Başyazı

Sabredenleri Müjdele!

Paylaş:

Ömrü, İslam davasına hizmet etmek ve hayırlı işlerde önde olacak öncü bir nesli inşa etmek ile geçen Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin uğramış olduğu zindan ve sürgün zulmü sürecinde iki haftada bir 10 dakika olmak üzere yapmış olduğu telefon görüşmesini siz değerli okurlarımıza aktarmak için Başyazı bölümümüze taşıyoruz.

HAMDOLSUN…  SU VERDİKLERİMİN BİNİ GÜL, BİRKAÇI DİKEN OLDU

Biz kaderimizi yaşıyoruz. Herkes gibi ben de kaderimi yaşıyorum. Kader iki kısımdır.  Birinci kısmında cüzi iradenin tesiri vardır, ikinci kısmında ise cüzi iradenin tesiri yoktur. İnsan birinci kısımdan sorumludur. Cüzi iradesiyle yapması gerekenleri yapmaktan, alması gereken tedbirleri almaktan mesuldür ama ikinci kısımdan insan sorumlu değildir. Çünkü o, külli iradenin tesiri altındadır. Hz. Ömer Radıyallahu Anh bu ikinci kısımla ilgili olarak şöyle söylüyor: “Kendini fazla yorma! Her şey Allah'ın takdiri ile olur. Allah'ın istemediği şey sana isabet etmeyecek, emri ise isabet etmeden geçmeyecektir.” Yani insan istediği kadar tedbir alsın, istediği kadar gayret etsin sonuçta eğer Allah başka bir şey murat ettiyse o gerçekleşecektir ve o kulun hayrınadır. Kulun kendisi için istediğinden daha hayırlıdır. İmam Şafi Rahimehullah bir şiirinde şöyle söylüyor:

“Bırak günler dilediğini yapsın,

Kader bir hüküm verdiği zaman da gönlünü hoş tut.

Gecelerin dertleri için sızlanma,

Çünkü dünya dertlerinin kalıcılığı yoktur.

Musibetlere karşı metin bir adam ol,

Düşmanlarına karşı asla zayıflık gösterme,

Çünkü düşmanların bunu kullanması beladır.

Ne hüzün devamlıdır ne de sevinç,

Ne üzerindeki darlık ne de bolluk,

Eğer kanaatkâr bir kalbe sahip olursan,

Sen ve dünyalara sahip olan, eşit olursunuz.

Bırak günler her an gaddar olsun,

Nasılsa ölüme fayda verecek ilaç yok…”[1]

İnsan, hayatında bir takım istemediği şeylerle karşılaştığı zaman feryadı figan etmemeli, hepsinde “bir hayır var” demeyi bilmeli, Allah'a teslimiyet göstermeli. Kendisinin birtakım planları, arzuları, istekleri olabilir. Bir hikmetli sözde şöyle söylenmiş: “İste isteyebildiğin kadar ama kaderin karşına çıkardığına kızma. Kötü zamanlarda iradeni terk etmen, kaderle mücadele etmenden daha evladır.” Bazen insan iradesini Allah'a teslim etmeli çünkü istediği kadar tedbir alsın, istediği kadar planlar yapsın hiçbiri gerçekleşmez. Eğer böyle bir durumla karşı karşıya ise “demek ki Rabbim başka bir şey murat ediyor” demeli, onu anlamaya çalışmalı, kendini kadere teslim etmelidir. Çünkü kendisi yapması gerekeni yapmıştır, alması gereken tedbiri almıştır ama karşısına başka bir şey çıkmıştır. Kul olarak yapması gerekeni yapmış ondan sonra yine de başka bir şeyle karşılaştıysa “Allah'ın başka bir muradı vardır” demeyi bilmeli. O zaman hem huzurlu, mutlu olacak bunalımlardan kurtulacaktır hem de imanını muhafaza etmiş olacak, Allah hakkında da kötü zanda bulunmayacaktır.

Bilmeliyiz ki kul en büyük hizmetlerini kendi planlaması ile değil Allah'ın planlaması ile yapar. Kul kendi planı ile bir, Allah'ın planı ile bin hizmet yapar. O halde kadere yani Allah'ın planına teslim olmalı kaderle mücadele edilmemelidir.

Allah Azze ve Celle elbette her şeyi bilmektedir. O yüzden Allah'a halimizi bildirmemize gerek yok. Şairin dediği gibi:

“Fakr-u halin[2] etme izhar, halikın bilmez mi hiç?

Alemi ihsan eden Allah, sana vermez mi hiç?

Rabbine ağlar isen, göz yaşını silmez mi hiç?

Ta ciğerden ah edersen matlubun[3] vermez mi hiç?”

Allah halimizi bilmektedir, nimetlerini göndermektedir, küçük odayı cennete çevirmektedir. Allah Azze ve Celle ta ciğerden ah edersek matlubumuzu da elbette verecektir. Bundan zerre kadar şüphemiz olmamalı. Belki canımızı sıkan birtakım şeyler olur, hainlerin ihanetleri, yıllarca emek verdiğiniz insanların arkanızdan vurması, kötü yollara düşmeleri, ahlaklarının bozulması, İslam düşmanlarıyla iş birliği yapmaları bizi üzebilir ancak şöyle bir söz var: “Bahçıvan bir gül için bin dikene su verir.” Hamdolsun…  Benim su verdiklerimin bini gül birkaçı diken oldu. Şükürler olsun, bir gül için bin dikene su vermiş olmadım; bin tane gül için birkaç tane dikene su vermiş oldum. O da varsın olsun feda olsun. Sonuçta madem o dikenleri Rabbimizin imtihanı olarak görüyoruz, o dikenler elimizi kanatabilirler, ayağımıza batabilirler ancak onun da sevabı olacak, günahlarımıza da kefaret olacak inşallah.

Acı olaylar, dünyadan uzaklaşmak ve Allah'a yaklaşmak için verilmiş bir fırsattır. Aslında Allah Azze ve Celle acı olaylarla kulunu dünyadan uzaklaştırır ve kendisine yaklaştırmak ister, ona bir fırsat vermiş olur. Eğer böyle bakacak olursak doğru anlamış oluruz ve mutlu oluruz aksi halde bunalımlara düşeriz ve yanlış anlamış oluruz, Allah'ı da kırarız.

Bilmeliyiz ki zindan, insanlardan uzaklaştırır ama Allah'a yaklaştırır. O halde bundan korkmaya gerek yoktur. Madem Allah'a yaklaşacağız o halde zindanın da sıkıntılarına katlanacağız. Karanlığa katlanmayan aydınlığa ulaşamaz, zorluklara katlanmayan kolaylığa ulaşamaz. O halde aydınlığı isteyenler karanlığı göze almalı, kolaylığı isteyenler de zorlukları göze almalıdırlar. Zindandaki dava adamlarının sessiz çığlığı dışarıdakilerin haykırışlarından daha etkilidir. Bunu da hesaba katmalıdırlar. Belki de Allah Azze ve Celle sesimizi daha uzaklara duyurabilmek için başımıza birtakım olaylar getiriyordur, o halde mesele yok. Mademki davamız duyuluyor, Tevhid davası yeryüzüne yayılıyor o halde zindana da razı olmak zorundayız.

Öyle bir düzen kurdular ki tarihe adaletleri ile değil zulümleriyle geçecekler. Kurdukları düzene lanet olsun! Muhalifleri zindana atmak için neredeyse bir köpeğin havlamasını delil kabul edecekler. ‘Bu köpek sana havladığına göre mutlaka bir suçun vardır(!)’ diyecekler. Halbuki onu susturmak istemektedirler, gerçek budur.

Ey İslam düşmanları! Bilin ki: Allah'ın izniyle susturamayacaksınız! Korkutamayacaksınız! Lekeleyemeyeceksiniz! Yalnızlaştıramayacaksınız! Bey’at ettiremeyeceksiniz! Terörize edemeyeceksiniz, durduramayacaksınız! Zulmünüze engel olacak gücüm yok ama bu bana dert değil çünkü zulmünüz hem derecemi yükseltiyor hem de Tevhid davasının duyulmasına ve anlaşılmasına vesile oluyor.

26 Ocak 2023 Perşembe

Patnos Cezaevi | Telefon Konuşması

SABREDENLERİ MÜJDELE!

                …

 

Öncelikle depremde hayatını kaybeden bütün kardeşlerimize Rabbimden rahmet diliyorum. Akrabalarına sabır temenni ediyorum ve yaralılara da Rabbimden şifalar nasip etmesini niyaz ediyorum.

Allah Azze ve Celle Bakara Suresi’nde: “وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ” “And olsun ki sizi korkuyla, açlıkla, mallardan, canlardan ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!”[4] buyuruyor. Yani Allah Azze ve Celle dünyayı imtihan için yarattığından, böyle olayların olacağını zaten daha önceden bize haber etmiş ve hatta yemin ifadesiyle bu olayın mutlaka olacağını bize bildirmiştir. Böyle bir durumda Müslüman olana düşen, sabırdır.

Elbette depremin maddi ve manevi sebepleri vardır. Maddi sebepler; mesela fay hatlarının olması, binalarımızın sağlam olmaması gibi… Elbette ki bunlar üzerinde de durulacaktır ama manevi sebepleri de ihmal etmemek icap eder. Hiçbir şekilde manevi sebepler üzerinde durulmuyor. Toplumun Allah'a yönelmesini istemeyenler sürekli maddi sebepler üzerinde duruyorlar. Allah'ın elini ve hükmünü kapatmaya çalışıyorlar. İyi bilinmelidir ki her şey Allah'ın emriyle olur. Bir ağaçtan bir yaprak Allah'ın emri olmadan düşmez.

Allah Azze ve Celle her yaptığı şeyi zahiri sebeplere göre yapar. Kendisini göstermemek için zahiri sebepleri perde yapar ama aslında yapan kendisidir. Mesela depremi irade ettiğinde fay hatlarını harekete geçirir. Bir insan, bir insana sopayla vursa vuran sopayı görüp vuran eli ve vuran kişiyi görmezsek doğru görmüş olmayız. Elbette ki sebepler olacaktır ama sebepler birer bahanedir ve aynı zamanda Allah'ı perdelemek içindir. Yağmurun maddi sebeplerini görüp o sebepleri yaratanı görmemek körlüktür. Bir ordu zafer kazansa silahı, askeri ve diğer vesileleri görüp de kumandanı görmemek doğru olamaz. Elbette maddi sebepler üzerinde durulacaktır ama manevi sebepler üzerinde de durulmalıdır. İslam düşmanları kasten manevi sebepler üzerinde durulmasını engellemeye çalışıyorlar. Siyasiler ve bilim adamları haklı olarak bu konuda devleti, hükümeti eleştiriyor ama hocalar hiç konuşmuyorlar. Hocalar da konuşmalılar, Allah'tan başkasından korkmamalılar!

Depremin Manevi Sebepleri

Günahların ve zulmün artması ve toplumun bunlara sessiz kalması Allah Azze ve Celle'yi öfkelendirir. İşte o zaman Allah, fay hatlarını harekete geçirme emrini verebilir. Tabi ancak şunu da söylememiz lazım, peygamberler döneminde gelen azap ile peygamber olmayan dönemde gelen azabın farkı vardır. Yani peygamberler döneminde saflar ayrılmıştır, bir peygamber vardır ve ona iman edenler ile etmeyenler vardır. Allah'tan, peygambere vahiy gelir ve iman edenleri ayırır çünkü diğerlerine azap gelecektir. Ama peygamber olmayan dönemde böyle olmaz. Peygamber olmayan dönemde Müslümanlar da azaba uğrayabilir çünkü saflar ayrılmamıştır. Ortada bir peygamber ve Allah'tan haber alan birisi yoktur, Allah'tan bir haber gelmemiştir. Bu sebeple depremde ölenlere ‘kötü’ ölmeyenlere ‘iyi’ denilemez ya da deprem olan bölgeler kötü; olmayan bölgeler iyi bölgeler denilemez. Böyle bir fark var.

Günahlar umumileşirse, toplum da buna sessiz kalırsa azap da umumi olarak gelir. Toplum Allah'tan korkmaz hale gelirse azap ile korkutulur. Korkmayanlar korkutulurlar. Allah korkusu kalplerimize yerleşmiş olsa o zaman Allah Azze ve Celle böyle korkutmaları gerek görmez. “Böyle depremler ile neden kafirlere değil de Müslümanlara tokat vuruluyor?” diye soruluyor bazen. Onlarda olmuyor değil, onlarda da oluyor Onlarda da deprem, savaş, kasırga, sel oluyor. Onlar şirk içindedir ya da tamamen ilhad yani inkâr içerisindedirler. Ayrıca şirkin cezası ebedi cehennem olduğundan cezası bu dünyada mümkün olmaz çünkü dünya hayatı ebedi değildir. O yüzden en büyük günahın cezası sonraya bırakılmaktadır. Allah'ın azabı aynı zamanda ikazdır. Onlardan çok Müslümanlar ikaza muhtaçtır çünkü kafirlerin çoğu ikaza gerek görülmemektedir. Yani Allah Azze ve Celle kafirlerden çok Müslümanları ikaz eder, onları sırat-ı müstakime davet eder.

Bazen de “Bazı kimselerin günahı sebebiyle neden umuma azap geliyor?” diye soruluyor. Bunun sebebi günahın umumileşmesindendir. Ayrıca günahkâr olmayanlar da günahlara sessiz kalmakta, günahlara ortak olmaktadır. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadiste: “Ya iyiliği emredersiniz, kötülükten nehyeder, sakındırırsınız ya da Allah öncekilere azap ettiği gibi size de azap eder. O zaman içinizdeki iyiler dua eder duanıza icabet edilmez”[5] buyuruyor. Demek ki iyiliği emretmek, kötülükten sakındırma ahlakı bir toplumda kalmadıysa, çok azaldıysa, günahlar çoğaldıysa ve kimse bunları engellemeye çalışmıyorsa bu, Allah'ın gazabını beraberinde getiriyor.

Bazen de “Çocukların ve günahkâr olmayanların azaba uğraması nedendir?" diye soruluyor. Allah Azze ve Celle Kur'an-ı Kerim'de: “Öyle bir beladan sakının ki sadece içinizden zalimlere isabet etmez”[6] buyuruyor. Yani demek ki bazı günahlar zalim olmayanlara da isabet edebilir. Neden? Çünkü onlar da engel olmuyorlar. Belki kendileri direkt zalimlik yapmıyorlar, zulmetmiyorlar ya da günah işlemiyorlar ama engel de olmuyorlar. Engel olmaları mümkün iken engel olmuyorlar. Eğer masumlara azap gelmeyecek olsa o zaman imtihan biter, herkes imana zorlanmış olur. İyilere azap gelmiyor, kötülere geliyor olsaydı o zaman imtihan biterdi.

Musibete uğrayan masumlar bir nevi şehittirler. İnşallah bu kardeşlerimiz Allah katında şehit sayılırlar, onlar için hayırlı olur. Ecel değişmez bu insanlar zaten öleceklerdi ama belki başka türlü öleceklerdi. Bunu önlem almamış olanların hiçbir günahı yoktur manasında söylemiyorum. O, ayrı bir mesele. Tabi ki önlem almak zorundayız.

Son olarak şunu söyleyeyim: Bir insanın depremden, maddi enkazlardan kurtulması ne kadar sevindiriciyse manevi enkazların ve günahların içinden kurtulması da bir o kadar sevindirici olmalıdır. Aynı şekilde bir insanın kurtuluşuna, hidayetine vesile olmak da bir o kadar hatta daha fazla sevindirici olmalıdır. Çünkü sonuçta herkes ölecek, ölümden kurtuluş yok. İman üzere ölmek, ebedi hayatı kazanmak için şarttır. O halde bugün deprem bölgesinde ki insanlarımızın maddi enkazdan, yarın da tüm insanlık aleminin manevi enkazdan kurtuluşuna vesile olmaya gayret göstermeliyiz.

Depremde özellikle çok sayıda yakınını kaybeden ve bu yüzden sabretmekte zorlanan kardeşlerime derim ki: Ecel bir tanedir, iki ecel yoktur. Münafikûn Suresi’nin 11. Ayetinde: “Bir nefsin eceli geldiği zaman, Allah hiçbir nefsi ertelemez” buyurmaktadır. Yani deprem olmasaydı da onlar, o vakitte öleceklerdi. Deprem ile öldükleri için inşallah bir nev’i şehit sayılacaklardır. Bunu düşünerek rahatlasınlar.

                Ayrıca, deprem gibi büyük olayların birçok hikmeti vardır. Bunlardan bazıları:

  • Toplumun Allah’ı hatırlamasını ve O’na yönelmesini sağlamak,
  • İnsanları günahlardan uzaklaştırmak,
  • Kalplerde dünya sevgisini azaltmak,
  • Toplumda fedakârlığı ve yardımlaşmayı öğretmek,
  • Şeytan tarafından Allah’ın rahmeti ile aldatılan insanlara Allah’tan korkmak gerektiğini öğretmek, gibi hikmetleri vardır.

Bu hikmetlerin gerçekleşmesi ile toplu olarak Allah’a yönelir, hayatımızı değiştirir, İslam Medeniyetini ister hale gelirsek kayıplarımızdan dolayı üzüntümüz azalacaktır.

09 Şubat 2023 Perşembe

Patnos Cezaevi | Telefon Konuşması

Depremin Hikmetleri

Depremin maddi ve manevi sebepleri olduğu gibi bir de hikmetleri var. Maddi sebepler olarak fay hatları, yıkımın sebebi için binaların çürük yapılması dedik; manevi sebep olarak da günahların ve zulmün çoğalması, bunlara sessiz kalınması dedik.  Bunun dışında hikmetleri de var. Mesela deprem sayesinde:

  • İnsanlar Allah’ı hatırlar. Allah Azze ve Celle bu şekilde kendisini hatırlatır ve insanların O’na dönmesini sağlar.
  • Aslında deprem, toplumun günahlar içine batmış olması ve insanların da buna sessiz kalmasından ötürü, bir bakıma Allah’ın öfkesini yansıtır.
  • Günahlara tövbe ettirir. Bir hikmeti de budur. Yani depremden sonra insanlar günahlarına tövbe ederler.
  • Bir hikmeti de insanlar Allah’ın kudretini görmüş olurlar. Allah koskoca bir bölgeyi, koca koca binaları nasıl sallıyor? Kendi kudretini ve öfkesini gösteriyor, bir bakıma onları itaate zorluyor.
  • Allah Azze ve Celle depremlerde malı mülkü de yok ediyor böylece dünyaperest olmanın yanlışlığını gösteriyor. Deprem yaşamış ve bütün malını mülkünü, altınlarını, paralarını kaybetmiş insanlar bir bakıma dünyanın ne kadar boş olduğunu ve hepsinin bir anda gidebileceğini de görmüş oluyorlar. Yani malın mülkün yok olmasının böyle bir hikmeti de var, dünyaperest olmuş insanları dünyadan soğutuyor.
  • Ayrıca Allah Azze ve Celle deprem sayesinde yardımlaşmayı ve dayanışmayı öğretmektedir. Kimse kimseyi aramıyor, sormuyor akrabalar bile görüşmüyor, komşuluk, arkadaşlık bitmişti ama depremde tanımadığı insanlardan hatta başka devletlerden bile yardım geliyor. Normalde düşman olanlar bile yardımcı olmaya başlıyorlar ve toplumlar arası veya toplumun kendi içinde kardeşlik ve yardımlaşma duyguları gelişiyor.
  • Diğer taraftan günahlarımıza kefaret olmaktadır. Eğer insanlar sabrederse hatta sabrın da ötesinde daha büyük bir makam olan şükür makamına kavuşurlarsa çok daha yükselmiş olurlar. İsyan etmeyecek olurlarsa kendi günahlarına kefaret olmuş olur. Aslında bu yönüyle bakıldığı zaman depremde rahmet olduğunu görüyoruz.
  • Bir hikmeti de, Allah Azze ve Celle kullarını bu şekilde ikaz etmiş oluyor. Yani “dikkat edin! Fay hatları var, ben dünyayı böyle yarattım, kendinizi çok emin hissetmeyin” demiş oluyor. Bir bakıma Allah Azze ve Celle insanları sürekli olarak böyle bir tehdit altında tutmaktadır. Hatta Kur’an-ı Kerim Araf Suresi’nde de ve başka yerlerde de: “Allah’ın sizi siz uyurken yerin dibine batırmayacağından, size azap etmeyeceğinden emin misiniz? Kafirlerin dışında Allah’ın azabından kim emin olabilir?[7] Yani hiçbir insan Allah’ın azabından emin olamaz, olmamalıdır dolayısıyla Allah Azze ve Celle sürekli olarak kullarını ikaz eder. Deprem de o ikazlardan biridir.

Sadece maddi sebeplere bakmayın manevi sebeplere de bakın. Tabi ki önlemlerinizi alın. Madem fay hattı var, madem deprem diye bir gerçek var o halde binalarınızı sağlam yapın. Deprem, bu konuda bir ikaz olduğu gibi manevi sebepler konusunda da bir ikazdır; günahları azaltın, zulüm yapmayın, zulme ve günahlara sessiz kalmayın, emri bil maruf nehyi anil münker görevinizi yapın. Allah Azze ve Celle hem maddi sebepler hem manevi sebepler konusunda kullarını depremle ikaz eder.

Ayrıca bir şey daha söylemek istiyorum. Depremde bir insanın kurtulmasına vesile oluyorlar, o zor şartlarda uğraşıyorlar. Bu gerçekten büyük bir hizmet ve önemli bir sevaptır. Herkes seviniyor, alkışlıyor, kimi tekbir getiriyor, gerçekten de sevinilecek bir olaydır. Depremden, maddi enkazdan bir insanın kurtulmasına vesile olmak ne kadar sevindirici bir şeyse aynen onun gibi bir insanın manevi enkazın ve günahların içinden kurtulması, onun kurtuluşuna, hidayet bulmasına vesile olmak da o kadar sevindirici olmalıdır.

Davetçi olmalı, insanları manevi enkazdan kurtarmaya çalışmalıyız. Bunu yapan tüm kardeşlerimize de çok teşekkür ediyor, tüm arkadaşlarımızı tebrik ediyorum.  Çok güzel haberlerini aldım. Deprem bölgesine gitmişler, orada hizmet vermişler; bazı insanların kurtuluşuna vesile olmuşlar, Furkan erlerine yakışır şekilde davranmışlar. Maddi manevi ellerinden geleni yapmışlar, birçok cemaate birçok kuruluşa örnek olmuşlar. Bizden olmayan insanlar onlara birtakım yardımlar verip “o deprem bölgelerine götürür müsünüz?” demişler, yardım toplayıp o bölgelere götürmüşler, orada bizzat bedenen çalışmışlar, enkazın altına girmiş oradan insan çıkartmışlar. Bundan ötürü de hepsini tebrik ediyorum, Allah razı olsun hepsinden. Hepsine çok selamlarımı söyle.

Senin söylemek istediğin bir şey var mı? Çocuklar iyiler değil mi? Hepsine selam söyle, benim yerime onların gözlerinden öp. Görüşmek üzere inşallah. Allah büyüktür, korkmayın…

15 Şubat 2023 Çarşamba

Patnos Cezaevi | Telefon Konuşması

 

  1. Divanu’ş-Şafii, İmam Şafii, Bırak Günler Dilediğini Yapsın (İmam Şafii’nin yer yer söylediği şiirler ve sözler daha sonra başkaları tarafından “Divanu’ş-Şafii” adı altında kitap haline getirilmiştir.)
  2. Fakr-u Hal: Fakirlik Hali
  3. Matlub: İstenilen, Arzu Edilen
  4. Bakara, 155
  5. Tirmizi, Fiten, 9
  6. Enfal Suresi, 25
  7. İlgili Ayetler: A’raf, 97-99; Mülk, 16, 17