Tefsir

Fi Zilal’il Kur’an’da İman-2

Paylaş:

İman ve Alaylara Karşı İmanı Muhafaza

Geçtiğimiz sayıda “İmanı Kuvvetlendirmek” olarak belirlediğimiz hedef doğrultusunda Seyyid Kutup’un Fi Zilal’il Kur’an Tefsirinde İman konusunu ayetler ışığında tasnif ederek oluşturmuş olduğu başlıklardan “İman ve Doğru Yol Arayışı, İman ve İmtihan’’ konularına yer vermiştik. Bu sayımızda ‘’İman ve Alaylara Karşı İmanı Muhafaza’’ adlı konuyu siz değerli okuyucularımıza aktaracağız.

İman eden insan, imanı doğrultusunda yaşama çabasına girdiği vakit hayatında yepyeni bir sayfa açılır. Artık karşısına çıkan her olaya iman penceresinden bakmaya başlayacaktır. Seçimlerinde kalbinden gelen “Rabbim bu seçimimden razı olur mu?” sesine dikkat kesilecektir. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır”1 hadisinde buyurduğu gibi böyle zor bir zamana denk gelen bir Müslüman imanını muhafaza konusunda elbette sıkıntı, zorluk yaşayacaktır. Hatta iman ettiği için alay edilmeyle bile karşı karşıya kalacaktır. Bu tür sıkıntı, zorluk ve alay edilmelerle karşı karşıya kalan insan, başına gelen bu sıkıntılı sürecin iman eden her insanın başına gelebileceğini kabul etmelidir. Hatta insanlara her konuda rehberlik görevini üstlenen peygamberler dahi bu süreçlerden geçmişlerdir. İman eden insana düşen, peygamberlerin hayatına bakıp onların hayatından ders çıkarmaya çalışmaktır. Seyyid Kutup, Fi Zilal’il Kur’an tefsirinde bu konuyla ilgili şöyle ibretlik noktalara temas etmiştir:

Kur’an-ı Kerim’de iman ettikleri için alay ve zorluklarla karşılaşan Salih Aleyhisselam ve kavminden bahseder. “Salih'in kendini beğenmiş soydaşları, içlerinden iman etmiş horlanmışlara, ezilenlere ‘Salih'in Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?’ dediler. Onlarda ‘Evet, biz onun aracılığı ile gönderilen mesaja inanıyoruz’ dediler. Kendini beğenmişler de onlara ‘Biz sizin inandığınızı inkâr ediyor, reddediyoruz' dediler.’’2 Salih Aleyhisselam’ın kavminden bir grup insan iman etmiş, bir grup ise büyüklenmiştir. İnanmayanların ileri gelenleri, yeryüzündeki otoritelerinden soyutlanmaları ve alemlerin Rabbi olan tek ilaha dönmeleri çağrısına iman edenleri, tek Allah'a kulluk ederek bu sayede kullara kulluktan kurtulan ve boyunlarından tağutun boyunduruğunu söküp atan müminlere, işkence etmeye kalkışmaları gerekmektedir! İşte tam böyle, Salih'in kendini beğenmiş ileri gelen soydaşlarının güçsüz, ezilen müminlere işkenceye ve tehditler savurmaya koyulduklarını görmekteyiz:

“Salih'in kendini beğenmiş soydaşları, içlerinden iman etmiş horlanmışlara, ezilenlere ‘Salih'in Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?’ derler.” Açıktır ki bu soru, Salih Aleyhisselam’ın Rabbinden getirdiğini iddia ettiği mesajı doğrulamalarından kaçınmaları ve imanlarından hoşlanmamaları nedeniyle tehdit ve küçümseme yüklüdür. Fakat ezilenler artık bir daha ezilmeyeceklerdi. Allah'a iman, gönüllerine kuvvet, ruhlarına güven ve huzur doldurmuştu. Onlar, dinlerinden kesinlikle emin idiler. Kendini beğenmiş ileri gelenlerin tehdit ve korkutmalarının ne yararı var? Alaya almalar ve zorlamalarının ne faydası olur? “Evet, biz onun aracılığı ile gönderilen mesaja inanıyoruz” dediler. Bundan dolayı ileri gelenler, tehdide yorulacak şekilde açıkça konumlarını ilân ettiler: “Biz sizin inandığınızı inkâr ediyor, reddediyoruz” dediler.

Salih Aleyhisselam’ın getirdiği hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekildeki delile rağmen, ileri gelenlerin Salih Aleyhisselam’ın doğrulamaktan alıkoyan delil yetersizliği değildir. Çünkü, tek ilâha kulluk, onların otoritelerini yıkmakla tehdit ediyordu. Çünkü insanda, hükümdar olma arzusu ve hakimiyet ve otorite kompleksi vardır. Şeytan sapkınları bu yulardan tutup, güdüyordu.3

Salih Aleyhisselam’ın karşılaştığı bu durum aslında iman edenlerin her devirde karşı karşıya kaldıkları bir durumdur.  Seyyid Kutup şöyle devam eder: ‘‘Kur'an-ı Kerim'in suçluların müminlerle alay edişlerini, bunlara karşı terbiyesizlik yapmalarını, büyüklük taslamalarını ve müminleri sapıklar diye lanse etmelerini ortaya koymak için sergilediği sahneler, Mekke toplumunda bizatihi yaşanmış sosyal gerçeklikten bir kesittir. Fakat bu sahneler tüm nesillerde gözlenebilmekte ve çeşitli yerlerde gün yüzüne çıkabilmektedir. Bugün çağdaş olan pek çok insanı zihnimizde canlandırdığımızda bu ayetlerin sanki onların hallerini tasvir edip canlandırdığını görmekteyiz. Bu da kötü ve suçlu insanların iyi insanlara karşı tutumlarının tüm toplumlarda ve tüm asırlarda aynı olduğunu, karakterlerinin değişmediğini göstermektedir.

“Suçlular, şüphesiz inanmış olanlara gülerlerdi. Yanlarından geçtikleri zaman da birbirlerine göz kırparlardı. Ailelerinin yanına döndükleri zaman da eğlenmeye başlarlardı.  İnananları gördüklerinde ‘bunlar sapıklardır.’ derlerdi.”4  

“Suçlular iman edenlere gülerlerdi.” Onlar böyleydiler... Geçici ve değersiz dünya, her şeyiyle dürülmüştür artık. Bir de bakmışsınız ki onunla muhatap olan insanlar ahirettedir. İman eden iyi insanların nimetlerini görmektedirler. Ve onlara dünyada yaptıkları burada hatırlatılmaktadır. İnkarcılar iman edenlerle, alay edip onlara gülüyorlardı, onlarla eğleniyorlardı. Ya fakir oldukları sebebiyle perişan bir halde yaşadıkları için ya zayıf olduklarından uygulanan işkencelere karşılık veremedikleri için ya da ekonomik ve sosyal statüsü düşük insanlarla muhatap olmaktan kaçındıkları için. İşte bütün bunlar suçluların eğlenme dürtüsünü harekete geçiriyordu. Onlar müminleri alay konusu ediyorlardı. Çirkin duygularını tatmin etme aracı kılıyorlardı. Onlara işkence ve eziyet ediyorlardı. Ardından kalkıp alçak ve çirkin bir şekilde alay konusu ediyor, gülüp eğleniyorlardı. İnanmış müminlerin başlarına gelenlere sabredişlerini, yüce ahlaki ilkelere bağlılıklarını İslam’ın ahlakı ile donanmalarını hafife alıyorlardı.

“Onların yanlarından geçtiklerinde birbirlerine göz kırparlardı.” Birbirlerine göz, kaş işareti yaparlardı. Elleri ile birtakım alayları ifade ederlerdi. Veya kendi aralarında bilinen bir hareket türü ile müminleri alaya alıyorlardı. Bu gerçekten, terbiyeden uzak hayasızca ve alçakça bir hareketti. Düzeysizlikti, edepsizlikti, basitlikti. Amaç müminlerin kalplerini kırmak, onları utandırmak ve bıktırmaktı. Bu azgınlar birbirlerine göz kaş işaretleri yaparak onları alaya alıyorlardı. “Kendi ailelerine döndüklerinde” basit düşük ve alçak olan isteklerini müminlerle alay ederek, onlara eziyet ederek doyurduktan sonra “rahat içinde dönerlerdi”. Kendilerinden razı olarak yaptıkları ile böbürlenerek bu küçük, değersiz, kötülükle sevinerek, rahatlayarak. Üzülmeyerek, pişman olmayarak yaptıklarının aşağılık bir iş, pis bir eylem olduğunu hissetmeyerek. İşte bu insanın, insan ruhunun düşebileceği en alçak seviye vicdanın ölümü idi.

“Müminleri gördükleri zaman `bunlar kesin sapıklardır' diyorlardı.” Bu daha ilginç bir durumdur. Bu kötü ve suçlu insanların, hidayet ve sapıklıktan söz etmelerinden, müminleri gördüklerinde onları sapık diye nitelemelerinden, onları topluma teşhir ederken, onları aşağılarken, bu özelliği, bu vasfı vurgulayarak dikkatleri bu noktaya çekmelerinden daha hayret verici ne olabilir? “Bunlar kesin sapıklardır!”  Kötülük hiçbir sınır tanımaz, hiçbir sözü söylemekten alıkoymaz. Yaptığı hiçbir İşten pişmanlık duymaz. Gerçekten inanmış insanların önünde durup onları sapıklıkla itham eden bu kötülerin ve suçluların tutumu, kötülüğün karakterini somutlaştırmaktadır. Çünkü kötülük gerçekten hiçbir sınır tanımamaktır.5 Konuya devam etmek ümidiyle...

1)Tirmizî, Fiten,73

2)Araf, 75

3)Fi Zilal’il Kur’an Sayfa, 879-880

4) Mutaffifin, 29-32

5) Fi Zilal’il Kur’an Sayfa,2537