Kapak

Hizmette Sebatkâr Olmanin Yollari

Paylaş:

Bizleri hidayetle şereflendiren, cemaatle nimetlendiren, Mü’min kardeşlerimizle destekleyen Rabbimize hamd olsun. Zorluklar karşısındaki dik duruşu, cesareti ve sebatıyla bizlere örnek olan Efendimiz Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e de salât ve selam olsun.

Kıymetli kardeşlerim!

İmtihanlarla dolu şu dünya hayatının kaygan zemininde ilerlemeye çalışırken içinde bulunduğumuz ‘Allah’ın Dinine Hizmet Makamı’ tutunacak bir kulp hükmündedir. İmtihanlar çok ve çeşitlidir, nefsimiz ise zayıf ve cahildir. Bu zayıf halimizle kuvvetli fırtınalara karşı durabilmek bir sığınakla, dayanakla mümkündür. İslami hizmetin içinde olmak, fırtınalı bir denizde sakin bir liman bulmak gibidir. İçinde bulunduğumuz hizmet şeytanın, nefsin ve çevremizin baskılarına ya da kaydırma gayretlerine karşı garantili bir sığınaktır. Hem Müslümanların arasında bulunmak hem de Allah’ın dinine hizmet ile vazifeli olmak bizleri imtihanlara karşı canlı ve güçlü kılar.

İslam davasına hizmette karşımıza çıkan en büyük engel anlaşılmamaktır. Kazancı somut olmayan, gelecekte ya da sadece ahirette görebileceğimiz vadeli bir karşılık uğrunda gayret etmekteyiz. Biz gaybe ve gaybi yardımlara iman ediyoruz. Çalışır-çabalarken elle tutulur bir kazanç gösteremiyoruz çoğu zaman... Maddi bir kazanç gayemiz zaten yok. Bu sebeple anlaşılamıyoruz. Tüm değer yargılarının maddiyat üzere kurulu olduğu şu düzende böylesi bir çabanın anlaşılabilmesi çok zor elbet! Ama İslam dininin hizmetkârları bu konuda imanlarını kuvvetlendirmek suretiyle EN BÜYÜK KAZANÇ uğrunda çalıştıklarını daima hatırlamalıdırlar. İnsanlar anlamasa da hayırlı sonuca inanmasa da bu davanın hizmetkârları inanmaktan vazgeçmemelidir. Çünkü Rabbimiz Saf suresindeki ayetinde şöyle buyurur: “Ey iman edenler, sizi acı bir azapdan kurtaracak bir ticareti haber vereyim mi? Allah’a ve O’nun Rasulü’ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur. Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah’tan ‘yardım ve zafer (nusret)’ ve yakın bir fetih. Mü’minleri müjdele.”1 Bu ayet bizim için gerçek bir vaaddir. Bu vaade inanarak yola çıkmak inancımızın gereğidir. Bu konuda sarsılmaz bir imana sahip olmak ise Allah’tan bir rahmettir, nimettir. O halde bu davanın sadık hizmetkârları, anlaşılmasalar da sarsılmaz imanları ile ve sadece Allah’ın vaadine inanarak yola devam etmekten geri durmamalıdırlar.

Bu davanın hizmetkârlarını zorlayan diğer bir konu ise iğneyle kuyu kazarcasına çalışma durumunda olmamızdır. Önümüzde ulaşmamız gereken kocaman bir hedef vardır ama hem yolumuz zorludur, hem insanlardan yana destekçimiz ve anlayanımız azdır ve hem de hedef uzak görünmektedir. Bu durum çoğu zaman soluğumuzu keser, ümidimizi kırılacak noktaya getirebilir. Bu konuda işe önce hedefi yakınlaştırmakla başlayabiliriz. Şöyle ki; bu hayatta ilk gayemiz Allah’ın rızası ve O’nun uğrunda yürümek yani SEFER, ikinci gayemiz ise ‘yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnızca Allah’ın oluncaya kadar’2 mücadele etmektir yani ZAFER! Bu durumda dikkate alacağımız ve mutlaka ulaşmak istediğimiz nokta ilki olmalıdır. Yani Allah’ın rızasına erinceye kadar yola devam! Sefere devam! Bizim görevimiz seferdir, zafer ise Rabbimin büyük bir vergisidir ve dilediğine verir. ‘Allah’ın rızasına erinceye kadar’ demek ise ZAFER’e ulaşılmadıkça mücadeleden vazgeçmemek yani hayat boyu Allah’ın dinine hizmette sebat edebilmektir. Bu davanın şerefli hizmetkârları olarak bu konuyu iyice anladığımızda hiçbir güç bizi yolumuzdan şüpheye düşüremez.

Bu davanın hizmetkârları olarak bu yolda sebat edebilmenin diğer bir yolu ise yaptığımızın doğru olduğundan emin olmaktan geçer. İnsan yaptığı işte şüphede ise azmi kırılır, dayanıksızlaşır, ‘yanlış yapıyorsun’ diyen her sese kulak verir hale gelir çünkü mutmain değildir. Bu noktada davadan mutmain olmak ayrı bir konu, yapılan hizmet yöntemlerinden mutmain olmak ayrı bir konudur. Tamam, hep beraber kabul ediyoruz davamız Kelime-i Tevhid davasıdır ve haktır ama bu uğurda mücadelemiz ne şekilde olmalıdır? Her konuda olduğu gibi bu konuda da örneğimiz Rasulullah’tır. Bu davayı eline aldığı ilk günden itibaren Rabbimizin O’nu yönlendirdiği yol en garantili ve kestirme yoldur. O’nun uygulamaları bizim için açık birer örnektir. Herhangi bir siyer kitabı incelendiğinde Allah Rasulü’nün bu yola nasıl çıktığı hangi yöntemlerle ilerlediği görülebilir. Özellikle Mekke’nin o ilk yıllarında yaptığı bire bir davet, gizli ve açık davet, akrabalarına yaptığı toplu davet, zorluklara sabır ama davete devam hali yolumuzu aydınlatacak önemli bilgilerdendir. Allah Rasulü bu davayı yüklendiği ilk günden itibaren davet edeceği fırsatlar oluşturmaya çalışmış, hiçbir imkân ya da fırsatı kaçırmamıştır. O, bu davayı her eve, her gönle girdirmek için mücadele etmiştir. Tehditlere uğramış, iftiralara maruz kalmış, fiili zorluklar yaşamış ama asla geri adım atmamıştır. Efendimiz bizlere bu davada, mücadelenin örneği olduğu gibi sabrın, sebatın ve tahammülün de örneği olmuştur. Allah RasulüSallallahu Aleyhi ve Sellem’in hayatı bu şekilde incelendiğinde takip edilmesi gereken yol ortaya çıkacaktır ama o yolun bugün de geçerli olduğuna inanmak elzemdir. Bu durumda unutmamamız gereken hakikat şudur ki Allah Rasulü her konuda olduğu gibi bu davanın hedefine doğru ilerleyişinde de en başta gelen örneğimizdir ve bunun için gönderilmiştir. Allah Azze ve Celle bize namazı nasıl kılacağımızı O’nunla öğrettiği gibi bu davanın hâkimiyete giden yolunu da tabii ki O yüce Rasul ile öğretmiştir. Efendimizi adım adım hedefe taşıyan yöntemler, elbette ki kıyamete kadar aynı yöntemle devam eden dava erlerini de aynı gayeye ulaştıracaktır. İşte bunun gibi bilgiler hizmet hayatımızdaki uygulamalarımızın doğruluğunda mutmainlik, dolayısıyla da kalbimizde sebat oluşturur.

Sebat etmeyi zorlaştıran bir husus da çevremizdeki insanların teşvik etmek yerine sürekli kınama durumunda olmalarıdır. Normal olarak, bir insanı teşvik etmek onu güçlendirir, kınamak ise zayıflatır. Ama ne yazık ki bu hak davanın erleri tarihten bu yana daima anlaşılamamış, özellikle de ilk zamanlarda çevrelerinin ve akrabalarının kınamasına maruz kalmışlardır. Toplumun menfaati için hiçbir karşılık beklemeden fedakârlık ve gayret gösterenler çeşitli suçlamalara maruz kalmıştır. Mesela çok acıdır ki âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz AleyhissalatuVesselam’a bile akrabaları “Senin akrabalarına verdiğin zararı hiç kimse vermemiştir” deme haksızlığını yapmışlardır. Hâlbuki Efendimiz, akrabaları ve kavmi için bir nimet, onlar için rahatını bozan bir fedai, ahlakın en yücesine merhametin en genişine sahip bir kalkandı. Buna rağmen O’na bile böyle ağır ithamlarda bulunmuşlardı. Kur’an-ı Kerim mü’minlerin özelliklerinden bahsederken “Onlar kınayıcının kınamasından korkmazlar”3 buyurur. Demek ki hak yolun hizmetkârları, düşmanları ya da kendilerini anlayamayan dostları tarafından kınanacaklar ama bundan korkmadan yollarına, yaptıkları faaliyetlerine devam edeceklerdir, tıpkı Peygamberimiz gibi! Dünya bir araya gelse ve ‘yolunuz yanlış’ dese, kınasa, iftiralar atsa, yoluna engeller koysa da bu davanın erleri aynı Peygamberimiz gibi ayağını bastığı yerden bir milim kıpırdatmayacaktır, bu halleriyle sebatın timsali olacaktır.

Bu anlattıklarımız açısından kalbî mutmainliğe ulaşıldığında düşmanın işi zorlaşır ama şeytanın yolları hâlâ açıktır. Şeytanın sebatımızı bozmak ve ayağımızı kaydırmak adına girebileceği tüm yolları kapatmak ise boynumuzun borcudur. Bu defa şeytan türlü vesveselerle yaklaşır. Aileni, çocuklarını ihmal ettiğini söyler, takva sahibi olmanın gereklerinden bahseder ve ‘biraz da kendi ibadet hayatına bak’ der, nefsimiz ve yakınlarımızla bizi aldatmak ister. Hâlbuki bugün takvanın da neslimizi ihmal etmemenin de yolu Allah yolunda gayrettir. Takva sahipleri yani Allah’tan gerçekten korkanlar Allah yolunda gayret ederler, çocuklarını yakınlarını düşünenler Allah’ın davasını yüceltmenin yollarını ararlar. Çünkü neslimiz bir uçurumun kenarındadır. Neslimizin ve ümmetimizin kurtuluşu için çalışmak, aynı gemide olduğumuz ailemizin ve nefsimizin de kurtuluşu olacaktır. Evet, aslını söylemek gerekirse Allah yolunda mücadele evimizden de çocuğumuzdan da hatta canımızdan da önemlidir. Çünkü Allah’ın bağışlaması, rahmeti, vereceği nusreti ve evimizin de neslimizin de canımızın da ebedi kurtuluşu bu gayrete bağlıdır.  Ayrıca Rabbimiz bu şekilde imtihanlara tabi tutmak suretiyle zafiyetlerimizi kuvvetlendirmek ister. Hatta Rabbim bir takım imtihanlarla bizzat iman ve sebat derecemizi ölçer. Önümüze bazı engeller çıkarmak suretiyle aşıp aşamayacağımızı görmek ve başarımızı kullarına göstermek ister. Mesela bir gün bir hastalık müptela olur, ona rağmen yola devam diyebilecek misin? Bazen canını yakan bir dert! Ona rağmen diyebilecek misin? Bazen şiddetli bir kınayıcı musallat olur. Ona rağmen diyebilecek misin? Ben ayağımı bastım bu yola bir kere! HERŞEYE RAĞMEN DEVAM EDİYORUM diyebilecek misin? BEN BU YOLUN İYİ GÜN DEĞİL SADECE, AYNI ZAMANDA KARA GÜN DOSTUYUM diyebilecek misin?  Her şeye rağmen VARIM diyebilecek misin? Sınavdasın! Tüm derslerden geçebilecek misin?

Bu davada sebat etmemizin gerekliliği meselesinde şu soruyu da sormak gerekir ki; biz olmasak bu dava yürümez mi? Yani bu davanın mı bize ihtiyacı var, yoksa bizim mi bu kapıdan ayrılmamaya! Evet, davamızın yükü ağırdır ve onu taşımak için çok sayıda mü’min gerekmektedir. Ama bu davanın sahibi Allah’tır ve Allah, davasını hâkim kılmak için kullarına muhtaç değildir. Bizden memnun kalmazsa bizi götürür yerimize bizden daha iyilerini yaratır ve davasını onların eliyle hâkim kılar. Allah bu şerefi ancak layık olanlara bahşeder. O halde muhtaç olan dava değildir; bizleriz… Bizim bu şerefe ve bu yolda ilerlemek suretiyle, dünya-ahiret kurtuluşuna ihtiyacımız vardır. Kimse kendini naza çekmesin! Tüm kardeşlerimiz elindeki nimetin, tüm dünyaya değişilmeyecek bir nimet olduğunu bilsin ve ona sımsıkı sarılsın.

Bu yolda ilerlerken sebat edebilmenin en kestirme yolu da ayağını yere basmak ve her ne olursa olsun kaldırmamak konusunda kararlı olmaktır. Rüzgâr da çıksa, fırtına da kopsa, deprem de olsa, güneş de yaksa mevziiyi terk etmemeye kararlı olmaktır. Allah’ın davasının hizmetkârı, bu kutlu yolun yolcusu olmak elimizdeki öyle bir hazinedir ki elimizi koparmadan onu elimizden alamazlar!

Sonucu Allah belirleyecektir ama şu bir gerçektir ki HAYIRLI AKIBET ancak ve ancak TAKVA SAHİPLERİNİNDİR.  

1-Saf, 10-13

2-Enfal, 39

3-Maide, 54