Öncelikle Oryantalizmin ne demek olduğunu kısaca özetleyelim. Oryantalizm, TDK’ye göre: “Doğuyu inceleyen bilim” demektir. TDV İslam Ansiklopedisine göre ise: “Din, dil, düşünce, sanat, tarih gibi alanlarda Doğu dünyasını inceleyen ve Doğu hakkında değer yargıları üreten, Batı kaynaklı kurumsal faaliyet” demektir. Oliver Kontyn ise Oryantalizmi çok net tarif eder: “Oryantalizm, bir bilim dalı, bir söylem tarzı, bir siyasi ideoloji ya da bir dünya görüşü olarak değerlendirilebilir. Ama en geniş tanımıyla oryantalizmin temeli ‘biz-onlar’ düalizmine dayanır.”1
Oryantalizmin en kapsamlı tanımını, kendisi de bir Hristiyan olan, ancak konuya objektif ve eleştirel bakan Edward Said yapar. Edward Said: “Oryantalizm, gerçek doğuyu değil, şarkiyatçıların görmek istedikleri bir şarkı aksettirir. Doğuya hâkim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için batının bulduğu bir yoldur” der. Yine Edward Said: “Oryantalizm, emperyalizmin keşif koludur. Bazı politik güçler ve bazı politik hareketlerin üretimidir. Ham maddesi Doğu uygarlığı ve toprağı Doğu uygarlığı olan bir yorum mektebidir” der. Edward Said’in 1978 yılında yazdığı ‘Oryantalizm’ adlı kitabı, konuyu hem detaylı bir şekilde hem de farklı bir perspektiften ele almaktadır. Oryantalizmin akademik bir disiplinden öte, siyasi ve ideolojik amacının olduğunu uzun uzun anlatmaktadır. Özellikle yayımlandığı dönemde büyük ses getiren bu eser, ‘yarası olan gocunur’ hesabı, çağdaş oryantalistler tarafından ciddi eleştirilere tabi tutulmuştur.
Tanımlar çoğaltılabilir, çünkü gerek Edward Said gerekse de başka araştırmacı-düşünür ve yazarlar konuyu çok geniş ele alarak derinlemesine tanımlar yapmışlardır. Tüm bu tanımlardan özetle anlıyoruz ki, oryantalizm, dünyayı iki kutba ayırmıştır. Bu ayrımı yaparken din ve ondan kaynaklı; hayat tarzı, gelenek, sanat, bilime bakış ve onun yanı sıra renk, dil ve hayata dair ne varsa, hepsini tefrik argümanı olarak görmüştür. Bu ayrım basit bir kategorizasyon değildir. ‘Öteki’ veya ‘onlar’ olarak nitelendirilen toplumu, ‘öcü’ olarak gösterme gayesi güden, bu gayeyi gerçekleştirmek için envai çeşit gayrimeşru yolu mübah gören ve sonunda ‘öteki’yi sömürme, öldürme, dinsizleştirme gibi, her biri özünü kimliğini ve dahi bedenini kaybetme gibi vahim neticeler doğuran bir kategorizasyondur.
Kadim oryantalistler Doğu'yu bozma, ötekileştirme işine İslami ilimler üzerinde yaptıkları çalışmalarla başlamışlardır. Hadisler veya mezhepler üzerinde sözde akademik çalışmalar yaptıklarını söyleyerek, önce akademik çevrede sonra da onların hitap ettiği gençler arasında şüpheler oluşturulmuştur. Bu şekilde toplum davasız, cihadsız, İslam Medeniyeti idealinden uzak, içi boş bir din anlayışına sürüklenmiştir.
Bugün nüfusunun %90’nından fazlası Müslüman olan ülkelerin birçoğunda, sokaktan geçen herhangi bir insana sorulduğunda, İslam’ın temeli olan bu konulardan bihaber olduğu görülecektir. İşte dinine/ kimliğine yabancılaşma (alinasyon) olan bu durum, oryantalist çalışmaların ürünüdür.
Yine bugün, Batı'da akademik çalışmalar yapan büyük oryantalistler de yetişmemektedir. Bu durum dikkat çekici bir konudur. Bunun sebebine baktığımızda, en önemli sebeplerinden birinin her ülkede, her alanda oryantalist anlayışa sahip insanların yetişmiş olmasıdır. Doğu insanı artık doğulunun dinini, kültürünü, yaşam tarzını beğenmiyor ve böylece oryantalist maksat zaten hâsıl olmuş oluyor. Özellikle Cumhuriyetin ilanını yapan ilk anlayışın yönünü batıya dönmesiyle, bizim oryantalistler daha çeşitli ve hızlı şekilde türemişlerdir. Oryantalizmin en önemli gayesi olan doğuyu batıda eritme, doğuluyu batılının kötü bir kopyası, taklitçisi haline getirme ve doğuluyu aşağılık kompleksine sürükleme anlayışı bir furya gibi yayılmış ve bu furya tıpkı bir ahtapot gibi ümmeti dört koldan sararak boğmaya çalışmıştır. İlahiyat fakültelerinde başlayan bu bakış açısı tüm sosyal bilimlere yayılmış, pozitif bilimlerin okutulduğu alanlara dahi sıçratılarak büsbütün gençliğin zehirlenmesi hedeflenmiş ve bunda da oldukça başarılı olunmuştur.
Neden akademik çalışmalarıyla ün salan büyük oryantalistler yetişmiyor sorusuna tekrar dönecek olursak, bunun bir sebebi de şudur ki; Batı, fikri saldırının artık çok da tesir edemediğini anlayarak fiili saldırılarına başladı. Cahız’ın meşhur sözündeki durum gerçekleşiyor: “Muaraza-i bil huruf mümkün olmadı, muharebe-i bissüyufa mecbur oldular.”
Oryantalist Batının, kendileri tarafından eğitilmeye-yönetilmeye muhtaç gördükleri ve bazen direkt bazen de başına koydukları diktatörlerle sömürdükleri Doğu âleminde, kimi ülkelerde 1950’li kimi ülkelerde 1980’li yıllardan itibaren İslami uyanış hareketleri başladı. Özellikle gençler, yıllarca uzaklaştırıldıkları dinlerini öğrenmeye, yaşamaya ve Batının medeniyetini (!) tartışmaya başladılar. Bunun farkına varan Batı, İslam’ın gelişini 2. defa durdurma çabasına girdi. Oryantalist çalışmalarla, ancak geciktirilebilen İslami uyanış, fiili müdahalelerle hepten yok edilmek istendi.
90’lı yılların başından itibaren Ortadoğu’ya fiili müdahaleler başladı. Irak saldırılarıyla ve şaibeli 11 Eylül saldırısı sonrasında Afganistan saldırılarında milyonlarca insan şehit edildi, milyonlarca insan yaralandı, on milyonlarca insan mülteci olmak zorunda kaldı. Tüm bu katliamlara, batılı halklar sessiz kaldı. Çünkü doğu halkları (İslamcı olmayan yöneticilerin çoğunlukla böyle bir derdi olmaz) bu katliamları duyurmadı, belki internet gibi bir imkânın yokluğundan kaynaklı yeterince duyuramadı.
Ancak yine de Ortadoğu’nun jeopolitik önemi ve üzerinde oynanan acımasız oyunlar cılız da olsa dikkatleri çekmeye başladı. Tüm bu büyük zulümler yaşanırken hem zulümler hem de İslam’ın özünde var olan cihad ve İslam medeniyeti ideali, kaygılı Müslümanları hareketli olmaya sevk ediyordu. Bu hareketliliği fark eden Batı, Ortadoğu’daki birçok ülkede erken doğumların olmasına sebep olarak ‘Arap Baharı’ denilen hesapsız-kitapsız ayaklanmaların oluşmasını ve var olan İslami hareketlere müdahale edilmesini sağladı…
Bugüne gelindiğinde ise, Ortadoğu son 2 yıldır Gazze özelinde büyük bir zulme şahitlik ediyor. Teknolojinin de yardımıyla, binlerce insanın yaşadığı bu soykırım, tüm dünyanın Ortadoğu’ya, şahsiyetli Müslümanlara ve izzetli dinlerine gözlerinin çevrilmesini sağladı. Gazze İslam’ı nazara verdi. Bırakın ümmetin yeniden uyanışını, başta Avrupa olmak üzere Amerika ve tüm dünya halkları, büyük bir şok yaşayıp uyanışa geçtiler. Kendi medeniyetlerinin insanlığa yaşattığı korkunç zulme ve Hamas’ın asil Müslümanlarının tarihe geçen, iman, ahlak, sabır, tevekkül ve daha nice güzel hasletlerine bizzat şahit olarak, ‘öteki’ olarak addedilen Müslümanların hakikatte kimler olduklarını gördüler…
Batı halkları uyanışa geçerken, içimizdeki oryantalistler, Müslümanları hala eski tartışmalarla oyalamaya devam ediyor. Onlar, özellikle gençlere, ümmetin envai çeşit derdini bıraktırıp hadisler, mezhepler ve dahi Kur’an üzerinde tartışmalar yaptırıyorlar. Sosyal medya üzerinden gece gündüz, gençler adeta gözlerini açıp zulümleri görmesin, İslam dininin davasını anlamasın, Batı Medeniyetinin yaptıklarından bihaber olsun ve İslam Medeniyeti için sa’yu gayret göstermesinler diye çalışıyorlar da çalışıyorlar.
Oysa bu ümmet, genciyle yaşlısıyla, erkeğiyle kadınıyla, gece-gündüz dinini-davasını ve kendine yapılan zulümleri konuşmalı. Konuşmalı ki bir daha bu zulümler yaşanmasın. Konuşmalı ki öfkesi dinmesin. Konuşmalı ki oryantalistlerin oyununa gelinmesin. Merhum Aliya: “Ne yaparsanız yapın soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır” der…
1. Kontyn: 2002:117
