiyle halk arasında tanınmış bir kişi olmuştur. Genç yaşta olmasına rağmen yaşıtlarından ve döneminin insanlarından farklı olarak matematik ilmine merak salmıştır. Bu nedenle birçok gece sabaha kadar çalışmış, mum ışığında araştırmalarına devam etmiş ve matematikte kullanılan cebir sözcüğünün çıkış yeri olan Doğu ve Batının ilk müstakil cebir kitabı olma özelliğini taşıyan “El’Kitab’ül-Muhtasar fi Hısab’il Cebri ve’l-Mukabele” eserini yazmış ve sıfırı bulmuştur.

Sonuç olarak diyebiliriz ki: İdealist bir insan yalnız kalsa da aşk derecesinde bağlı olduğu idealine ulaşabilmek için yapması gereken şeyleri yapar, fedakârlık etmesi gereken şeylerden de fedakârlık eder. Dolayısıyla da idealine ulaşır.

Günümüz İslam davetçileri bu şekilde idealist bir yapıya sahip olmak istiyorlarsa İslam âlimlerini örnek alarak, onların yaptığı gibi azim ve istikrarla yollarına devam etmelidirler. Aksi halde ne İslami ilimlerde ne de beşeri ilimlerde ilerleme kaydedilemeyecek ve İslam Medeniyeti hedefine ulaşılamayacaktır. Bu anlayış doğrultusunda ilerleyen bir İslam davetçisi pasiflikten kurtulmalı ve gayret ederek hedefine yönelik çalışmalar yapmalıdır.

  1. Hesap Kabarık, Ahmet AĞIRBAŞLI, syf: 167