Tefsir

"Tapmam Taptıklarınıza"

Paylaş:

Seyyid KUTUB

“De ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmazsınız. Ben sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Sizler de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”1

Reddetmenin, kesinliğin ve pekiştirmenin tüm üslupları bu surede kullanılmıştır.

“De ki:” Bu, yüce Allah’ın kesin emridir. Bu inanç sisteminin dizgininin yalnız Allah’ın elinde olduğunu ortaya koymaktadır. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu işte bir fonksiyonu yoktur. İşi doğrudan yönlendiren Allah’tır. Ki O, emir verdiğinde asla reddedilmeyecek, hükmüne karşı çıkılmayacak tek Allah’tır.

“Ey kâfirler!” Onlara gerçek kimlikleri ile seslenmekte ve onları kendi sıfatları ile nitelendirmektedir. Onların hiçbir dini yoktur, hiçbir dine bağlı değillerdir. Onlar inanmış da değillerdir. Onlar sadece kâfirdir. Dolayısıyla senin ve onların herhangi bir yolda buluşması mümkün değildir. Böylece surenin girişi ve sözün açılış bölümü, hiçbir şekilde birlik umudu olmayan, ayrılık gerçeğini ortaya koymaktadır!

“Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmazsınız.” Benim ibadetim sizin ibadetinizden farklıdır. Benim ilahım sizin ilahınızdan başkadır.

“Ben sizin taptıklarınıza tapacak değilim.” Bu, birinci maddenin isim cümlesi kalıbı içinde pekiştirilmesidir. Bu ifade söz konusu sıfatın sürekliliğini ve değişmezliğini daha anlamlı bir biçimde dile getirmektedir.

“Benim taptığıma da sizler tapacak değilsiniz.” Bu da zanna ve şüpheye yer kalmasın diye ikinci maddenin pekiştirilmesi için gelen bir tekrardır. Tekrarın ve pekiştirmenin tüm vasıtalarının kullanıldığı bu pekiştirme ve tekrardan sonra zanna ve şüpheye yer kalmamaktadır. Burada buluşma imkânı bulunmayan ayrılık, benzerlik tarafı bulunmayan çelişki, beraberlik imkânı bulunmayan ayrılık, karışma imkânı bulunmayan farklılık gerçeği özet biçimde verilmektedir.

“Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” Ben buradayım siz ise oradasınız. Aramızda ne geçit var ne köprü ne de yol! Bu tam ve kapsamlı bir ayrılıktır. En ince noktalarına varılıncaya kadar bir farklılıktır. Özdeki bütün farklılığın boyutlarını açıklamak için böyle bir ayrılık zorunludur. Çünkü bu, yolun ortasında herhangi bir şekilde buluşmayı imkânsız kılan bir ayrılıktır. İnanç sisteminin özünde, düşüncenin temelinde, metodun gerçeğinde ve yolun yapısında meydana gelen bir farklılıktır.

Hiç şüphesiz Tevhid bir sistem, şirk ise ayrı bir sistemdir. Bunlar asla buluşup birleşemez. Tevhid, insanı bütün bir varlıkla birlikte ortağı olmayan tek Allah’a yöneltir. İnsanların inanç sistemlerini ve hukuklarını, değerlerini ve ölçülerini, eğitim ve ahlâkını, hayat ve varlıkla ilgili tüm düşüncelerini kendisinden alacağı kaynağı belirler. Mü’minin kendisinden alacağı bu kaynak Allah’tır, sadece Allah, ortaksız olarak Allah… Bu nedenle mü’minin hayatı bütünüyle bu ilke üzerinde kuruludur. Gizli ve açık hiçbir şekilde şirkle karışamaz. Yolunun tüm aşamalarında böyledir. Böyle net bir ayrılık hem davet edenler için bir zorunluluk hem de davet edilenler için bir zorunluluktur.

Hiç şüphesiz insanlar cahiliye düşünceleri ile iman kaynaklı düşünceleri birbirine karıştırabilirler. Özellikle daha önce doğru inanç sistemine tabi olan ve ondan sonra sapan topluluklarda bu tür karıştırmalar görülmektedir. İşte bu topluluklar, sapmak, döneklik ve karışıklıktan uzak yalın bir iman gerçeği karşısında en fazla direnen topluluklardır. Bunlar gerçek inanç sistemini hiç tanımamış olan topluluklardan daha da katıdırlar. Çünkü bunlar sapıklıklarının ve dönekliklerinin kördüğüm haline geldiği durumlarda bile kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler. Hiç şüphesiz cahiliye cahiliyedir, İslam da İslam’dır!  Aralarında derin farklar vardır. Tek çare bütünüyle cahiliyeden sıyrılmak ve yine bütünüyle İslam’a girmektir.

Bu konuda atılacak ilk adım davetçilerin İslam’ın düşüncede, sistemde ve uygulamada cahiliye sisteminden farklı olduğunu ortaya koyması ve ondan tamamen ayrı olduğunun bilincinde olmasıdır. Bu, ortak noktalarda buluşmaya asla müsaade etmeyen bir ayrılıktır. Yardımlaşmayı imkânsız kılan bir farklılıktır. Ne zaman cahiliye taraftarları bütünü ile cahiliyeden İslam’a geçerlerse bu ayrılık o zaman sona erecektir. Bu düşüncenin davetçinin bilincinde netlik kazanması, davanın temel taşıdır. İlk adım davetçinin kendisini cahiliye mensuplarından farklı bir insan olduğunun bilincine varmasıdır. Onların kendilerine göre dinleri, kendisinin de kendine göre dini, onların kendilerine göre yolları, kendisinin ise kendisine has yolu olduğunun bilincine varmasıdır. Onların yollarında onlarla birlikte tek adım dahi atamayacağını kavraması, görevinin kendi yolunda yürümesi olduğunu anlamasıdır.

Bugün İslam’a davet eden insanlar böyle bir uzaklaşmaya, ayrılığa ve böyle bir kesinliğe o kadar muhtaçtırlar ki!  İslam’a çağıranlar keşke sapık bir cahiliye ortamında ve yine İslam inancını daha önce tanımış sonra üzerinden uzun zaman geçmesi ile “kalpleri katılaşan ve çoklarının dinden saptığı”2 insanların yaşadığı bir ortamda İslam’ı yeniden kurmaya çalıştıklarının bilincinde olsalardı! Ortak bir çözümün bulunmadığını, ortak noktalarda buluşulmayacağını, yanlışları düzeltmenin ve sistemleri birbirine yamamanın mümkün olmadığını bilselerdi! Bunun yerine Asrı Saadet döneminde olduğu gibi İslam’a yeniden davet etmenin gerektiğini, cahili bir ortamda davet yaptıklarını ve kendilerinin bu cahili ortamdan tamamen farklı olmaları gerektiğini keşke anlasalardı!

“Sizin dininiz size benim dinim banadır.” İşte benim dinim budur. Benim dinim düşüncelerini, değerlerini, inancını ve hukukunu bütünüyle Allah’tan alan, O’na ortak koşmayan yalın Tevhid dinidir!

Bu kesin ayrılık olmadan karışıklık devam edecek, karşılıklı yumuşama sürecek, karıştırmalar sürüp gidecek, yamanmalara devam edilecektir. İslam’a davet böylesine zayıf, güçsüz ve ısmarlama ilkeler üzerine kurulamaz!

İslam çağrısının temeli; açıklık, netlik, kesinlik ve cesarettir. “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”

  1. Kâfirun, 1-6
  2. Hadid, 16