Röportajlar

Gençlerle Söyleşi

Paylaş:

Muhterem Hocam; öncelikle dinin hiçe sayıldığı, gençliğin uçuruma sürüklendiği bir dönemde sahih İslam inancını, Kur’an ve sünnet ışığında anlatarak biz gençlerin kurtuluşuna vesile olmaya çalıştığınız için Allah Azze ve Celle sizden razı olsun. Sizi genellikle yaptığınız ilmî dersler, tefsir sohbetleri ve konferanslarınızla tanıdık. Bu söyleşimizde ise sizi daha yakından tanımak ve hakkınızda daha fazla bilgi edinmek istiyoruz. Öncelikle nasıl bir aile ve çevrede yetiştiğinizi merak ediyoruz. Biraz anlatır mısınız?

Bismillahirrahmânirrrahîm.

Allah’a hamd ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Namaz kılınan bir evde, namaz kılan bir anne babanın çocuğu olarak büyüdüm. Babam ilmi ve âlimleri seven birisiydi. Kendisi okuma yazmayı sonradan öğrenmişti ama hem eski, hem yeni yazıyı bilirdi. Bazen bizi okumaya teşvik etmek için yanına çağırır; “takvim yaprağını kopar, bana oku oğlum” der ve dinlerdi. Bununla hem öğrenmek hem de bize öğretmek isterdi. Aslında imkânı olsaydı ilim sahibi olabilecek bir insandı.

Mahallemize gelince; Türkiye’nin birçok mahallesi gibi İslam’ın yaşanmadığı ve küfürbazlığın çok olduğu bir mahalle idi. İnsanlar Allah’ı tanımıyorlar, dinini bilmiyorlar ve hatta çoğunlukla Allah’a sövmekten de çekinmiyorlardı.

Hocam, çocukluğunuzda böyle bir olay başınıza geldi mi?

Evet. Buna benzer hadiseler çok oluyordu. Hatta bir defasında İlkokul 3’te idim. Bir gün okuldan dönerken benden birkaç yaş büyük bir çocuğun Allah’a sövdüğünü duydum. “Neden sövüyorsun” dedim, “sen ne karışıyorsun” dedi. Tartışmaya başladık. Benden büyük olduğu için beni dövdü, burnum kanamıştı. Eve gidip kimse görmesin diye gizlice bahçedeki çeşmede yüzümü yıkamıştım.

Başka bir defasında da Orta 2’deyken mahallemizde bir çocuğun Allah’a sövdüğünü duydum “Neden sövüyorsun” dedim, başkasını göstererek “sana sövmüyorum, onun Allah’ına sövüyorum” dedi. Ben de; “onun Allah’ı benim Allah’ım değil mi?” dedim. İki annesi vardı. Bir erkek kardeşiyle birlikte anneleri de, tartışmamızı duyarak yanımıza gelince iyice şımardı ve kavgaya dönüştürdü. Kavga esnasında ailesi beni tutmaya çalışıyordu. Bir ara sol elimle ona öyle bir vurmuşum ki tam gözüne isabet etti. “Allah! Anam Yandım” dedi. 15 gün boyunca mahallede gözü mor olarak dolaştı.

O yaşta gösterebileceğim tepki ancak böyle olabilmişti.

Çocukluğunuzda nasıl bir eğitim aldınız?

Evimizde kitaplık vardı. Ailem İslamî bazı kitaplar almıştı. Onları okurdum. Ailem bana ilme, âlimlere ve büyüklere saygıyı öğretti. Onların bana en büyük faydası ilim değildi ama bana kazandırdıkları İslamî şahsiyet ve ahlâk benim davaya çabuk katılmama vesile oldu.

Mahallemizde Şıh Zulfo Mescidi isminde tarihi eser bir camii vardı. Küçüklüğüm camide geçti yani camide eğitim gördüm. Öyle özel bir eğitim almadım. Daha çok ibadet ve ahlâk eğitimi gibi bir şeydi. Yazın camiye Kur’an dersine giderdik. Böyle böyle camiye alışmıştım. Camide Halil isminde bir abi vardı. Yaşı babamın yaşına yakındı fakat biz ona abi derdik. Camiinin bakımını o yapardı. Bize de iş verirdi. Camiyi siler, süpürür, tuvaletini temizlerdim. Onun yanında bulunup onun verdiği işleri yapardık. Aslında bize camiyi o sevdirmişti diyebilirim. Biraz daha büyüyünce, 11-12 yaşlarında ezan okuyup müezzinlik yapmaya da başladım. Caminin yanında şimdilerde semt pazarı olan, o zaman çocuk parkı olarak kullanılan boş alan vardı. Orada top oynardık. Camiinin anahtarı bende olurdu. Ezana 45 dakika kala gider, camiyi açar sonra top oynamaya devam ederdim. Namaza 15 dakika kala camiye tekrar gider abdest alır beklerdim. Çoğu zaman “namazdan sonra devam ederiz” diyerek arkadaşlarımı da namaza çağırırdım. Sonra yine top oynamaya devam ederdik.

Hocam, futbolu güzel oynar mıydınız?

Evet, güzel oynardım. Onun için beni kaptan seçmişlerdi. Mahallenin takım kaptanıydım.

İlkokulu nerede okudunuz? Nasıl bir öğrenciydiniz?

Adana’da Büyük Saat civarındaki İnkılab İlkokulu’nda okudum. Derslerim güzeldi. Öğretmenim, bazen arkadaşlarıma beni örnek göstererek “Alparslan gibi olun” derdi. Çalışmayı seven bir öğrenciydim.

                Hiç sınıf başkanı oldunuz mu?

İlkokul süresince çoğunlukla sınıf başkanlığını ben yaptım. Hatta o zamanlar son sınıflar arasından okul başkanı seçilirdi. Her sınıf öğretmeni bir aday gösterir, o aday tüm okul önünde konuşma yapar ve yapacaklarını anlatırdı. Öğretmenim beni aday gösterdi ve konuşma yaptım, beni seçtiler. Böylece son sınıfta okul başkanı da oldum.

Hayatınızda bir dönüm noktası oldu mu?

1980-1981 yıllarında lise 2’de arkadaşlarımı toplar camiye götürürdüm. Orada başka arkadaşlarla tanıştım. Onların içinden bazıları Ulu Camii’nin talebe yurdu olarak kullanılan şadırvanında kalıyorlardı. Beni oraya davet ettiler. Orada bazı abilerle tanıştık. Bana davayı anlatan bazı kitaplar tavsiye ettiler. Şadırvanda ilk defa, dinin dava biçiminde anlatıldığını duydum ve bu benim hayatımın dönüm noktası oldu diyebilirim. Ama asıl davayı, daha sonra kitaplardan öğrendik. Çünkü o şadırvanda tanıştığımız insanlardan bazıları hadisleri ve mezhepleri inkâr gibi ya da bir takım uç fikirlere kapılıp sapmalar gösterdiler. Bir kısmı da İslamî hizmetleri bırakıp dünyaya dalan insanlar oldu. Allah’ın yardımı, koruması ve yönlendirmesi sonucu o fikirlere kapılmadım. Çok şükür Allah beni o tür sapmalardan korudu.

Hocam; sizi böyle bir çalışma başlatmaya yönlendiren neydi?

Ben baktım ki; Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmuyor. Allah’ın hükümlerine göre yaşanmıyor. Hükmetmek Allah’ın hakkı ama Allah’ın hakkı Allah’a verilmiyor. O’nun dediği değil insanların dediği oluyor. Ayrıca her şeyin doğrusunu bilen O olduğuna göre; insanlar için de en hayırlısı Allah’ın hükmüne uymak, çünkü insanlar O’nun gibi bilemezler. Buna rağmen Allah’ın hükümlerine göre bir hayat yaşanmıyor.

Allah’ı seviyordum ve yeryüzünde O’nun dediğinin olmasını istiyordum. Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalıydı ve ben de Allah’ın istediği bir dünya meydana gelsin ve O’nun dediği olsun diye bu faaliyetlere başladım.

Gençlik yıllarında Allah Azze ve Celle’nin insana görev verdiğini, insanın bir gayeyle yaratıldığını anlamıştım zaten. Allah Azze ve Celle bir insana bir görev vermiş ise; o kulunu o göreve hazırlar ve yönlendirir. Kula düşen ise yönlendirmeyi kabul etmek ve vazifesini düşünmektir. Ben de öyle yaptım ve vazifemi düşündüm. Sonunda ne olacağını düşünmedim. Başarıyı verecek olan da, sonucu belirleyecek olan da Allah Azze ve Celle’dir. Aslında hepimizin hayatında yönlendirme vardır. Bazı insanlar yönlendirmeyi kabul ederler ve o doğrultuda ilerlerler. Bazıları ise kabul etmezler. Beni yönlendiren Allah, birçok kişiyi de yönlendirmişti ama birçoğu vazgeçti. Bizimle beraber sohbetlere katılanların birçoğu bıraktı, bunların bir kısmı tamamen dünya ehli oldu ve bunlar daha sonra ‘Allah bizi yönlendirmedi’ de diyemezler.

Ben henüz lisedeyken ümmetin acısını çekip “ne yapabiliriz” diye kafa yoruyordum. Aslında, “beni İslamî hizmete yönlendiren üç önemli sebep vardı” diyebilirim. 1- Allah’ın hakkının Allah’a verilmiyor olması ve insanların Allah’ın hakkını gasbediyor olması. 2- Batı medeniyetinin, insanlığı içine düşürdüğü iğrenç durum. 3- Dünya Müslümanlarının bugünkü içler acısı hâli.

Peki, hocam o genç yaşta tek başınıza İslamî hizmete nasıl başladınız?

Aslında çocukken de arkadaşları camiye davet ediyordum. Liseye geçince de bunu devam ettirdim. Ben liseyi 80’li yıllarda Adana Erkek Lisesi’nde okudum. Okulun karşısında Özgür Camii vardı. İlk olarak arkadaşlarımdan 10-15 kişiyi camiye götürerek başladım. Camiin avlusunda küçük bir imam odası vardı. Orada onlara ders yapmaya başladım. Bazen başkasını davet ederdik, bazen biz ders yapardık. Daha sonra okul günleri dışında Pazar günü de orada toplanıp ders yapmaya başladık. Orada küçük bir tüp vardı, çay yapardık. Cep harçlığımla çerez alırdım. Talebeler sohbetimize gelsin diye çayla çekirdek ikram ederdik. Bu şekilde geliştirerek devam ettik.

Sizin dönemizdeki gençlik ile şimdiki gençler arasında ne gibi farklar vardır?

Bizim dönemimizdeki gençlerde ideolojik ayrışmalar vardı ve bâtıl da olsa herkesin uğrunda mücadele ettiği bir davası vardı. Nefsî arzularının peşinde koşanlar, herkes tarafından fikirsiz insanlar olarak görülüp kınanırdı. O zaman fikirler konuşulur fakat bu müzakereler doğruya ulaştırmaktan çok kavgaya dönüşürdü. 12 Eylül ile birlikte fikrî bir durgunluk meydana geldi. Nefsî arzularının peşinde koşan gençler çoğaldı. 80’lı yıllar öncesi ideolojik çalkantılar varken, 1980 sonrası heyecan biraz daha devam etti fakat bu heyecan ancak 1990’lı yıllara kadar sürdü.

12 Eylül anarşiyi ve sağ-sol kavgalarını bitirdiyse de fikri de bitirdi. Gençler daha çok nefsî arzuları peşinde koşan, ideali olmayan, fikri olmayan, düşünmeyen ve konuşmayan, konuştuğunda da boş konuşan bir gençlik haline geldi. Hâlbuki sadece kavga bitmeli fikir devam etmeliydi. Tabii bu genel olarak böyle. Elbette ki hakîkâti arayan, kendinin ve milletinin geleceğini düşünen gençler çok şükür yeniden çoğalmaktadır.

Nasıl bir gençlik ümmetin kurtuluşuna vesile olabilir?

Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu yola ilk çıktığında yanındakilerin çoğu gençti. Bu davayı sırtlananlar daha çok onlar olmuştu. Tecrübelerime göre insan hayatında 15-25 yaş arası en önemli dönemdir. Her ne kadar gençlikte arzular kuvvetliyse de değişebilme kabiliyeti ve arzulara karşı fren de o derece kuvvetlidir. Orta yaş ve üzerinde arzular azsa da değişebilme kabiliyeti de zayıftır. İnsan, gençken değişebiliyor.  Orta yaşlı veya yaşlılar davayı anlasalar da ekseriyetle katılmazlar. Gençler daha idealist olabilirler. Belli bir yaştan sonra ise idealler azalır ve ümit zayıflar. Fikir değişse bile hayat değişmez. Genç; fikrini değiştirdiğinde hayatını da değiştirebilir. Gençken insan, toplumunu ve ümmeti düşünebilmektedir. Yaş ilerleyince ise genelde kendini düşünmeye başlar. O yüzden gençlik davayı anlama ve katılma yaşıdır. Gençlik; ümmeti düşünme, hedef sahibi olabilme dönemidir. İnsan gençken çok fazla şahsî hesaplar yapmaz ve davayı öğrendiğinde bütünüyle davaya yönelebilir. Her insanın hayatında başka hiçbir şeyi düşünmediği, sadece davayı düşündüğü bir döneme ihtiyacı vardır.

Bu ümmetin kurtuluşu için; “Öncü Neslin Vasıfları”nı yazarken* de ifade ettiğim gibi, idealleri ve hedefi olan, ümmetin durumunu dert edinmiş, dertli ve hüzünlü, Allah’ı, Allah’ın davasını ve ümmetin kurtuluşunu her şeyin önüne geçirmiş ve hayatında hiçbir şeye bunlardan daha çok önem vermeyen bir gençliğe ihtiyaç vardır.

Tüm zorluklara rağmen bu davanın kutsal yükünü taşımaya, ağzına kadar dolu bir testinin başka hiçbir şeyi içine almaması gibi kalbi muhabbetullah ve dava sevgisiyle dolmuş olan bir gençlik, katlanabilir.

Hocam bizden beklentileriniz nelerdir?

Bugün aydın- âlim vasfına sahip bir nesle ihtiyacımız vardır. Aydın insan; toplumuna ışık tutan, toplumun gidişatından kendini mes’ul gören, toplumun ne yöne gittiğini ve ne yöne gitmesi gerektiğini bilen, toplumun sorunları ile ilgilenen ve çözümler üreten insandır. Bazı kimseler ‘aydın’ olmak ile ‘tahsilli’ olmayı karıştırırlar. Kişi tahsilli olduğu halde aydın olmayabilir. Ve maalesef çoğunlukla öyledir. Bugün okullar ve üniversiteler tahsil kazandırıyorsa da aydın vasfını kazandıramamaktadır. Aydın; sosyoloji, psikoloji ve siyaset bilen ayrıca ülkesinin ve dünyanın gündemini yakından takip eden insandır. Âlim ise; İslamî ilimlere vakıf olan, Arapça, Tefsir, Hadis ve Fıkıh gibi ilimleri tahsil etmiş insandır.

Sadece aydın ya da sadece âlim olanlar tek kanatlı kuş gibidir. Onların toplumlarını ileriye taşımaları mümkün değildir. Sadece âlim olanlar insanı ve çağlarını tanımadıkları için toplumlarına yön veremezler. Sadece aydın olanların ise mutlak doğruları ve kutsalları yoktur, ‘bence’ diye konuşurlar. Bu şekilde çoğu defa hem hakka isabet edemezler hem de kitleleri etkileyemezler.

Bunun için sizler; hem İslam’ı hem siyaseti bilen ve toplumunu tanıyan gençler olmalısınız. Ve topluma ışık tutmak ve yol göstermek için aydın-âlim vasıflarını kazandıracak bir eğitim görmelisiniz. Kendinizi her yönden yetiştirerek yarınlara hazırlamalısınız. Yalnız teorik değil aynı zamanda pratiği de olan ve sunî değil, gerçek eğitimlerden geçmelisiniz.

Ve her nesil görevini bilmelidir. Bizim neslimizin görevi; sahabe neslinin görevi gibidir. Dini anlamak, yaşamak ve yaymak! Ümmetin yeniden dirilişini gerçekleştirmek, İslam medeniyetini kurmak ve batının medeniyetinden de zulmünden de insanları kurtarmak.

İşte bu hedef için kendinizi hazırlamalısınız.

Aydın-âlim vasıflarına sahip olmakla birlikte, fedakâr ve idealleri olan bir gençlik olmalısınız. Allah’a ibadete âşık ve güzel ahlâk sahibi olarak, bakanlara “bu ahlâkı nereden almış” dedirten bir nesil olmalısınız. Allah böyle gençlerimizin sayısını arttırsın. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum.

Hocam bu güzel sohbetten dolayı çok teşekkür ediyoruz. Bizler de sizin yolunuzdan giderek, vasıflarını anlattığınız aydın-âlim bir gençlik olabilmeyi Rabbimizden niyaz ediyoruz. Yoğun çalışma programınıza rağmen bize zaman ayırdığınız için Allah razı olsun. Allah Azze ve Celle yardımcınız olsun. Allah’a emanet olun.

*Furkan Nesli Dergisi 2. ve 4. sayıları