Hadis

Gerçek Pehlivan Kimdir?

Paylaş:

 

“Gerçek pehlivan, güreşte rakibini yenen değildir. Gerçek pehlivan, öfkelendiği zaman öfkesini yenendir.”1

Ebu Hureyre Radıyallahu anhu’den rivayet edilen bu hadiste gerçek güçlünün kim olduğu görülmektedir. Güçlü kuvvetli olmak dinde övülmüş olmakla birlikte burada asıl güçlü kişinin; öfkelendiğinde nefsine uymayıp öfkesini yenen kimse olduğu belirtilmiştir. Başka bir hadiste Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem: “Kuvvetli mü’min zayıf mü’minden hayırlıdır”2 buyurmak suretiyle beden gücünün öneminden bahsetmiştir. Bu hadiste ise beden gücü ne kadar kuvvetli olursa olsun, asıl pehlivanlığın bu olmadığını, asıl gücün nefsin arzu ve isteklerini kontrol altına almak olduğunu ifade etmiştir. Dolayısı ile gerçek güç ve kuvvet sahibi Müslümanlardan olabilmek için gayret gösterilmesi gerekmektedir.

Bu hadiste Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem: ‘Gerçek pehlivan öfkelenmeyendir’ buyurmamıştır. Çünkü öfke insana lâzım olan güçlerden ve nefsî hallerden biridir. Dinde ya da kalbin ıslahında esas olan bu öfke halini bitirmek değil, doğru yerde ve doğru yönde kullanmaktır. Öfkeyi yenmek, onu terk etmek demek değildir. Öfke fıtrattandır. Zira Rasulullah’ın dahi öfkelendiğini ondan gelen rivayetlerde görmekteyiz. Burada övülen, öfkeye rağmen sabretmek, haktan ayrılmamaktır. Kuvvetli ve güçlü iken, öfkenin o kalpte ve bedende oluşturduğu tesirle muhatabına gereken karşılığı verebilecek güçte iken, adaletli ve doğru davranmayı başarabilmektir.

Eğer meseleler şahsî alanda cereyan ediyorsa, öfkelensek de kusur işleyeni cezalandırmamak erdemli olmanın gereğidir. Aynı zamanda bu Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in sünnetidir. Kendisine: “Âdil ol, ey Muhammed” diyen bedeviye, Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi ve Sellem öfkelenmiş olmasına rağmen: “Allah’ın Rasul Muhammed adaletli olmayacak da kim adaletli olacak?’’ şeklinde yatıştırıcı bir cevap vermek sureti ile öfkesini yutmuş ve onu affetmiştir. Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in öfkelendiği vâkidir yalnız öfkesine yenilerek kaba söz söylediği veya yanlış bir davranışta bulunduğu bir olayı vâki değildir. Lâkin meseleler içtimai ise ashabını ve ümmetini ilgilendiriyorsa Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem böyle meseleleri affetmemiş hatta aracı olmak suretiyle meseleyi halletmek isteyenlere kızmıştır. Burada esas olan; suçun yayılmasını engellemek için gerekli önlemi almanın zaruretidir.

Topluma karşı işlenen suçları affetmek kulların yetkisinde değildir. Bugün ise, bu ve benzeri hadislerdeki kızmamanın Müslümanlığın gereği gibi ele alındığını, hatta dünyanın dört bir yanında İslam ümmetine zulüm yapılmakta iken, dünyada akan kan Müslüman kanı iken, onlara öfkelenmenin yanlış olacağına dair ifadelere yer verildiğini görüyoruz. Kimileri bu hale hiç öfkelenmezken ve bir buğz hali dahi kalbinde mevcut değilken, kimileri ise aşırı tepki vermek sureti ile bir mü’minin göstermesi gereken eylemsel sabır sınırını aşarak dengeyi bozmuşlardır.  Rabbimiz Teâlâ: “Muhammed, Allah’ın Rasulüdür. Onunla beraber olanlar kâfirlere karşı şiddetli, kendi içlerinde ise merhametlidirler”3 buyurmuştur. O halde merhamet mü’mine gösterilmeli, kâfire karşı ise gerektiğinde şedid davranmak gerekmektedir.  Mü’mine gösterilmeyen af ve merhametin, bugün kâfire gösterildiğini görüyoruz. Kâfir merhamet göstermezken, kâfire “şedid” davranmanın Kur’an, Allah’ın Rasulü Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile birlikteliğin gereği olarak ifade ederken, bu gibi hadisler sanki öfkelenmek dinde yokmuş ya da öfkeyi her şeyde terk etmek gerekiyormuş gibi anlaşılıyor ve anlatılıyor.

Bugün İslam’ın ve Müslümanların izzetini korumak bizlerin temel vazifelerindendir. Kâfirin zulmüne karşılık onlara gerekli tepkiyi ve imanî tavrı göstermemek, öfkelenmemek, kızmamak; merhameti yanlış anlamak ya da merhamet göstermekte aşırıya gitmektir. Bazen yanlışın yaygınlaşmasını engellemek için ceza vermek, kızmak dahi merhametin gereği olarak ele alınabilir. Had cezası uygulanmak sureti ile eli kesilmek üzere olan kadın için aracı olmak isteyen Usame bin Zeyd’e Allah Rasulu Sallallâhu Aleyhi ve Sellem: “Vallahi kızım Fâtıma dahi olsa elini keserim”4 buyurmuştu. Hâlbuki “O” âlemlere rahmet olan Peygamberdi. Bu durumda suçun yayılmasını engellemek için kızmak ve gerekli cezayı vermek âlemlere rahmet olmanın gereğidir. Kâfire ve zulmüne karşı öfkelenmemek bir sorun olduğu gibi küfre, şirke, haramlara hiç bir tepki vermemek, sadece ahlâktan bahsetmek sureti ile tepkisiz kalmak da temel sorunlarımızdandır. Bugün haramlar ile onları işleyenlerin arası uzlaştırılmış ve haramların yayıldığına şahit olanlar da tepkisiz kalmıştır. Şirke dayalı medeniyetler ile o topraklarda yaşayanların araları uzlaştırılmıştır.

Fertlerle birebir ilgilenmek suretiyle onlara İslam’ı sunan İslam davetçilerine öfkesini yenmek daha fazla gerekmektedir. İslam davetçileri, davette karşılaştıkları zorluk ve güçlüklerin, fertlerden aldıkları tepkilerin davanın karakterinde olduğunu unutmamalıdır. İslam davetçisi öfkelenmesine rağmen öfkesini yutup merhamet ile muameleyi davet ve davetçi ahlâkının bir gereği olarak görmelidir. Zira Kur’an’da bu hususta: “Kötülüğü en iyi olan davranış ile uzaklaştır. Aranızda düşmanlık bulunan kimsenin sana candan dost olduğunu görürsün”5 buyrulmuştur. Candan dostlar ve dava erlerini kazanabilmek için, İslam davetçilerinin öfkelerini yudumlamaları gerekir. İyiliklerin en iyisi hakka davet olduğu gibi6, yine kötülüklerin en kötüsü de hak yoldan insanları men etmektir. Davetçiler kimi zaman engellerle karşılaşacak,  hakarete maruz kalacak, kimi zaman taşlanacak, hatta belki de kimi zaman öldürülmek isteneceklerdir. Ama davetçiye düşen;  öfkelense de öfkesini yenmek olacaktır. Sabır göstermek sureti ile karşısındakilerin anlamalarını zamana bırakmalıdır. Öfke ile beraber intikam almak ise sıradan insanların işidir. Öfke gelir geçer bir haldir. İntikam almak, intikamcı olmak ise bir haslettir. İntikam almaktan uzaklaşmak da öfkeyi yenmenin gereğidir. Onun için Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem mü’min kardeşlerimizle ilişkilerimiz hakkında: “Haklı bile olsa çekişmeyen kimseye cennetin kenarında bir köşk verileceğine ben kefilim”7 buyurmuştur. Haklı olarak öfkelendiğin bir anda kardeşliğin bozulmasın diye çekişmemek, cemiyete zarar vermemek için öfkeyi yudumlayıp af yolunu tutmak, erdemlerin en büyüklerindendir.

Bu konu da her alanda olduğu gibi dengeyi özenle muhafaza etmemiz gereken konulardandır. Dengeli olmayanların gerçek anlamda davet vazifelerini ifa edebilmeleri mümkün olmadığı gibi, dengeli olmayan bir ümmetin olaylar karşısında hikmetli davranışlar ortaya koyabilmesi ve çağını yönlendirebilmesi de mümkün değildir.

1.        Buhari: Edeb 76; Müslim, Birr: 107,108

2.        Müslim, Kader,34

3.        Fetih, 29

4.        Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Hudûd, 8-9

5.        Fussilet,34

6.        Fussilet, 33

7.        Tirmizi, Birr, 58