Başyazı

Uyanmak ve Allah’a Yönelmek

Paylaş:

 

Kıymetli okurlarımız, bu sayımızda Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin, “Uyanmak ve Allah’a Yönelmek” başlıklı konulu dersinden hazırladığımız başyazıyı istifadenize sunuyoruz. Hayırlı okumalar…

Hamd, kullarını türlü vesilelerle uyandıran ve kalpleri hakiki imana ulaştıran Allah Azze ve Celle’ye; salât-u selam, karanlıklar içerisinde olan insanlığı uyandırmak için gece gündüz mücadele eden Allah’ın Rasulü’ne ve güzide ashabına; selam ise bu çağda Allah’a yönelmiş ve insanları türlü şekilde uyutmaya çalışan İslam düşmanlarına rağmen uyandırmaya çalışan tüm kardeşlerimin üzerine olsun.

1400 küsur sene önce, kalpleri uykuda olan insanlar bir kurtarıcı beklerken Allah Azze ve Celle onları uyandıracak, yakazaya (uyanıklığa) ulaştıracak bir zatı göndermeyi takdir etti. Bu yüzden Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i gönderdi. İnsanların kalpleri kendilerini uyandıracak bir şey oluncaya kadar uykudadır. Allah ya bir rüya ya kalplere koyduğu bir şey ya bir kitap ya da bir peygamber ile insanları uyandırır. İnsan, Allah’ın kalbine koyduğu uyarıcı ile uyanmaya başlayınca Rabbinin kendisine vermiş olduğu nimetlerin hadsiz ve hudutsuz olduğunu anlar. Bunu idrak ettiğinde kendisinin bütün bu nimetlere karşılık günahlar içerisinde olduğunu anlamaya başlar. Bunun sonucunda artık geri kalan ömrünü hayırlı amellere tahsis etmesi, hayırlı bir ömür geçirmesi gerektiğini anlar. İşte buna “uyanmak” denir.

PEYGAMBERLERİN VAZİFESİ

Tüm peygamberlerin yapmaya çalıştığı şey, uyanmak ve uyandırmaktır. Peygamberler, insanların içerisinden en önce uyandırılmış olan insanlardır ve onlara tüm insanlığı uyandırma görevi verilmiştir. Peygamberin ümmeti olan insanların da vazifesi aynı şekilde uyanmak ve uyandırmaktır. “Bundan böyle kim bana uyarsa, artık o bendendir.”1 Peygamberlere tâbi olmak onlar gibi uyandırıcı olmakla mümkündür. Uyandırıcılık görevini yapmayanlar, az da olsa bildiğini anlatmayanlar, bildiklerini ortaya koymayanlar peygamberin mübelliğ (davetçi) görevine tâbi olmamışlardır.

Allah Rasulü ve ashabı insanları uyandırmak için gece gündüz uğraşıyorlardı. İnsanlık bir karanlığın içerisinde yüzerken; Allah Azze ve Celle insanlığı o bataklıktan kurtarmayı takdir etti ve beklenen insanı gönderdi. Tüm insanlık O’nu bekliyordu. Allah Rasulü uyandırıcı olarak gönderilmişti. Allah Azze ve Celle, Peygamberimizin kalbine yalnız kalmayı, dağda inzivaya çekilmeyi güzel göstermişti çünkü O’na büyük bir makam verilecekti. O makama hazırlanması için böyle olması gerekmekteydi. Peygamberimiz uyanmış, gökyüzüne, yeryüzüne bakmış, tefekkür etmiş, tefekkürün sonunda tezekküre ulaşmış ve bunun sonucunda öyle bir makama erişmişti ki tefekkür etmeden bile Allah’ı zikredecek bir kalbe sahip olmuştu.

Tefekkür eden insanın beyni zaman içerisinde öyle bir hal alır ki artık beyni tefekkür etmese bile kalbi Allah’ı tefekkür etmeye başlar. Kutsi bir hadiste; “Kulum Bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibâdetlerle de durmadan yaklaşır; nihâyet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, mutlaka veririm, Bana sığınırsa, onu korurum”2 buyurulur.

İnsan, ferdi olarak uyandığı zaman Allah’ın kendisine vermiş olduğu nimetlerin farkına varır. Bunun farkına vardıktan sonra da günahlarının farkına varmaya başlar ve ‘bu kadar günah işledim, bari geri kalan hayatımı güzel geçireyim’ diye düşünür. Bu uyanıştan sonra Allah o kişiye tevbe etmeyi nasip eder.

ALLAH KALPLERİ UYANDIRIR

Allah bir insanı uyandırmak istediği zaman onu çeşitli şekillerde uyandırır. Çünkü Allah her şeye kadirdir.

Halid bin Said İslam’a girmeden önce rüyasında çok büyük bir ateş görür: Kendisi o ateşin kenarında durur haldeyken babası kendisini ateşe iter, Allah Rasulü ise kendisini tutar ve ateşe atılmasına müsaade etmez. Korku içerisinde rüyadan kalkan Halid dışarıya çıkar ve rüyayı Hz. Sıddık’a anlatır. Ebubekir Radıyallahu Anh kendisine; “Vallahi senin gördüğün rüya hayırlıdır. Allah, senin Rasulullah’a tabi olmanı istiyor. Baban seni cehenneme atmak istiyor fakat Allah Rasulü seni oradan kurtarmaya çalışıyor. Bu rüya sadıka bir rüyadır. Hemen git Allah Rasulü’ne tabi ol!” der. Halid Peygamberimize gidip; “Ey Muhammed! Sen insanları neye davet ediyorsun?” diye sorduğunda Efendimiz: “Ben insanları ‘Lâ İlâhe İllallah, Muhammedun Rasulullah’ demeye davet ediyorum. Ben insanları bütün putları bırakmaya davet ediyorum. Ben insanları insanlardan yardım istememeye davet ediyorum. Ben yalnız Allah’a kulluk etmeye, bütün hâkimiyeti ve yetkiyi Allah’a vermeye davet ediyorum. Allah’ın yetkisini gasıpların elinden alıp Allah’a geri vermeye davet ediyorum” buyurdu. Bunun üzerine Halid: “Vallahi senin söylediğin şeyler güzel şeyler” dedi ve Allah Rasulü’ne iman etti. Babası kendisinin Müslüman olduğu haberini aldığı zaman diğer oğullarına haber verdi, onlar da kardeşlerini buldular ve babalarının yanına götürdüler. Babası oğlunun tekrar eski dinine dönmesini istedi fakat Halid bir defa İslam’ın tadını almıştı ve o daireye bir defa girmişti. O atmosfere bir defa giren insan artık oradan çıkmaz.

Halid Radıyallahu Anh imandan sonra tekrar küfre dönmedi. Babası üzerinde değnek kırıncaya kadar kendisini dövdükten sonra: “Artık sana bir lokma ekmek vermeyeceğim!” dedi. Halid Radıyallahu Anh ise: “Vallahi Ey baba! Sen vermesen de benim rızkımı Allah verecektir! Ben hayatta kaldığım müddetçe rızık vermeyi Allah kendi üzerine almıştır. Rezzak olan Allah’tır, benim rızkımı mutlaka verecektir” demişti. Halid Radıyallahu Anh Allah Rasulü’nün yanından ayrılmamış ve hep O’nun yanında kalmıştı. Çünkü Allah onun kalbine bir uyarıcı koymuştu.

Efendimiz bir gün birine: “Ey falan, iman et!” dedi. O kimse, “Ben kendimi iman etmek için, istekli bulmuyorum” deyince Allah Rasulü buyurdu ki: “İstemesen de iman et! Çünkü siz bilmesiniz. Bazı şeyler siz istemeseniz de sizin için hayırlıdır; bazı şeyler istediğiniz halde hayırsızdır. İstemesen de iman et çünkü senin kurtuluşun buradadır.”

ŞEYTANIN VESVESESİ VE ALLAH’IN RAHMETİ

Uyanan insana tevbe etmek nasip olduğu zaman şeytan tevbe etmemesi için ona birtakım şeyler fısıldar ve şöyle der: “Sen şu kadar günah işledin: zina ettin, adam öldürdün, herkesin malını yedin. Senin tevben kabul olmaz...” Zümer Suresi’nde ise: “Kendi nefislerine zulmetmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlayandır. Çünkü O, Ğafur ve Rahim’dir”3 buyurulur.

Bazı rivayetlere göre bu ayet, Uhud Savaşı’nda Allah Rasulü’nün amcası, “şehitlerin efendisi” Hz. Hamza Radıyallahu Anh’ı şehit eden Vahşi hakkında inmiştir. Vahşi’nin İslam’a girmesi için Efendimiz ona İslam’ı anlattığında, Vahşi: “Ya Muhammed! “Ben Müslüman olmak istiyorum. Ama Kur’an’da “Ve onlar, Allah ile beraber başka bir İlah’a tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa ‘ağır bir ceza ile’ karşılaşır”4 ayeti var. Ben bahsedilen bu üç günahın hepsini yaptım. Allah artık beni affetmez ki… Ayrıca ben Allah’a şirk de koşmuştum. Kur’an; “Gerçekten Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar...” buyuruyor. Allah beni affetmeyi dilemezse ne olacak?” dediği zaman Allah Azze ve Celle Vahşi hakkında son olarak bu ayeti indirdi. Bu ayet geldikten sonra Vahşi: “Mademki bütün günahlarım affolunacak öyleyse iman ettim” dedi. Allah Azze ve Celle bir tek insan iman etsin diye hakkında üç tane ayet gönderdi. Bazı kimselerin: “Ya Rasulallah! Bu ayet sadece Vahşi hakkında mıdır? Bizim içimizde de müşrik, katil, zani vardı. Bu ayet bizleri de kapsar mı?” diye sorması üzerine Efendimiz: “Evet. Bu ayet bütün ümmetim içindir” buyurdu. Sahabeden gelen bazı rivayetlere dayanarak Ulema: “Kur’an’daki en müjde verici ayet bu ayettir” der.

Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatı boyunca bu uğurda gayret gösterdi, insanları uyandırmaya ve tevbeye davet etti. Şeytan ise her zaman, Allah’ın o günahkârları affetmeyeceğini fısıldar. Allah Azze ve Celle, şeytan insanları bu şekilde kandıramasın diye açık ayetler gönderdi ve şeytanın belini kırdı. Allah’a şirk koşmuş olarak ölmedikten sonra Allah tüm günahları affeder. Kul ne kadar günah işlemiş olursa olsun eğer tevbe ettiyse ve müşrik olarak ölmediyse Allah günahları bağışlayandır. Kalplere uyarıcı koyan Allah, o uyarıcıyı kulları tevbe etsin diye koymuştur. Dolayısıyla Allah’ın o uyarıcının telkinleri ile tevbe eden kullarını affetmemesi söz konusu olamaz.

Kul, tevbe ettikten sonra Allah’a yaklaşmaya başlar ve tevbenin sonucunda “inabe” makamına ulaşır. “Rabbinize rağbet ediniz, O’na yöneliniz, Rabbinizden başka bütün her şey ile alakanızı kesiniz”5 ayetiyle Allah Azze ve Celle kullarına yakaza ve tevbe makamından sonra inabe makamını gösteriyor. “Rabbinize inabe ediniz.”

Kul ancak Rabbinden başka her şeyi terk ederek yükselir. Bunun için, eşyadan eşyanın sahibine dönmeli ve kalpte eşya namına bir şey bırakmamalıdır. Çünkü kalp, Allah’tan başka her şeyden temizlenmediği müddetçe kişi “inabe” makamına ulaşamaz. Munib olmayanlarda da “tebsira” ve “tezkira” gerçekleşmez. Böyle olanların kalpleri açılmayacağı için baktıkları zaman da gerçeği göremezler. Çünkü kalbinde görmesine mâni olacak birçok engel vardır. Bir insanın tebsira ve tezkira makamına erişebilmesi, baktığı zaman görebilmesi, kendini temizleyebilmesi, ibret nazarıyla bakabilmesi öncelikle inabe makamına ulaşması, Allah’a dönmesiyle mümkündür.

İNABE MAKAMINA ULAŞANLAR

“Rabbinin ismini zikret ve her şeyden kendini çekerek yalnızca O’na rağbet et!”6 Yani “Ey Rasulüm! Sadece O’na doğru dön ve başka hiçbir şeyle alaka kurma. Her şeyden alakanı kesmek suretiyle kesil! Yalnız Rabbine rağbet et! Başka hiçbir şeye rağbet gösterme.”

Dava adamları, Allah Rasulü’nün izinden giden ve O’nun davasını takip edenlerdir. İnsanların kurtuluşu için gece gündüz çalışanlar, inabeyi, Allah’a yönelmeyi ve insanları Allah’a yöneltmeyi başarmış olanlar için başka bir hedef kalmamıştır. Onlar için dünyadaki en önemli mesele insanların kurtuluşu olmuştur. Her tarafta evler yanıyor. İnabe makamına ulaşanlar, o evleri söndürmek ve nesli kurtarmak için koşan insanlardır. Kalbinde Allah’ın davasından başka bir şey bırakmamış insanlardır. Allah’a teslim olmadıkça huzur bulamayan insanlardır. Bulundukları topraklarda Allah’ın hâkimiyetini görmedikçe mutlu olamayan insanlardır. Dünyadaki eşyadan alakasını kesmiş ve Allah’a yönelmeyi başarmış insanlardır.

“…Allah’tan ümidinizi kesmeyin” ayeti geldiği zaman, Hz. Ömer Radıyallahu Anh bu ayetleri yazmış ve Mekke’deki Velid bin Velid, Hişam bin As gibi bazı müşriklere göndermişti. Çünkü onların yeniden İslam’a girmelerini istiyordu. Bunlar bir ara Müslüman olmuş fakat birtakım sebeplerden ötürü İslam’dan uzaklaşmışlardı ve “Artık Allah bizi affetmez. Biz İslam’ı anladıktan sonra terk ettik” diyorlardı. İslam’ın atmosferine girdikten sonra kâfir olmakla İslam’a hiç girmeden kâfir olmak arasında elbette fark var. Hişam bin As da tam da Allah’ın kendisini asla affetmeyeceğini düşünürken kendisine Hz. Ömer’in mektubu ulaştı. Hz. Ömer mektupta: “Ey nefislerine zulmetmiş olan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah bütün günahları bağışlar çünkü O Ğafur ve Rahim’dir” ayetini yazmıştı.

Hişam bin As: “Ömer’in mektubu bana geldiği zaman Tuva Vadisi’nde bir aşağı bir yukarı gidip gelmeye başladım. Ayeti okudum fakat ayetin manasını bir türlü anlayamıyordum. ‘Ya Rabbi! Bana bunların manasını anlamayı nasip eyle’ dedim. Birdenbire kalbim açıldı, gözüm açıldı. Anladım ki bu ayetler bize hitap ediyor. Biz çok zina ettik, çok insan öldürdük, putlara taptık. O yüzden ‘Artık Allah bizi affetmez’ diyorduk. Demek ki ayet bizim hakkımızda nazil olmuş. Bunu anladığım zaman hemen deveye bindim ve Medine’ye Allah Rasulü’nün yanına geldim ve tekrar İslam’a girdim. Bir daha O’ndan ayrılmadım. Mademki Allah beni affediyor ve Allah’ın rahmeti bu kadar geniş, öyleyse ben tekrar Rabbime dönüyorum” dedim.

NESLİMİZİN UYANIŞI

Yaklaşık iki asırdır Rabbinden uzaklaştırılmaya çalışılan bu millet, sonunda inabeyi anladı. Tefekkür ederek uyanmaya, tezekkür etmeye başladı. İçimizden bazı insanlar çıkmaya başladı. Neslimiz uyanmaya başlayınca neslin uyanmasının önüne geçmek için de çalışmalar arttı. İslam ile savaşanlar daha çok çalışmaya başladı. Fakat Allah’ın rahmetinin geniş olması Müslümanlar için büyük bir müjdedir. Bu müjde onların önünde kaldığı müddetçe iman edenler, meseleyi anlayanlar, uyananlar ve uyandıranlar çoğalacaktır.

Dava adamının kalbinde davasından başka hiçbir şey kalmamalıdır. Nesli kurtarmak isteyen insanlar kendi menfaatlerini bir kenara bırakmak zorundadırlar. “Ateşe bir kova su da ben dökeyim” diyenler sadece Rablerine rücu etmek durumundadırlar. Başka insanların kalbinde dünya, makam, eşya sevgisi yer etmiş olsa da bazıları inabe makamına ulaşmak, Allah’a dönmek zorundadır çünkü onlara bir görev verilmiştir. Bu görevi omuzlamış olan insanların başka bir sevgiyle uğraşması mümkün değildir.

Allah Azze ve Celle, müşriklerden bu kadar günaha girmiş olanlar içerisinden bile affedeceği insanların bulunduğunu haber veriyor. O halde Müslümanlarla konuşan insanların Allah’ın rahmetinden hiç bahsetmemesi doğru olmaz. Allah’ın bütün günahları bağışlayacağını bildiren ayetler elbette ki günaha teşvik değildir. İstediğiniz günahı işleyiniz manasında da değildir. Günah işlemiş bir insanın moralinin bozulmaması ve Allah’ın artık kendisini affetmeyeceği şeklinde bir duyguya kapılmaması içindir. Kur’an-ı Kerim: “Ancak kâfirler Allah’ın rahmetinden ümitlerini keserler”7 buyuruyor. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek Müslümanın ahlakından değildir.

Bir Müslüman kalbindeki eşya sevgisinden tamamen kurtulduğu zaman ve sevdiği insana benzediği zaman mutlu olur. Allah Rasulü’nü seven insanlar da ancak ona benzedikleri zaman mutlu olabilirler. Allah Rasulü’nün yaşadığı gibi bir hayat yaşayanlar, “Allah Rasulü gibi yaşadığım için, Allah Rasulü’ne benziyorum” der ve mutlu olurlar. Bir Müslümanın kalbinde Allah ve Rasulü’nden başka şeyler bulunduğu takdirde eğer gerçekten iman etmişse asla mutlu olamayacaktır. Çünkü o insanın kalbi her zaman: “Senin hayatın sevgilin olan Rasulullah’a benzemiyor. O’nun hayatında davasından başka bir şey yoktu” diye seslenecek.

Aişe validemiz Peygamberimizle ilgili şunu anlatır: “Bir gün Rasulullah’ın karnına elledim ve karnı çok zayıflamıştı. Canım sana feda olsun ya Rasulallah! Allah’ın sana vermiş olduğu nimetlerden neden bol bol yemiyorsun? Çok zayıflamışsın ya Rasulallah!” deyince Peygamberimiz: “Ben benden önce geçmiş olan Ulu-l Azm kardeşlerim gibi olmak istiyorum. Azamet ve irade sahibi olan İbrahimler, Musalar, Nuhlar gibi olmak istiyorum...” dedi. Hâlbuki Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in makamı onlardan çok yüksekti fakat o tevazu gösteriyor, kendisinden önceki kardeşlerinin makamına yükselmek istediğini ifade ediyordu. Allah Rasulü: “Eğer başıma gelen musibetlere sabretmezsem, kalbimde Rabbimden başka bir sevgiye müsaade edersem o takdirde onlardan geri kalmış olurum. Ben Ulu-l Azm peygamberlerden geri kalmak istemiyorum” demiş ve ayrıca kendisini bir yolcuya benzeterek şunları söylemişti: “Ben bu dünyada ağacın altında kısa süre gölgelenen bir yolcu gibiyim.”8

HİMMETİNİZİ SADECE RABBİNİZE ÇEVİRİNİZ

Yalnız Rabbinizi talep ediniz. Himmetinizi sadece Rabbinize çeviriniz. İnsanı tembellikten kurtaran himmettir. Himmet makamı: Bir insanın bir şeyi kuvvetli bir şekilde talep etmesi ve ondan başka her şeyden vazgeçmesidir. İnsan, himmetini yalnız Rabbine döndürdüğü zaman Rabbi için bir şeyler yapmakta zorlanmaz. Rabbi için malını vermek, zamanını vermek, insanlara davasını ulaştırmak zor gelmez. Zinde bir ruha sahip olarak tembellikten kurtulur. Çünkü bir defa irade etmiş, talep kalbine yerleşmiştir. Himmet kalbe yerleştikten sonra o kalpte inabenin yerleşmesi kolay hale gelir. Himmet yerleştikten, insan irade ve talep ettikten sonra, “Rabbinize yöneliniz” ayetinin gereğini yapmak artık kolay hale gelir.

Neslimizi kurtarmak için Rabbimize dönmek zorundayız. Neslin kurtarılması için bazı insanlar kendini vakfetmeli. Bütün ömrünü vakfedebilenler bütün ömrünü, birkaç yılını vakfedebilenler birkaç yılını, günde birkaç saatini vakfedebilenler birkaç saatini, parasını vakfedebilenler parasını vakfetmeli. İnsan mutlaka bir şeylerini Rabbi uğruna vakfetmelidir.

“Rabbinize inabe ediniz.” Yani Munib kullardan olunuz. İnabe eden, neslin kurtarılması için çalışan ve Allah’tan başka kalbinde bir şey kalmayan, davasından başka bir şey düşünmeyen kullardan olunuz.

Allah Azze ve Celle bizleri neslin kurtarılması için çalışanlardan eylesin. Kalbinde kendisinin sevgisinden daha büyük bir sevgi bırakmamış olduğu kullarından eylesin. *

*Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin “Uyanmak ve Allah’a Yönelmek” başlıklı konulu dersinden hazırlanmıştır.

https://tvfurkan.net/uyanmak-ve-allah-a-yonelmek-1998_3f4c8afb9.html

 

1.İbrahim, 36

2.Buhârî, Rikâk, 38

3.Zümer, 53

4.Furkan, 68

5.Zümer, 54

6.Müzemmil, 8

7.Yusuf, 87

8.Tirmizi, Zühd 44, (2378)