Tefsir

Hayır, Bağışlanma, Hoşnutluk ve İyi Mükâfat Müjdecisi

Paylaş:

“Şüphesiz, biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ki Allah’a ve Rasulü’ne iman etmeniz, O’nu savunup-desteklemeniz, O’nu en içten bir saygıyla-yüceltmeniz ve sabah akşam O’nu (Allah’ı) tesbih etmeniz için.”1

Allah Rasulü gönderilmiş olduğu şu insanlığa şahittir. Kendisine emredileni onlara bildirdiğine, kendisini nasıl karşıladıklarına, içlerinden mü’minler, kâfirler ve münafıklar olduğuna, iyiler ve bozguncular olduğuna şahitlik edecektir. Rasulullah mü’minler için hayır, bağışlanma, hoşnutluk ve iyi mükâfat müjdecisi; kâfirler, münafıklar, isyankârlar ve bozguncular için de kötü akıbet, gazap, lanet, ceza ile korkutucu ve uyarıcıdır.

Rasulullah’ın görevi bunlar… Sonra Allah Azze ve Celle kitabını mü’minlere çevirmekte, bu peygamberlikten güdülen hedefi onlara açıklamaktadır. Bu hedef; Allah’a ve Rasulü’ne iman etmek, sonra da imanın gereklerini yerine getirmektir. Buna göre mü’minler, Allah’ın şeriatını ve sistemini destekleyerek Allah’a yardım edecekler, O’nun yüceliğini gönüllerinde duyarak O’na tanzim edecekler, sabah-akşam tesbih ederek, hamd ederek, O’nu noksan niteliklerden tenzih edeceklerdir. Bundan gaye, kalbin her an Allah Azze ve Celle’ye bağlı olmasıdır. İşte bunlar; Rasulullah’ı müjdeci, şahit ve korkutucu olarak gönderilirken mü’minlerin imanından umulan semerelerdir.

Rasulullah onları Allah’a bağlamak ve kendisinin aralarından ayrılması ile kopmayacak sürekli bir biati Allah ile onların aralarında oluşturmak için gelmiştir. Dolayısıyla Rasulullah biat için elini onların elleri üstüne koyunca, bunu ancak ve ancak Allah Azze ve Celle adına yapmaktadır.

“Sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir.”2

Bu anlatım Rasulullah ile aralarındaki biati canlandıran çok ürpertici ve yüceltici bir anlatımdır. Biate katılan her kişi, elini Rasulullah’ın eline koyarken, Allah Azze ve Celle’nin elinin kendi elinin üstünde olduğunu ve Allah’ın bu biatte hazır olduğunu, biatin asıl sahibinin O olduğunu, onu Allah’ın aldığını ve O’nun elinin mü’minlerin elleri üstünde olduğunu hissedecektir. Rasulullah kişi olarak dünyadan ayrılsa bile Allah Azze ve Celle mevcuttur ve diridir. Bu biati Allah almakta ve O vermektedir. Biati gözetleyen de yine kendisidir.

“De ki: ‘Ey insanlar, ben Allah’ın hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah’a ve O’nun sözlerine inanmaktadır. O’na iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.”3

Bu, insanlara iletilen son mesajdır. Doğal olarak da evrensel bir çağrıdır. Bir ulusa, coğrafi bir bölgeye ve insanların herhangi bir kısmına mahsus değildir. Bu risaletten önceki tüm peygamberlikler, yeryüzünün belli bir bölgesine, belli bir zaman diliminde -iki peygamber arasındaki zaman- belli bir ulusa gönderilmiştir. Böylece beşeriyet, bu ilahi mesajların doğrultusunda sınırlı bir gelişme göstermiştir. Arka arkaya gelen her peygamberlik, beşeriyetin gelişmesine uygun düşecek şekilde hukukta birtakım değişiklikler ve düzeltmeler yapmıştır.

Nihayet son peygamberlik gönderilmiştir. Bu peygamberliğin ana ilkeleri mükemmeldir, uygulanmaya müsaittir. Detaylara ilişkin yenilikleri kapsamına alabilecek yapıdadır. Bütün insanlık için gelmiştir. Çünkü ondan sonra dünyanın neresinde olursa olsun hiçbir ulusa ve hiçbir kuşağa herhangi bir peygamberlik mesajı gelecek değildir. Bu peygamberlik bütün insanlarda hiçbir değişiklik göstermeyen insanın fıtratına uygun biçimde gelmiştir. İşte bu nedenle söz konusu peygamberlik fıtratı Allah’ın elinden çıktığı gibi, tertemiz kalan ve Allah’ın direktifleri dışında hiçbir şeyden etkilenmeyen ümmi peygambere verilmiştir. Peygamberin bu temiz fıtratı yeryüzünün direktifleri ve insanların düşünceleriyle lekelenmemiştir ki, fıtratın mesajını tüm insanların fıtratına sunabilsin.

Yüce Allah bütün varlıklara egemendir. Tüm insanların hayatına ve ölümüne sahiptir. İnsanların dinine bağlanmaları gereken tek varlık Allah’tır. Zaten Allah’ın dinini, O’nun Peygamberi insanlara ulaştırmaktadır. Öyleyse Peygamberin insanlara bildirileri onlara gerçek ilahlarını tanıtmaktır. İşte insanların Allah’a kulluk yapmaları ve Peygamberine itaat etmeleri bu ana bilgiye dayanacaktır: “Öyleyse Allah’a ve ümmi Peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah’a ve O’nun sözlerine inanmaktadır. O’na iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.”

Gerçekten bu din, yeri geldikçe kendi karakterini ve gerçekliğini apaçık olarak ortaya koymaktadır. İslam, vicdanlarda hapsedilen kuru bir inançtan ibaret değildir. Aynı şekilde İslam, zaman zaman getirilen sembolik ibadetler ve ayinlerle de sınırlandırılamaz. İslam, Peygamberimizin yüce Rabbinden açıkladığı bildirilere, yasalara ve izlediği yola tam anlamı ile bağlılık göstermektedir. Peygamber, insanların yalnız Allah’a ve Peygamberine iman etmelerini istememiştir. Aynı şekilde onların sırf ibadete ilişkin sembolik ayinlere yönelmelerini de söylememiştir. Peygamberin yaptığı, sözleri ve eylemleri ile Allah’ın yasasını insanlara bildirmektir. Peygamberin insanlara bildirdiği ilahi yasaların tümüne bağlanmadan, hidayete kavuşmak mümkün değildir. İşte Allah’ın dini budur. Ve bu dinin: “O’na uyunuz ki, doğru yolu bulasınız” ayetinde belirtilen şeklinden başka bir şekli yoktur. Allah’a ve Peygamberine iman emrinden sonra bu bağlılık gelir. Şayet bu din, sırf inanç sistemiyle bitmiş olsaydı, “Allah’a ve Peygamberine inanın” emri yeterli olurdu!

“O’na uyunuz ki, doğru yolu bulasınız.” Öyleyse, insanların hidayete kavuşmalarının tek yolu, Peygamberin kendilerini çağırdığı yola bizzat girmeleri ve bu yolda O’na uymalarıdır. İmanın hemen ardından pratik bağlılığın adı olan İslam gelmediği müddetçe, yalnız kalp ile O’na iman etmek yetmez.

  1. Fetih, 8-9
  2. Fetih, 10
  3. Araf, 158