Başyazı

Hz. Hüseyin ve Mücadelesi

Paylaş:

Hamd, kullarına mücadele yollarını öğreten ve mücadele eden kullarını şereflendiren Allah Azze ve Celle’ye, Salat-u Selam, Allah’ın öğrettiği mücadele yöntemine bağlı kalmayı ehline ve ümmetine öğreten Efendimiz’e; Selam ise Hz. Peygamber’in öğretisine bağlı kalmayı şiar edinerek mücadele eden tüm kardeşlerime olsun.

Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendinden sonra halifelik vazifesini ihya etmesi için kimseyi tayin etmemiştir. Peygamber Efendimiz bununla halifelerin oğullarını, akrabalarını halifelik makamına getirmelerini böylelikle padişahlık sistemi oluşabilme ihtimalini ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Hatta Allah Rasulü aşireti Haşimoğullarından işe layık olan insan çok olduğu halde hiç kimseyi iş başına getirmemiştir. Çünkü mesele sadece liyakat ve ehliyet meselesi değildir. Bazen ehliyet sahibi olduğu halde bir insana görev vermek fitneye yol açabilir, o kişi önemli mevkilere, devletin bütün sinir uçlarına kendi akrabalarını yerleştirmeye başlayabilir ve o akrabalar zaman içerisinde güç zehirlenmesine uğrayıp, şımarıp devleti soyabilir. Bu sebeple Allah Rasulü, akrabalarını iş başına getirmemiştir ve kendinden sonra halifelik makamına gelecek olan kişinin seçimini de ashabına bırakmıştır. Bu hususta Kur’an-ı Kerim “Onların işleri aralarında şûra iledir”1 buyurmaktadır. Peygamberimiz de arkasından böyle bir sünnet bırakmıştır. Ayet-i Kerimeden ve Peygamberimizin sünnetinden de anlaşılacağı üzere halife şûra ile seçilmelidir. Şiiler her ne kadar bunu kabul etmeseler de ehl-i sünnetin görüşü budur.

Efendimiz’in vefatından sonra şûra heyetinin seçimiyle Hz. Ebubekir halife oldu. Hz. Ebubekir de kendinden sonra halife olması için Hz. Ömer'i tavsiye etti ve diğer sahabelerin de onayıyla Hz. Ömer halife oldu. Hz. Ömer’e: “Senden sonra halife kim olsun?” diye sorulduğunda Hz. Ömer yerine birisini tayin etmemek ve böyle bir adet başlatmamak için altı kişinin adını vererek: “Bunlardan birini aranızda istişare yaparak seçin” dedi ve bir şûra heyeti meydana getirdi. O heyet Hz. Osman'ı seçti. Hz. Osman'ın şehadetinden sonra da sahabenin büyükleri Hz. Ali'yi seçtiler. Hz. Ali kendinden sonra Hz. Hasan'ı tayin etmemesine hatta en küçük işarette dahi bulunmamasına rağmen ümmetin büyükleri, Hz. Hasan'ı halife olarak seçtiler. Fakat Muaviye Hasan’la savaşmaya başladı. Bunun üzerine Hz. Hasan: “Müslümanların kanının akmaması için hakkımdan vazgeçiyorum, hilafet istemiyorum” diyerek halifeliği Muaviye’ye bıraktı. Efendimiz Hz. Hasan daha çocukken bu durumu haber vermişti ve: “Allah, oğlum Hasan’la iki Müslüman ordunun arasını barıştırır”2 buyurmuştu. Hz. Hasan, Muaviye sahabeden olduğu için her ne kadar hilafet hakkı kendisinde de olsa Müslüman kanı akmasın diye hilafetten vazgeçmişti. Hz. Hüseyin abisinin bu yaptığını doğru görmedi ve ona: “Fitne çıkmasın, Müslüman kanı akmasın istiyorsun ama asıl fitne haksızların, ehliyetsizlerin iş başına gelmesidir” dedi. Hz. Hasan ise kardeşinin görüşünde değildi. “Halife benim ve ben feragat ediyorum!” dedi. Hz. Hüseyin Hz. Hasan’dan farklıydı. Hz. Hasan biraz daha yumuşak yapılıydı ama Hz. Hüseyin her zaman imamdı ve lider ruhluydu. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim! Kim Hüseyin'i severse Allah da onu sevsin. Hüseyin sıbt'lardan bir sıbttır (torun)!”3 buyurmuştur. Hz. Hüseyin elbette Hz. Peygamberin torunu, Hz. Fatıma’nın ve Hz. Ali'nin oğlu olması hasebiyle ayrı bir şerefe sahiptir ve faziletleri saymakla bitmez ancak o, bütün bunlardan öte yiğit bir imamdır.

KERBELA: İHANETLER ARASINDA ŞEHADETE YÜRÜNÜLEN MEVKİ

Hz. Hasan halifelik hakkından feragat ettiği günden sonra hayatı boyunca takvayla meşgul oldu, siyasetle ilgilenmedi. Hz. Hüseyin de abisinin tavsiyesiyle aynı şekilde davrandı ve ilim ve takva içerisinde bir hayat yaşadı. Hz. Hüseyin Muaviye’ye biat etmişti ve o ölünceye kadar hiçbir iddiada bulunmamıştı. Muaviye ise ölmeden evvel sahabenin büyüklerine: “Ben benden sonra savaş çıkmaması için halife olarak oğlum Yezid'i tayin ediyorum” dedi. Abdullah bin Zübeyr Muaviye’ye cevap olarak: “Ya Rasulullah’ın yaptığını yap hiç kimseyi tayin etme, bırak senden sonra istişare ile seçim yapılsın ya da Ebubekir Sıddık'ın yaptığını yap kendinden sonrakini tavsiye et ama tayin etme ya da Ömer'in yaptığını yap, o altı kişiyi işaret etmişti sen de altı kişi söyle onlardan birini seçelim. Senin yaptığın ne Rasulullah’ın yaptığı ne Ebubekir'in yaptığı ne Ömer'in yaptığıdır” dedi. Fakat Muaviye birçok yerden zorla biat aldığı gibi bu sahabilerden de zorla biat aldı. Onları mescitte bir yere çıkararak: “Bunlar Müslümanların büyükleridir ve biat ediyorlar” dedi. Muaviye ve adamları gittikten sonra biat eden sahabeye: “Hani siz biat etmiyordunuz?” diye sorulduğunda sahabe: “Yanımızda duran adamlar ‘Hayır biat etmiyoruz’ dersek kılıcı indireceklerdi. O yüzden böyle sessiz kalmak zorunda kaldık” dediler. Bu şekilde zorlama bir biat gerçekleşti. Ancak Hz. Hüseyin bunu kabul etmedi. Muaviye’ye biat etmiş ve ona karşı gelmemişti ancak oğlu Yezid’e biat etmedi. Yezid ise Hüseyin’den ısrarla biat alınmasını istedi.

Hz. Hüseyin’in biat etmediğini duyan Kûfeliler, Hz. Hüseyin'e: “Duyduk ki sen Yezid’e biat etmemişsin, gel bizim başımıza geç, imam ol. Bizi bu Emevi zulmünden kurtar” şeklinde haber gönderdiler. Hz. Hüseyin Kûfeliler’in doğru söyleyip söylemediklerini araştırması için amcasının oğlu Müslim’i Kûfe’ye gönderdi. Müslim Kûfe’ye gitti ve bir rivayete göre 12.000 bir rivayete göre de 18.000 kişinin Hz. Hüseyin’e biat ettiğini gördü. Hz. Hüseyin’e bu bilgiyi ulaştırdı. Bunun üzerine Hz. Hüseyin yola çıktı. İbn-i Abbas Hz. Hüseyin’e: “Ya Hüseyin! Sen imamsın, bu Kûfeliler’e güvenilmez, hemen gitme” dedi. Hz. Hüseyin: “Onlar bana biat etmişler, ‘bu zulme engel ol, gel başımıza geç’ diyorlar. Ben kendi hayatımı düşünemem” dedi. Yezid, Kûfe’lilerin Hz. Hüseyin’e biat ettiklerini duyunca oraya zalimliği ile tanınan Ubeydullah bin Ziyad’ı vali olarak tayin etti. Ubeydullah vali olunca Kûfe’nin zenginlerini, büyüklerini topladı ve: “Müslim, Hüseyin için biat topluyor, buna katılmayın! Yine bir sürü insanın kanı akmasın” diyerek onları kandırdı. O beldenin büyükleri Ubeydullah’ın bu konuşmasını bekliyormuş gibi söylediği sözlere inandılar ve onlar da aynı sözlerle halklarını kandırdılar. Hâlbuki Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye kendileri davet etmişlerdi. Alçaklık ve döneklik yaptılar. Hem Hz. Hüseyin’e ihanet etiler hem de Hz. Hüseyin’in elçisi Müslim’i katlettiler. Müslim de onların bu ihanetini Hz. Hüseyin’e haber verememiş oldu. Hz. Hüseyin Kûfeliler’in ihanetini yolda öğrenmişti ama tam emin olamıyordu. Ardından yolda şair Ferazdak’la karşılaştı ve o da: "Ey Hüseyin! Gitme! Kûfeliler seni sattılar! Bunların gönülleri seninle ama kılıçları Emevilerle! Bunlar sana kılıç çekecekler!” dedi. Bir rivayete göre kız kardeşi de Hz. Hüseyin’e “Gitme” demişti ve feryat etmişti. Hz. Hüseyin ise kız kardeşine: “Ağlama, bilmiyor musun ki sadece Allah'ın dediği olur, insanın eceli neyse değişmez” dedi.

Bir rivayette Hz. Hüseyin’in: “Rüyamda Rasulullah’ı gördüm, bana ‘başladığın işi tamamla’ diyordu” dediği nakledilir. Bu yüzden Hz. Hüseyin kendisine “Gitme” diyenlere “Geri dönemem” dedi ve yoluna devam etti. Allah Azze ve Celle Hz. Hüseyin’i davadan dönmeme ve kendisine güvenmiş insanları yarı yolda bırakmama konusunda kıyamete kadar Müslümanlara örnek yapmak istiyordu. Hz. Hüseyin meseleyi anlamıştı. Bu yüzden etrafındakilere: “Ben ölüme gidiyorum isteyenler geri dönebilir” diyordu. İşin ciddiyetini görünce İmam Hüseyin’in yanındaki 62 (kadınlarla çocuklarla beraber 72 kişi) babayiğidin dışındakiler sadakat göstermediler ve döndüler.

Hz. Hüseyin’i valinin gönderdiği El-Hür Bin Yezid komutasındaki 1000 kişilik bir ordu karşıladı. Hz. Hüseyin ordu komutanıyla konuştu ve onlara: “Ben halifelik iddiasında bulunmuyorum. Onlar beni bu makama namzet gösterdiler. Eğer şimdi Kûfeliler biatlerinden dönmüşlerse bırakın gideyim” dedi. Hz. Hüseyin insanlar kendisini seçtikleri ve onu davet ettikleri için oraya gitmişti ve Yezid fasık birisi olduğu için bu makama layık değildi. Ayrıca babadan oğula geçen yöneticilik sistemi İslam âlemine yerleşmemeliydi, monarşi İslam âleminin sonu olurdu ve büyük fitneye yol açardı. Hz. Hüseyin bunu görüyordu ve buna engel olmak istiyordu.

İmam Hüseyin'in ordu komutanına “bırakın gideyim” demesi korkusundan dolayı değil, onların ihanetlerinden ve biatlerinden geri dönmelerinden dolayıydı. Çünkü kendisi halifelik iddiasında bulunmuyordu, Kûfe halkı kendisine biat ettiklerini söyledikleri için gelmişti. Gideyim demesine rağmen Vali Ubeydullah, komutan El-Hür bin Yezid’e talimat gönderdi ve: “Hüseyin’in yanından ayrılma, onu Kerbela’ya doğru sür!” dedi. Hz. Hüseyin’in yanında zaten birkaç kişi vardı ama El-Hür’ün ordusu 1000 kişiydi. El-Hür bin Yezid fitne çıkmasın diye valiye itaat etmek gerektiğini düşünerek onun dediğini yaptı ve Hüseyin’i ve beraberindekileri Kerbela’ya doğru sürdü.

Hz. Hüseyin, Fırat Nehri kenarlarına kadar geldiğinde “Hüseyin ve yanındakilerin su ile irtibatını kesin” diye talimat geldi. Daha sonra İmam Hüseyin’in ve beraberindeki 62 kişinin üzerine 4.000 kişilik yeni bir kuvvet gönderildi. Bu yeni kuvvetin komutanı da Ömer bin Sad’dı. Ömer bin Sad, Sad bin Ebi Vakkas’ın oğludur ama makamın kulu olmuş bir komutan haline gelmiştir. Hz. Hüseyin ona: “Eğer bunlar biatlerinden dönmüşse bırakın gideyim. Yok, eğer Yezid ile görüşmemi istiyorsanız gideyim onunla kendim görüşeyim, ona da razı değilseniz bırakın o zaman ben sınır uçlarına gideyim, küfür beldelerine cihat yapan bir asker olayım” dedi.  Bu teklif Ömer Bin Sad’ın hoşuna gitti ve Vali Ubeydullah'a haber gönderdi. Önce Ubeydullah’ın da hoşuna gitti ama yanındaki Şemir adındaki alçak: “Kesinlikle olmaz! Gün bugündür! Ya Hüseyin biat edecek ya da öldürülecek! Buradan gitmesine izin verirsen büyük bir hata yapmış olursun” dedi. Ubeydullah onu dinledi ve komutanına tekrar bir mektup yazarak: “Ya biat edecek ya da öldürülecek!” haberini gönderdi. Hz. Hüseyin de “Bir fasığa biat etmem” dedi. Bunun üzerine savaştan başka çare kalmadı ve savaş başladı…

Hz. Hüseyin savaştan evvel kefen gibi elbisesini giydi, ölü yıkayıcılarının ölülere güzel koku sürmeleri gibi kendisine güzel kokular sürdü. Sonra ordunun karşısına çıktı ve orduya: “Ey insanlar! Ben Ali’nin oğluyum!  Ben Fatıma'nın oğluyum! Ben Peygamberinizin torunuyum! Benim babam Rasulullah’ın amcası Hamza’nın yeğenidir! Ben Allah Rasulü’nün: ‘Hüseyin cennet gençlerinin efendisidir’ dediği kimseyim” dedi. Onlar ise: “Ey Hüseyin! O ayrı bir iş bu ayrı bir iş!” dediler ve Hz. Peygamber’e rağmen Hz. Hüseyin’e saldırdılar!

Hz. Hüseyin’in konuşmasından yalnızca El-Hür etkilendi ve Hz. Hüseyin’in tarafına geçti. Ardından savaş başladı, Hz. Hüseyin'in yanındakiler onu korumaya çalıştılar ama sayıları çok az olduğu için hepsi kısa sürede şehid oldular. Elleri, ayakları koparıldı. Hatta Hz. Hüseyin’in küçük oğlu Ali'yi de öldüreceklerdi ama küçük Ali hastaydı, yatıyordu o yüzden öldürmediler. Hz. Hüseyin’e 33 mızrak, 34 kılıç vurdular! En sonunda Sinan adında bir alçak mızrağını saplayarak Hz. Hüseyin’i yere düşürdü. Su istedi ama bir yudum su bile vermediler. Hz. Hüseyin yerdeyken yine o alçak geldi ve kılıcıyla Hz. Hüseyin’in kafasını kesti. Peygamberimiz kâfirlerin cesetlerini bile gömüyordu ama onlar Hz. Peygamberin torununun cesedini gömmediler, hayvanlara bırakıp gittiler. Hz. Hüseyin'in başını bir leğenin içerisinde zalim Ubeydullah'ın yanına getirdiler. Ubeydullah elindeki değnekle Hz. Hüseyin'in o mübarek dudaklarına vurdu. Sahabeden Zeyd bin Erkam: “Çek o değneği! Vallahi ben Hüseyin'in dudaklarından Rasulullah’ın öptüğünü gördüm” dedi. Ubeydullah bu sözlerden bile etkilenmedi ve Zeyd’e: “Eğer ihtiyar olmasaydın seni de öldürürdüm!” dedi.

Hz. Hüseyin’in başkaldırısının sebebi Yezid, İslam hukukunu kaldırdığı veya Avrupa’dan kanunlar getirdiği için değildi. 19. Yüzyıl’a kadar İslam âleminde hiçbir zaman beşerî hukuk yürürlükte olmamıştır. Bütün halifeler hatta padişahlar bile İslam hukukunu yürürlüğe koymuşlardır. Ancak İslam’da yöneticiler seçimle iş başına gelmektedir. Onlar bu sistemi değiştirdiler. İmam Hüseyin’in başkaldırısının sebebi İslam’ın sisteminin değiştirilmemesi ve böylece babadan oğula geçen Bizans sisteminin gelmemesi içindi. Hz. Hüseyin kendisini halife olmaya daha layık gördüğü için değil insanların bir makamda uzun zaman kaldıklarında, güç ve kuvvet sahibi olduklarında insan olduklarını unuttuklarını, firavunlaştıklarını bildiği, o yüzden o makamın bir ailenin elinde kalmaması gerektiğine inandığı için mücadele veriyordu. Bunun yanı sıra Hz. Hüseyin basiretli bir imamdı. Beni Ümeyye’nin hâkimiyeti altındaki toplumda bidatlerin çoğalacağını görüyordu. Hz. Hüseyin'in mücadelesinin sebeplerinden biri de oluşan ve oluşacak olan bidatleri önlemekti.

İslam tarihinin en önemli olaylarından bir tanesi olan bu olaydan alınması gereken birtakım dersler vardır. Asıl önemli olan budur: Şair Ferazdak Hz. Hüseyin’e: “Ya Hüseyin! Gitme, onların kalbi seninle ama kılıçları onlarla. Sana kılıç çekecekler” demişti. Bugün de bazı insanlar: “Hocam gönlüm seninle” derler ve işin içine girmez, yükün altına elini koymazlar. Tarihte kimse Yezid’i sevmez, kimse çocuğunun adını Yezid koymaz, herkesin çocuğunun adı Fatıma, Hasan, Hüseyin’dir ama aslında buna rağmen Yezidleşmiş olanlar çoktur. Bugün de Müslümanlar “gönlümüz İslam âlemiyle” dedikleri halde kâfirleri desteklemekte, Amerika ve İsrail ile ittifaklar kurmaktadır. Irak’ın işgalinde 1,5 milyon insan öldü, 4 milyon çocuk yetim kaldı, birçok insan sakat kaldı, Irak yerle bir oldu. Gönülleri Müslüman kardeşleriyle beraber olanlar siyaseten Amerika ile beraber oldular. İşte bu Kûfeliler’in ahlakıdır!

Diğer önemli olan ders ise şudur: Yezidler hiç kimsenin kendilerine akıl vermesini istemezler. “En iyi bilen benim. Bu makam bizim elimizde kalmalı, bizden daha iyi kimse bilemez. Bu işi en iyi bizim partimiz yapar, bizi seçin” derler. Böyle bir sistemde devlet, bir ailenin ya da bir partinin kontrolü altındadır, bunun adı monarşidir.

Halifelerden hiçbiri ben halife adayıyım demedi. Onlar her zaman başkaları tarafından namzet gösterildiler. Ehl-i sünnete göre hilafete en layık olan insan Ebubekir Sıddık’tı ve o halife seçildiği zaman: “İçinizde en layık olan ben olmadığım halde beni bu makama getirdiniz! Bu görevi yerine getirebilmem için bana yardım edin, beni yalnız bırakmayın” dedi. Olması gereken budur ancak Yezid anlayışında: “Bu bizim hakkımızdır, bu makam bana babamdan kaldı” mantığı vardır.

HÜSEYİN OLMAK!

Teslimiyet, sebebini bilmeden itaat etmek, şartsız ve pazarlıksız gönülden boyun eğmek ve sonucunu düşünmeden görevini yapmaktır. Teslimiyet gösterenler sonunu düşünmezler. Hz. Hüseyin’in büyüklüğü teslimiyetinden gelmektedir. Hüseyin olmak göz göre göre ölüme gidebilmek, “vazifem var” diyerek dünyayı elinin tersiyle itebilmek, karşısında büyük güçler olsa bile yoluna devam edebilmektir. Hüseyin olmak isteyenler bunu yapmak zorundadırlar. Büyük güçleri karşısına alamayanlar Hüseyin olamazlar.

Hüseyin olmak sonunu düşünmemek, yalnızca görevini düşünmektir. Hüseyin olmak kazanamayacağı belli olan savaşlara girebilmektir. Hüseyin olmak sadece Allah’ı razı etmeyi düşünebilmek, sadece Allah’a teslim olmaktır. Hüseyin olmak sadece mesuliyetini düşünmek, hiçbir şeyi mesuliyetinin önüne geçirmemek ve hiçbir şeyi Allah’tan daha yüce görmemektir. Hüseyin olmak Allah’a tevekkül etmektir, tevekkülün de ötesinde göz göre göre, bu işin sonunda öleceğini bile bile ölüme gidebilmektir.

Hüseyin olmak kaderine teslim olmaktır. Kişi istediği kadar önlem alsın, istediği kadar planlama yapsın sonunda Allah’ın dediği olur ve Allah Azze ve Celle kullarından bazılarını ümmetin uyanışı için ve gelecek nesillere örnek olması için feda eder. Kur’an-ı Kerim: “Biz o günleri insanlar arasında evirip çeviririz. Ta ki Allah iman edenleri ortaya çıkarsın ve içinizden şehitler edinsin”4 buyuruyor. Allah içimizden hakiki iman edenleri, zor günlerde kaçmayanları, güç ve kuvvet başkalarının eline geçtiğinde de buna rağmen devam edecek olan babayiğitleri görmek istiyor. Hz. Hüseyin kimsenin kalkıp doğruları söylemediği bir zamanda hakkı haykıran bir babayiğitti. Yüzbinlerce Müslüman gaflet, dalalet ve hıyanet içerisinde bir bir Yezidlere biat ederken, Hz. Hüseyin kendinde bir vazife gördü; buna bir dur demeli, tarihe böyle geçmeli ve sonraki nesiller için örnek olacak bir duruş bırakmalıydı. Bunun için kendisini tehlikeye attı. O gün bu gündür Hüseyin örnek alınmaktadır. Seyyid Kutub, Bediüzzaman, Humeyni, Mevdudi ve Hasan El-Benna gibi dava adamları da Hüseyin’i örnek aldılar. Hüseyinleşmek isteyenler Hz. Hüseyin’in ne yaptığına bakmalıdırlar. Dün Yezid varsa bugün de Yezidler var, dün Kerbela yaşandıysa bugün de Kerbela var. Her çağda, her Yezid’in olduğu yerde bir Hüseyin olmalıdır.

Bugün insanlar kim güçlüyse onun yanında yer alıyorlar ve Hz. Hüseyin’in yalnızca hikâyesini konuşuyorlar. Hâlbuki Hz. Hüseyin’in hikâyesini anlatmanın bir önemi yoktur. Bugün bizim hikâyelere değil Hüseyinlere ihtiyacımız vardır. İnsanlar Hüseyin’i, Ebubekir'i, Ömer’i, Osman’ı, Hasan’ı, Seyyid Kutub’u, Selahattin Eyyübi’yi severler ancak onlar gibi mücadele eden bir insan olmak istemezler. İnsanların çoğu ne kendisi ne de çocukları için hatta ne de kendi cemaati için bunu uygun görmezler ve “bu tarz bir hayat bize göre değil” diye düşünürler. Onun yerine doktor, mühendis yetiştirme derdine düşerler. Müslümanlar böyle samimiyetsiz olduğu müddetçe Allah içimizden Hüseyinler, Ebubekirler, Ömerler yaratmayacaktır. Hüseyin’i sevmek onun hikâyesini konuşmak değil onun izinden gitmektir.

Allah Azze ve Celle İslam âlemine Hz. Hüseyin’in hayatından anlaşılması gereken mesajı anlamayı nasip etsin. Allah’a emanet olun.

  1. Şûra, 38
  2. Buhari
  3. İbn-i Mace, Sünen 144, Hadis No: 6025
  4. Al-i İmran, 140

* Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin “Hz. Hüseyin ve Mücadelesi” konulu 2014 yılında gerçekleştirdiği konferansından hazırlanmıştır.