Kapak

Ümmet Kardeşliği ve Durumumuz

Paylaş:

     Kur’an bizi ümmet olarak tarif ediyor, grup, cemaat vs. olmanın ötesinde ümmet olmaya teşvik ediyor. “Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz. İyiliği emredersiniz, kötülük­ten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız…”1 Biz Müs­lümanlar bu ayetin ifade ettiği ümmet olma (örnek ve öncü olma, yeryüzünün imamı olma) vasfını, Asr-ı Saadet'ten bu yana asırlarca taşı­dık.

     İslam’ın ulaştığı memleketlerde hak ve adalet yerleşmiş, her ırktan ve dinden insanlar kendi inançlarını İslam Medeniyetinin gölgesinde en güzel şekilde yaşayabilmişlerdi. Toplumu ifsat eden ne kadar münker/zararlı şey varsa en as­gari düzeye indirgenmiş, İslam’ın hükümlerinin hâkim olduğu toplumlarda erdem ve faziletler yerleşmiş, akide kardeşliği ön planda tutulmuş, toplumun ezilen kesimlerine kol kanat gerilmiş, kadın erkek ilişkileri ve aile yapısı olması gerek­tiği şekilde muhafaza edilmişti. Can, mal, nesil, akıl ve din emniyetleri garanti altına alınmış, insanlar adalet karşısında bir tarağın dişleri gibi eşit görülmüş, kanunlar zengin-fakir, yöneti­ci-teb’a demeden herkesi bağlayıcı kabul edil­mişti. Özetle İslam Medeniyetinin hâkim olduğu dünyada hem Müslümanlar hem de gayrimüs­limler genel anlamda rahat etmişlerdir.

     İki asırdan fazladır ümmet olma vasfını kay­bettik. Osmanlı’nın da yıkılmasıyla fiilen parçalanmış, birçok ulus devletlere bölünmüş olan ümmet o günden beri bir türlü toparlanamamış ve bugünlere gelinmiştir. O sebepledir ki ulus devletlere bölünmüş, her bir parçasında (ne­redeyse tamamında) diktatör sistemler kurul­muş, halk Müslüman olsa da gerçek manada İs­lam ahkâmı yürürlükte olmamıştır. Toplumlar hâkim sistem olan Batı Medeniyetinin tesirini her alanda hissetmiş, artık onlar gibi yaşamaya başlamıştır. Hatta sömürge altında olan ülkeler bağımsızlığını kazandıklarında bile kendileri­ni sömüren ülkenin kanunlarıyla yönetilme­ye razı olmuşlardır. Örneğin Cezayir, 1962’de Fransa’ya karşı kurtuluş savaşını kazandığında (ki yaklaşık olarak 1,5 milyon şehit vermişti), sa­vaşın akabinde Fransız Anayasası'nı alıp kendi anayasası yapmıştır.2

     Önder/İmam olması gereken ümmet, maa­lesef son iki asırdır Batı’nın kuyruğu olmuştur. Ne diyordu Merhum Muhammed İkbal: “Müs­lüman, dalgaların önünde sürüklenmek ve in­sanlık kervanının ardında kuyruk olmak için yaratılmamıştır. Cemiyete, medeniyete ve âle­me yön vermek için dünyaya gelmiştir.”3 Hey­hat! Yeryüzünün gidişatından sorumlu olan ümmet bugün paramparça ve her bir parçası zulüm altındadır. Ümmet olmak, Allah Azze ve Celle’nin bahşettiği bir nimettir. Ancak Sün­netullah çerçevesinde bir sorumluluğu vardır. Sorumluluk yerine gelmediğinde de geri alın­maktadır. Ümmet olmanın sorumluluğunu ta­şıdığımız yıllarda birlik ve beraberlik içindey­dik, artık bu sorumluluğu taşıyamaz olunca da parçalandık. O gün bugündür ümmet birçok şe­hit verdi, çok bedeller ödedi ve hâlâ da ödemeye devam ediyor. Afganistan’ı önce Ruslar (SSCB) işgal etti, ardından Ruslar çekildi bu sefer baş­ka bahanelerle ABD girdi. Hâlâ orada tam an­lamıyla istikrar sağlanamadı. Avrupa’nın gözü önünde Bosnalılar, Sırplar tarafından katledil­di. Filistin yıllardır İsrail’in insafına terk edil­miş durumda. Yakın zamanlarda önce Irak iş­gal edildi, 1,5-2 milyon kadar Müslüman şehit edildi. Ardından sahte Arap Baharı'ndan en çok nasibini alan Suriye yerle bir edildi. Doğu Tür­kistan, Arakan vb. yerlerde zulüm hâlâ kol gezi­yor ve nüfusu iki milyara yakın İslam âlemi bu duruma sessiz kalıyor, kalıcı çözüm sunamıyor.

      Ümmet çatısı altında yaşamanın elbette pek çok güzelliği vardır ancak biz burada daha çok kardeşlik üzerinde durmak istiyoruz. Kur’an ve Sünnet elimizde, geçmişten bu yana büyük bir ilim, tarih ve kültür mirası elimizdedir. Bunla­rın ışığında bu kardeşlik tekrar nasıl elde edile­bilir, bunun için neler yapılmalıdır gibi sorulara cevap arayacağız.

      KARDEŞLİĞE GİDEN YOL

     Hakiki manada kardeşliği yani "evrensel İslam kardeşliğini" ancak ümmet olduğu­muzda, İslam Medeniyetinin gölgesinde yaşayabiliriz. Buna ulaşmak öncelikle küçük çapta kardeşliği gerçekleştirmekle, aynı zaman­da paralel bir şekilde büyük çapta kardeşliği de sürekli gündemde tutmakla mümkündür. Kar­deşlik konuşulurken özellikle ‘ümmet vurgusu’ yapılmalı, parçalanmışlığın bugüne kadar ge­tirdiği zararlar gözler önüne serilmeli, ümmet coğrafyasının her bir köşesi gündem yapılma­lıdır. Kardeşliğin lokal ele alınması, sadece aynı ırktan olanların hatırlanması kısır bir bakıştır ve bu dinin akidesiyle bağdaşmamaktadır. Bu bakış ittihadı değil ihtilafı körüklemektedir. Aynı zamanda bizi bölmek isteyenlerin ekme­ğine yağ sürmektedir. Tarihte bizi bölen veya fitneye düşüren ne kadar olay varsa (siyasi veya fıkhi mezhep farklılıkları, ırkçılık gibi) yeniden hortlatılması ve bizim bu tuzaklara her seferin­de tekrar düşmemiz tesadüf müdür? Tarihimizi yeniden bu şuurla okumalıyız. Kardeşliğimizi bozan unsurlar nelerdir, buna mukabil bizi bir arada tutan ne gibi özelliklerimiz var daha iyi idrak ederiz.

     Öncelikle her zaman sorulan ve üzerinde durulan bir meseleye açıklık getirelim. Bugün Filistin için ne yapabiliriz? Elbette ki ümme­tin kanayan yarası sadece Filistin değildir bu nedenle aynı soruyu ümmet coğrafyasının her bir köşesi için sorabiliriz. Bugün Arakan, Doğu Türkistan, Suriye vb. bölge Müslümanları için ne yapabiliriz? Cevap olarak hemen akla mad­di yardımlar geliyor ve neresi sıcak gündem ise o bölge için seferberlik ilan edilmişçesine kısa bir süre maddi yardımlar yapılıyor. Sonra gündem değişiyor ve o bölgenin yaraları tam sarılmamış, kalıcı bir çözüme kavuşmamışken unutuluyor. Siyasi gündem tekrar hatırlarsa ve medyada bir iki haber boy gösterirse yeniden alevleniyor, kısa süre sonra tekrar sönüyor. Bu kısır döngü sürekli tekrarlanıyor, her seferinde kısmi yardımlar yapmak bizi bir nebze rahatla­tıyor. Elbette yapılan yardımları küçümsemek değil kastımız, bu tür maddi ve tıbbi yardımlar yapılmalıdır. Ancak bunun yanında kalıcı çö­züm olarak ne yapılabilir sorusuna kafa yorulsa daha iyi olmaz mı? O bölgelerin ihtiyacı sadece maddi midir? Bugüne kadar kısmen maddi yar­dımlar yapıldı ancak mevcut bölgelerin sorun­ları hâlâ orta yerde duruyor.

     Eğer kendi içimizde kardeşliği tesis ede­mezsek ve bu kardeşlik dalga-dalga diğer bölgelere yayılmazsa daha çok canımız ya­nacak, daha çok insanımız katledilecektir. Hâkim güçler son dönemde artık bizzat sa­vaşmıyorlar, coğrafyamızda çatışma bölgeleri meydana getiriyorlar. Hatta bazı gafilleri kulla­narak iç savaş çıkarıyorlar. Bazen de Müslüman ülke yöneticileri bir bölgede hâkimiyet sağla­mak için savaşıyorlar. Tıpkı Yemen’de olduğu gibi… “Save the Children (İngiltere merkezli yardım kuruluşu), Yemen’deki iç savaşta ‘ihtiyatlı tahminlere göre’ 2015 yılının Nisan ayından 2018’in Ekim ayına kadar yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybeden 5 yaş altı çocukların sayısının yaklaşık 84.700 oldu­ğunu açıkladı. Ciddi seviyede akut malnütrisyon (ye­tersiz beslenme) yaşayan ve tedavi edilmeden hayatını kaybeden 5 yaş altı çocukların verilerini toplayan BM (Birleşmiş Milletler) sayesinde bu sayıya ulaştıklarını belirtti.”4 Bakıldığı zaman bu bölgede gerçekte savaşan kimler? Bir tarafta İran destekli Hu­siler, diğer tarafta Suudi Arabistan’ın başını çektiği koalisyon güçleri. Bölgede hâkimiyet kurmak isteyen İran ve Arabistan’ın sebep ol­duğu bu savaşta ölen binlerce masum çocuklar ve diğer siviller… Bu durum İslam toplumunda­ki yöneticilerin yapmış olduğu kirli ittifakların veya sadece kendi ülke menfaatlerini İslam’ın maslahatından ve İslam kardeşliğinden evlâ görmelerinin bir sonucudur.

     Özellikle ulus devletlerle birlikte İslam üm­meti anlayışının yerine ırkçılık ve ulusçuluk ika­me edildi ve büyük oranda da başarı sağladılar. Altı asır birlikte kardeşçe yaşayan Türk, Kürt ve Arap halkları son dönemde birbirlerine düşman kesildiler. İlk Türkoloji çalışmalarının Fransa’da Avrupalılar tarafından başlatılması, Arapçılık akımının o dönemdeki temsilcilerinden Taha Hüseyin ve arkadaşlarının Kur’an’ı, Arapların dilini bozmakla suçlamaları, böylelikle hem Türklerin hem de Arapların İslamiyet’ten önceki putperest dönemlerine döndürülme çabaları il­ginçtir. Sonuçta her ülke kendi menfaatlerini ve kendi ırkının sorunlarını önemsedi, diğerlerinin dertlerine kulaklarını tıkadı.

     Irkçılık mikrobuna karşı ümmet bilincini ve İslam kardeşliğini ön plana çıkarmalı, yeniden ümmet olma yolunda adımlar atılmalıdır. Bu­nun için elimizde bizi birbirimize sıkıca bağla­yacak, kardeş yapacak İslam gibi bir çimentoya sahibiz. Kardeşliği evvela kendi bölgemizde te­sis etmeliyiz sonra diğer bölgeleri içine alan ge­niş bir halkaya ulaşmalıyız. Kendi içimizde kar­deşliğin tesisi Kur’an ve Sünnetteki prensiplere bağlı kalmamızla mümkündür. Kur’an “Hepi­niz toptan Allah’ın ipine (Kur’an/İslam) sım­sıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın…”5 buyuruyor. Başka bir ayetinde “…İyilik ve takva konusun­da yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yar­dımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının…”6 buyurarak hangi konularda birleşmek, hangi konularda bırakın birleşmeyi o meselede tavır almak gerektiğinin altını çiziyor.

     Benzer ayetler çoktur. Bunun yanında ha­disler de ümmet kardeşliğine işaret etmekte, bizi bu yönde teşvik ederek tüm ümmet coğraf­yasını hatırlamamız istenmektedir. “Mü’min­ler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”7

     Ümmetin geldiği durum açısından bu ayet­lere ve hadise durumumuzu arz ettiğimizde gerçek manada kardeşliği tesis edemediğimiz görülecektir. Problemin temelinde Allah’ın Ki­tabına, Rasulü’nün sünnetine ittiba konusunda yeterli düzeyde bir teslimiyet olmadığı açıktır. Bu ve benzeri düsturları evvela kendi nefsimize, sonra toplumumuza tatbik etmeliyiz. Ümme­tin parçalanmışlığı ve ezilmişliği bizi ortak paydada birleştirmeyecekse ne zaman ve hangi konuda birleşme gerçekleşecektir? Müslümanlar ihtilaf ettikleri meseleleri (çok derin, akidevi meseleler değilse) ümmet kardeş­liği tesis edene kadar ertelemeli, bu işi âlimlerin içtihadına bırakmalı, bizleri kardeş yapan ortak paydalarda buluşmaya çalışmalıdır. Bu konuda Üstad Bediüzzaman Rahimehullah’ın çok gü­zel tespitleri var, onlardan ikisine bakalım. İlk olarak Üstad diyor ki: “…Sen mesleğini ve efkârını (fikirlerini) hak bildiğin vakit ‘mesleğim haktır veya daha güzeldir’ demeye hakkın var. Fakat ‘yalnız hak benim mesleğimdir’ demeye hakkın yoktur.”8 İkinci olarak, kardeşindeki hatayı gözünde büyüten ve neredeyse onu iman dairesinden çıkaracak bir hata gibi gören kişiyi uyarırken şöyle diyor: “…Nasıl ki sen, adi küçük taşları, Kâbe’den daha ehem­miyetli ve Cebel-i Uhud’dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de Kâbe hürmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslamiyet gibi çok evsaf-ı İslamiye muhabbeti ve ittifakı istediği hâlde, mümine karşı adavete sebebiyet veren ve adi taş­lar hükmünde olan bazı kusûrâtı iman ve İslamiyet’e tercih etmek o derece insafsızlık, akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu aklın varsa anlarsın!”9 Özetle Üstad, mümin kişinin imanı, Uhud Dağı kadar büyük, hatası da çakıl taşı hükmündedir, nasıl olur da sen çakıl taşı için koskoca Uhud Dağı'nı yıkmaya çalışırsın diyor. Keşke hem kendi içi­mizdeki hem de dışımızdaki Müslüman kar­deşlerimizin hatalarında meseleye böyle baka­bilsek de kardeşliğimize halel getirecek söz ve davranışlardan uzak kalabilsek. Yine birbiri­mizle olan münasebetlerimizde, uyarı yap­mamız gereken durumlarda: “Din nasihat­tir” düsturunu elden bırakmamak, nasihat edeceğimiz kişiye hem samimiyetle öğüt vermek ve onun durumunun düzelmesini candan istemek hem de güzel bir üslupla bu nasihati yerine getirmeye çalışmak kar­deşliğimizi pekiştirecektir. Kendi içimizde kardeşliği tesis edebilmek, oradan ümmet kar­deşliğine uzanabilmek ve İslam Medeniyetini tesis edip ümmetin acılarını dindirebilmek te­mennisiyle…

  1. Al-i İmran, 110
  2. Ali BULAÇ, Ortadoğu’dan İslam Dünyasına, s.20
  3. En-Nedvi, Müslümanların Gerileme­siyle Dünya Neler Kaybetti, S.19
  4. com.tr/dunya/yemen­de-85-bin-cocuk-acliktan-ol­du-2781776
  5. Al-i İmran, 103
  6. Maide, 2
  7. Buharî, Edeb 27; Müslim, Birr 66
  8. Uhuvvet Risâlesi, Sözler Neşriyat, s.9
  9. Uhuvvet Risâlesi, Sözler Neşriyat, s.7